İnsanlık tarihi Taş Devri ile başlar. Taş Devrini müteakiben; Tunç Devri ve Bakır Devri olarak devam eder. Her devir kendi koşulları içerisinde sürekli bir gelişme gösterir.
Taş Devri insanları, çakmak taşını bularak, ateşi keşfeder. Daha sonraki dönemlerde de insanoğlu çeşitli buluşlara; yaşam şeklini değiştiren gelişmelere geçer. Yani devamlı bir devinim halindedir insanoğlu.
Taş Devriyle başlayan tarihsel süreç asırlar boyu büyük gelişmelerle yoluna devam etmiş ve halen de devam etmektedir. Asırlar, çağları oluştururken, “Çağlar da” vardığı sosyo-ekonomik kazanımlarına göre isim almış ve buna göre tanımlanmıştır.
Çakmaktaşıyla ateşin bulunması, ateş sonucunda demirin elde edilişi, kesici avlanma aletlerinin yapılması, tekerleğin, barutun, buhardan enerji elde edilmesi, matbaanın, elektriğin, transistorun ve daha birçok ana buluşların ve de bu buluşların tetiklemesiyle binlerce buluşun yaşama girmesiyle bugünkü düzeye gelinmiştir.
Taş Devrinde mağaralarda yaşayan insanoğlu, tarihsel süreç içerisinde, sağladığı gelişmelerle gökdelenlerde yaşar hale gelmiş bulunmaktadır.
Mağaralarda başlayan ve gökdelenlerde devam eden barınma sürecinde ana madde olan “ÇİMENTO”’nun belirleyici olduğunu hepimiz biliriz. Bugün gelinen noktada çimentonun bulunması ve inşaatlarda kullanılması dönüm noktası teşkil etmektedir.
Latince “Yontulmuş Taş” anlamına gelen çimento, yanılmıyorsam ilk kez 1824 yılında İngiltere’de keşfedildi ve 1852 yılında da inşaatlarda kullanılmaya başlandı. Çimentonun terkibini kapsayan bazı elementler ve mineral maddelerden oluşan çeşitli malzemeler Mısır Piramitleri’nde, Çin Seddi’nde, Ayasofya’da ve daha birçok antik yapıda kullanılmaktaydı. Ama bugünkü haliyle bildiğimiz çimentonun keşfedilmesi 1824 yılına dayanmaktadır.
Çimentonun bulunuşundan sonraki en önemli gelişmelerden birisi de “Betonarme’nin bulunmasıydı. Tuhaftır ki, betonarmenin buluşunu bir inşaatçı değil de; bir bahçıvan keşfediyordu. 1850 yılında Fransa’da Joseph Monier ismindeki bir Fransız bahçıvan, çiçekleri için yaptığı beton saksılarının daha sağlam olması için, beton harcının içerisine demir çubuklar koymuş. Bu deneme amacına ulaşmış ve yaptığı saksıların daha sağlam olmasını sağlamış.
Betonarmeyi keşfeden bahçıvan ne bilirdi ki bulduğu bu betonarmenin; daha sonraki yıllarda bitki ve doğanın mezarı olacağını… Suç çimentoda ve ondan üretilen betonarmede değil onu yanlış yerde ve amacı dışında kullanan insandadır.
Bu yazımda; çimento muhabbetine, o güzel buluşun insanoğlu tarafından yanlış yerde, yanlış yöntemlerle kullanılması sonucunda neleri yitirdiğimizi, nelerle karşılaştığımızı ve nelerle karşılaşabileceğimizi anlatmak amacıyla vurgu yaptım, hatırlatmak istedim.
Evet, çimento ve betonarme sürecini bize hatırlatan yine Koronavirüs oldu. Bu virüs bize çok önemli iki gerçeği hatırlattı. Daha doğrusu iki önemli gerçeği görmemizi sağladı.
Bu iki gerçeğin başında, tarımın önemini gösterdi. Bizler yıllardan beri yazdık, çizdik, söyledik; Tarımsal üretim bir toplumun olmazsa olmazıdır. Söyledik ama kimse pek dikkate almadı, önemsemedi.
Dikkate almayan ve önemsemeyenlerin başında 17 yıldır ülkemizi yönetin siyasi iktidar gelir. Siyasi iktidarın tercihi, çimento-betonarmeden yana oldu. İnşaat sektörü olmazsa olmazları oldu.
İnşaat sektörü, ekonominin ana lokomotifi yapılınca neler oldu? En başta orta sınıf insanların tüm ekonomik birikim ve kazanımları bu sektöre yöneltildi, özendirildi. Herkes elinde avucunda ne varsa, tüm birikimlerini bu sektöre yatırdı. Daha doğrusu, ekonomik tüm varlıklarını bu sektöre aktardı.
Orta sınıfa özenen köylüler, tarımsal üretim yapan küçük aile işletmeleri, tarlasını, bahçesini, bağını ya sattılar yada üretimden vazgeçerek inşaat sektörüne yöneldiler. Bir evim olsun yerine, çocuklarımın da evi olsun mantığıyla tarlasını, bağını, bahçesini, hayvanını satan toplum haline sokuldular.
Sonuç, Açlık…
Bu konuda, yani tarımsal üretimin ıskalanması sonucunda bizi bekleyen tehdit ve riskleri başka bir yazımda daha ayrıntılı bir şekilde yazacağım.
Tekrar yazımın başına dönmek istiyorum. Yani çimento ve betonarmenin sonucunda “Korona Virüs” ile ilgili bazı saptamalarımı açıklayabilmek istiyorum.
Çimento ve betonarme, tüm dünyada çarpık kentleşmeler sonucunda “mağaralarda” başlayan yaşam, devasa “Gökdelenlerde” devam eden süreç içerisinde yine bazı acı gerçekleri de Korona Virüsü bize gösterdi.
Tüm dünyayı ablukası altına alan bu virüs, coğrafi olarak baktığımızda en gelişmiş ülkeleri pençesi altına almış olduğunu görmekteyiz. Bu ülkelerde de en çok beton hakimiyetindeki büyük metropol şehirlerinde daha aktif olduğunu görmekteyiz.
Amerika, İtalya, Fransa, Almanya, Çin, Türkiye ve benzeri birçok ülkede en çok bu virüsün yaygın olduğu yerlerin nüfusun ve de dolasıyla yapılaşmanın en fazla yoğunlaştığı yerlerde görmekteyiz.
Nüfus yoğunluğunun fazla olduğu bu yerleşim yerlerinin (ülke farkı olmaksızın) en büyük karakteristik özelliği yoğunlaşmış betonlaşmadır.
Ülkemizde de baktığımızda Korona Virüs en çok betonlaşmanın ve bunun sonucunda oluşan nüfus yoğunluğunun olduğu yerlerde artış ve yaygınlık göstermektedir.
Betonlaşma, yeşili yok etti. Betonlaşma bağı, bahçeyi, tarlayı, ağacı yok etti. Yeşillikler yok olunca doğa intikamını insanlarda aldı ve de almaya devam ediyor.
Dikkat edelim bu virüs tahribatını en çok betonlaşmanın olduğu yerlerde yapıyor. Peki, yeşilliğin yoğun olduğu Rize gibi yerlerde nasıl olur da bu virüs var? Diye haklı olarak sorulur.
Bu yerlerde söz konusu virüs, o coğrafyadan kaynaklanan bir sorun değil o coğrafyaya “UMRE” ve “DIŞARIDAN” gelenler tarafından taşınmıştır.
Son söz; “Bu da gelir bu da geçer…”
Emekli Tarım Uzmanı
Dersim’de İklim Gazetesi Sahibi