Dünyadaki tüm kıtlık ve açlıklar, salgın hastalıklar ve de doğal afetlerden sonra meydana gelmiştir. Başka bir deyişle, salgın hastalıklar ve doğal afetlerin sonucunda kıtlık, açlık kaçınılmaz olmuştur.

Şu anda, tüm dünyayı ablukası altına almış olan Corona Virüs de mutlaka bir gün sona erecektir. Tabi ki bu süreçte yüzbinlerce insan ne yazık ki hayatını kaybedecek. Tarihsel süreçte daha önceki yıllarda milyonlarca insanın ölümüne neden olan salgın hastalıklar gibi bu virüs te elbet bir süre sonra sona erecek. Sona erecek ama bundan sonraki tahribatı en az ölüm kadar acı ve korkunç olacak. Bu tahribatı, tüm bilim insanları dile getirmektedir. Bilim insanlarının bu tespit ve önerileri, siyasilerce dikkate alınacak mı bilinmiyor.

Bu salgın sonrası tüm dünya devletleri bu tahribattan kesinlikle etkilenecek. Ekonomisi sağlam olan ülkeler, bu tahribatı daha hafif atlatacaklardır. Ama ekonomisinde ve tarımsal üretimde kronik rahatsızlıkları bulunan ülkeler, bu tahribatı çok daha ağır atlatacakları bilinen bir gerçektir.

Tıp bilim insanlarının söyledikleri ve bizim de bizzat yakinen gördüğümüz gibi Corona Virüs hastalığından en çok ölen kişilerin, kronik rahatsızlıkları bulunanlar teşkil etmektedir.

Ekonomik ve tarımsal tahribatın en yoğun olacağı ülkelerde, kronik rahatsızlığı bulunanlarda yaşanacaktır. Ekonomik ve tarımsal üretimde yıllardan beri yanlış uygulamalarla kronik rahatsızlığı bulunan ülkelerden birisi de ne yazık ki ülkemizdir.

Betonlaşma sonucunda neleri yitirdiğimizi daha önceki yazımda özetlemiştim. Tarımsal alanların arsaya dönüştürülmesi sonucunda yani betonlaşması sonucunda kaybettiğimiz korkunç miktarda. Türkiye’de tüm tarım alanlarının miktarı 23 milyon 763 hektardır. Son on yılda inşaatlaşma sonucunda yitirdiğimiz tarım alanı yüzde 8,2’dir. İnşaat yani konut sadece insanın barınmasını sağlar. Toprak ise insanların nesiller boyu karnını doyurur. Bunu siyasi yöneticiler hiç önemsemedi. Varsa yoksa inşaat, inşaat.

Yanlış tarım politikaları sonucunda köylü toprağına küstü, üretimden vazgeçti. 2000 yılında 91 milyon 590 950 dekar alanına buğday ekilişi yapılmış ve 21 milyon ton üretim elde edilmiş. 2017 yılında ise ekimi yapılan buğday alanı 77 milyon dekara düşmüş.  Üretim ise 21 milyon ton olmuş.

2000 yılında Türkiye’nin nüfusu 67 milyon 2019 yılı sonu itibariyle nüfusumuz 83 milyon. 2000 yılında kişi başına düşen buğday miktarı 225 kilogram iken 2017 yılında bu miktar 182 kilograma düşmüştür.

Buğdayın haricinde geleneksel ürünlerimiz olan ve de stratejik önemi sahip tarımsal ürünlerimizde de üretimimiz tüketimimizi karşılayamaz duruma düşmüştür.

Nohut, mercimek, fasulye, pirinç, ayçiçeği, buğday, arpa ve pamuk gibi olmazsa olmaz ürünleri ithal etmek zorunda kaldık.

Uluslararası tekelci sermayenin dayatmaları sonucunda, şeker fabrikalarıyla, tütün fabrikalarının özelleştirilerek, üretimine son verilmiş olması ayrı bir trajedi. Şeker pancarı üretimi tokaya alınmış, tütün üretimi ise çok yerde yasaklanmıştır.  Şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle üretimin çok fabrikada ya düşmüş yada tamamen sonlandırılmıştır. Bu da hayvancılığımızı öldüren ayrı bir etken olmuştur.

Bilinen bu gerçekleri fazla irdelemeye gerek yok. Bu durumu bir öyküyle noktalayıp esas olarak bundan sonra neler yapılabileceğimizi düşünmemiz ve uygulamamız üzerine konuşmamız lazım.

Öykü şöyle: zamanın birinde köyün muhtarlığına, köylülerin hiç sevmediği, herkesle kavgalı, geçimsiz biri seçilir.

