Fazla değil, iki ay önce yazdığım bir yazımda, Korona Virüsün giremediği yerlerin başında Dersim coğrafyası olduğunu yazmıştım. Ve de bu durumdan dolayı da övünç duymuş, onur duymuştum…
Haziran, Temmuz ayları bitti. Ağustos ayına girdik. İki ay önce yazdığım ve de övünç, onur duyduğum konular ve hassasiyetler nasıl olur da böyle kısa bir zaman sürecinde tahrip ve yok edilir. Buna bir yanıt veremiyorum. Ha şunu en baştan altını çizerek söyleyeyim. Bu olumsuzluğun, olumsuzlukların sorumlusu kesinlikle Dersim halkı değildir. Dersim halkı, bu salgın karşısında ilk günden bugüne kadar en çok hassasiyet göstermiş ve göstermeye devam eden bir halktır.
Her şey ne olduysa, Türkiye genelinde normal yaşama dönülmesi konusunda siyasi hükümetin aldığı karardan sonra oldu. Bu konuda siyasi hükümetin aldığı kararlar doğru muydu, tartışılabilir. Ama suçu bu şekilde yorumlamak ve de o iradeye yüklemek de yanlış olur. Tabi ki önlemlerin yetersizliği, eksikliği, uygulanamayışının sorumlusu onlardır.
Ama tek sorumlusu olanlardır demek haksızlık olur.
Peki, sorumlu kim? Bence birinci derecede sorumlu, mülki idare sonra da gereken tavrı göstermeyen yerel yönetimler, köy muhtarlıkları, sivil toplum örgütleri.
Korona Virüs ne yazık ki bu doğal coğrafyaya şu an bulaştırıldı. En güvenli bölgemiz kirletildi ve risk altına sokuldu.
Haziran ayından sonra, risk altına alınan sadece halk mı? Halkın yanısıra, Dersim coğrafyası da korkunç bir şekilde riskin ötesinde, tahrip ve yok edilmektedir.
Temmuz ayında ve özellikle Kurban Bayramı sürecinde, komşu illerden (Elazığ, Diyarbakır, Erzincan, Batman vs.) binlerce kişi Dersim’e üşüşmüştür. Bu gelenler turist statüsünde kişiler mi, kesinlikle hayır. Gelen kişileri hor görmek ve de yermek bağlamında söylemiyorum. Ama gerçek realite şu; yemeğini, etini, rakısını, seccadesini, alan Dersim’e akın etmiş.
Yurtdışına giden yolcular nasıl ki İran’da uçağa bindiğinde başörtüsünü, türbanını çıkartıp, özgürlüğün tadını çıkarmaya çalışıyorsa Dersim’e gelenler de bu özgür coğrafyanın nimetlerinden faydalanmaya çalışıyorlar. Bunda hiç yadırganacak bir şey yok.
Bu güven ve özgürlük ortamı bizim zenginliğimiz ve demokratik bakışımızın ifadesi olarak düşünebiliriz.
Bizim bu olumlu felsefemiz ve bakış açımıza karşın gelenlerin zihniyeti aynı doğrultuda paralellik gösteriyor mu oraya bakalım.
İl dışından, Pertek-Hozat, Ovacık ve Tunceli merkez üzerinden Ovacık Kutudere bölgesine gelenlerin, yüzde 90’ını yiyeceklerini beraber getiriyorlar.
Gelenlerin yüzde 80’i gittiği ilçe ve yörelerdeki lokanta, kafeterya vb. gibi yerlerde yemek yemeleri kesinlikle yok.
Dışarıdan gelenlerin, Dersim kökenlilerin ve devrimci yurtsever kişilerin dışında kimse yöresel mekanlarda oturmak-konaklama vb tüketimin oranı en fazla yüzde 20.
Dışarıdan gelenlerin en çok satın aldıkları maddeler sigara, su, çok mecbur kalmadıkları süreci alkol, ekmek, et.
Dışarıdan gelenlerin lokanta, kafeterya vb gibi yerlerde yemek oranı yüzde 15 (Bu da gençler ve demokrat insanlardan oluşmaktadır.)
Dışarıdan gelenlerin yöresel ürünleri satın alma oranı yüzde 25. Bu oranın da yüzde 80’ini yine Dersim kökenli insanlar oluşturmakta.
Dışarıdan gelenlerin kutsal mekanları ziyaret etme oranı yüzde 30. Bu oranın da yüzde 85’i yine Dersim kökenli veya Dersim inancından olanlar teşkil etmektedir.
Birçok ilçe belediye başkanıyla, esnafıyla, firmayla, bakkalla, lokantacıyla görüştükten sonra bunları yazıyorum.
Peki, gelenlerin Dersim’e, Dersim halkına ne katsı oldu? Maalesef yok denecek kadar az.
Faydası yoksa zararı var mı? Çok. Evet, çok zararı oldu, olmaya devam ediyor.
Ne zararı oldu? diyenlerin sorularını duyuyorum. Sevgili dostlar, çok zararları oldu. Nedir derseniz, teşbihte hata olmaz ama benzerlik yönünden doğal bir olayı anlatayım.
Ovacık ilçemizin bereketli ovasında çok organik ve bu bölgeye özgü fasulyemiz olduğunu yani yetiştirildiğini herkes bilir. Fasulye ekimi yapılan tarlalarda, en büyük tehdit hayvan (Temmuz aylarında yeşil çekirgedir. Yeşil çekirge bu aylarda, fasulye, nohut gibi tarlaları istila eder. Önüne gelen fasulye ve benzeri bitkileri tümden yer. Çünkü bu haşaratı besleyecek başka bitki yoktur. Ovacık ovasına çekirge girdiğinde mahsul elde etmek olası değil. Ben de eski bir tarımcı olarak, Ovacık’ta yeşil çekirgeye karşı ilaçlı mücadele yapıldığını bilirim.
Yeşil çekirge mahsulü yer bitirir ve geçip gider. Şimdi bu olayı niye anlattım. Çekirge mahsulü yese de geride bir atık bırakmaz. Amma…! Amma, Dersim’e ve özellikle Ovacık-Kutudere bölgesine giden (turist demeyelim, turistin bir katkısı olur) kişiler dışarıdan getirdiklerini yiyip, içtikten sonra KDV’si olarak da tüm atıklarını oraya bırakıp gidiyorlar. Çekirge hiç değilse yiyor ama çevreye, zarar vermiyor. Bu tür insanlar (Hepsini kastetmiyorum) dışarıdan getirdiklerini yedikten sonra pisliklerini bırakıp gidiyorlar.
Bunun ne faydası var? Gelmeseler daha iyi olur.
Binlerce gelen kuru kalabalık doğamızı istila ederken kime ne faydası var? Sorusu akla geliyor. Benim saptamalarıma göre, faydası olanların başında pandemi sürecinde çalışmadan askıya alınan feribotlar (çok özveride bulundular) dışında birkaç büfeciye ufak tefek katkısı oldu.
Tesis çalıştıran, park, lokanta, turistik tesislere hiç faydası olmadı.
Ha unutuyordum Kovancılar’dan eskiden beri özel dolmuşlarla getirilen ve de yöreye özgü inanç dualarını ezberletilen part time çalıştırılıyorlar dilenciler kazançlı çıktı. Bu dilencileri sevk ve idare eden kişiler demek daha doğru olur.
Sonuç olarak belediyeleriniz ne yaptı ne yapıyor ne yapacak ben de bilmiyorum.
Tüm bu acı gerçeklerden sonra bizler ne yapıyoruz. Daha doğrusu ne yapmalıyız. Ama biliyorum pek de bir şey yaptığımız yok.
Biliyorum benim gibi yaşlı demokratlar yorgun ve bezgin. Devrimci yurtseverler tutuklu, halk çaresiz, gençler ümitsiz. Geriye kalan bir avuç insan da heykelle, peyzajla tartışma içinde.
Yazık oluyor Dersim’e
Yazık oluyor geleceğimize.