Köyün sevilen ve yaşlılarından birisi hastalanır. Ölümle burun buruna gelen yaşlı amcayı köyün ileri gelenleri ziyarete giderler. Tabii muhtar da orada bulunur. Hasta yaşlı adam herkesten tek tek helallik ister. Sıra muhtara geldiğinde yaşlı adam muhtarın yüzüne bakarak,

-Muhtar senin bende hiçbir hakkın yok bu nedenle, hakkını helal et demiyorum. Yalnız komşuluk hakkı olarak, öbür dünyadakilere sözün var mı? Varsa söyle ileteyim.

Muhtar kem, küm mahcup bir ifadeyle şöyle der:

-Öbür dünyadakilere dersin ki filan kişi köyün muhtarı oldu. Kimse daha başka bir soru sormaz. Durumu anlarlar.

Evet, çok doğru bir ironi. Ben de bu konuda diyorum ki;

Yurtdışından saman ithal ettik, gerçeğinden sonra tarımımızın hangi durumda olduğunu anlatmaya gerek var mı?

Yukarıda belirttiğim gibi, toplumumuzu bekleyen gıda ihtiyaçlarını ve ihtiyaçlardan olabilecek kıtlığa, açlığa karşı neler yapmalıyız. Neleri yaşama geçirebiliriz? Bu konulara kafa yormamız ve önlemler almamız lazım.

  • KÖYLERDE KOLEKTİF ÜRETİM

Türkiye genelinde olduğu gibi Dersim özelinde de köylerimizde yaşayanların yüzde 85’ini yaşlılar oluşturmaktadır. Yaz aylarında metropollerde yaşayanların gelmesiyle nüfus çoğalmakta. Nüfus çoğalmakta ama köyde yeterli üretim olmadığından günlük yoğurt, süt, yumurta, sebze gibi ürünler bile ilçelerdeki marketlerden satın alınmakta.

Bu duruma son vermek lazım. Hem yaz aylarındaki ihtiyaçların hem de metropollerde yaşayanların kışlık ihtiyaçlarının karşılanması için o köyde oturmasa bile, dışarıda oturanların kolektif üretime başlamaları acilen bir zarurettir. Kolektif üretim kapsamında 2-3 inek, 40-50 tavuk ve sonbaharda kavurma yapılması için ortak sayısına göre dana-oğlak, kuzuyu besiye almak bu hayvanlara sürekli bakacak genç bir aileye ücret dahilinde çalıştırmak.

Sebze, tahıl üretimiyle aile ekonomisi için gıda üretimi yapmak. (Konserve-kurutma-salça-reçel-turşu vb) kolektif üretim ve tüketim bu açıdan çok gerekli ve önemlidir.

  • ALTERNATİF DAYANIŞMA-ÜRETME VE PAYLAŞMA PLATFORMLARININ KURULMASI

Bu platformun asıl amacı üretmek ve tüketmektir. Bu amaç için, kurulmuş derneklerle ve de kurulacak derneklerle her ilçede ve ilçeye bağlı köylerde, o yöreye özgü tarımsal ürünleri üretmek ve metropollerdeki tüketim kooperatiflerine satarak

  1. İstihdamı geliştirmek
  2. Üretimi sürekli hale getirmek
  3. Elde edilecek gelirleri paylaşmak.

Bu konudaki ayrıntılı bir çalışmamı okuyucularımla ayrıca paylaşacağım.

  • TÜKETİM KOOPERATİFLERİNİN YAŞAMA GEÇİRİLMESİ

Metropollerde yaşayan dar gelirli ve emekçi insanlarımızın vahşi kapitalizme karşı bir nebze de olsa korumak amacıyla tüketim kooperatiflerinin acilen hayata geçirilmesi lazım.

Dersim dışında, başta İstanbul-Ankara-İzmir olmak üzere birçok ilde faaliyet gösteren bir çok derneklerimiz var. Bu derneklerimiz yıllardan beri büyük bir özveriyle kültürel-sosyal ve çevre konusunda çok olumlu çalışmalar yapmıştır.

Bu derneklerimiz öncülüğünde acilen tüketici kooperatifleri kurulması gerekiyor. Bu konuda çok yetkin ve bilgili kadrolarımız var. Bu kadrolarla oluşacak kooperatiflerle hem Dersim’de üretilen temel gıda maddeleri hem de Türkiye’nin başka bölgelerinde faaliyet gösteren kooperatiflerle dayanışma içiresinde halkımıza güvenli ve ucuz temel gıda ürünleri ulaştırılmış olacaktır.

Bize, bizden başka fayda gelmez.

ERGÜDER ÖNER

EMEKLİ TARIM UZMANI

DERSİM’DE İKLİM GAZETESİ SAHİBİ.