Ali için önemli olan “ iktidar” değil , önemli olan Yol’du. “ Kendisini Hakka Teslim Eden” bir Yol’un Rehberliği ve Velayeti, Ali için İktidar’dan da Hilafetten de daha önemliydi. Çünkü Murteza , Mustafa’nın yarım bıraktığının tamamlayıcısıydı.

Değerli canlar,

Bugün Aleviliğin içine düştüğü buhranlara neden olan faktörlerden biri de Ali’nin yeterince tanınmaması , bilinmemesi ve anlatılmamasından kaynaklanmaktadır.

Şah-ı Merdan , Ebu Turab, Şir-i Ezdan, Vechullah, Veliyullah, İmam, Esadullah … Ve saymakla bitmez sıfatların taşıyıcısı Ali , çağımızda hiç olmadığı kadar bilinmek istemektedir. Hak , nasıl bilinmek istemiştir , Kuran-ı Natık Ali’de artık bilinmek istemektedir.

Biz ise ne yapıyoruz ? Ali’yi bir bilinmezliğe hapsedip , Ali’yi anlatmak yerine sadece tali işlerle uğraşıyor ve tarih ve teolojimize karşı üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirmiyor , Ali’yi anlatmadan Aleviliği anlatmaya çalışıyoruz. Ve bu anlatım tarzı ile ne yazık ki ; ne Aşıklar varabiliyor Hakk’ın Varlık Deryasına , Ne de o Aşk Deryası kavuşabiliyor Maşukuna. İşte üzerinde düşünmemiz gereken mesele budur ; Maşuk nasıl Aşk’ına kavuşur , bizimkisi de naçizane “kal” dilinin anlatamadığını , “ hal” diline yakın anlatabilmek , gayret göstermek , bir bebeğin emeklemesi gibi hakikate doğru yol almaya çalışmaktır.

Dergah-ı Ali, yolunda benimde bu yazıyla vurgulamak istediğim konu ; Ali ve İktidar konusudur.

Değerli Canlar ,

Hepimiz biliyoruz ki , her ağacın kurdu kendi içindedir. Bizimkisi de farklı değildir. Bugün “Alevilik” adına ortaya çıkan , lakin Dar-ı Ali’yi ellerinde ki Emevi ve Harici baltalarıyla yere yıkmak ve yok etmek isteyen , bir “Güruh-u be-Ali” amansızca tüm değerlerimize, gözü dönmüş bir canavar gibi saldırmakta ve Pirimiz Ali’ye karşı hakaret ve iftiraları , hakikat adı altında Alevi Toplumuna “ zehirli bir kadeh “ gibi içirtmeye çalışarak , “batılı”, toplumumuzda egemen kılmaya çalışmaktadır.

Bu “zehirli kadehi” hazırlayanların yegane amacı ; Hakkın “ Kün” dediği günden itibaren “Kadeh-i Kevser” den içen Hak Aşığı bir toplumu , Hak Düşmanı bir toplum haline getirmek ve Alevi Toplumunu Hak Yolundan çıkararak , kendi “iktidar ,makam-mevkii” emelleri için bir Sol Vahabizm bataklığına saplamaktır.

Peki , tüm bunlar ne için yapılmaktadır ? İktidar için…Bu bakımdan “ Ali çoktur , Şah-ı Merdan bulunmaz “ diyen ozanımızın ifade ettiği üzere, Şah-ı Merdan Ali’nin hayatına bakmaya çalışalım ve bakalım ortada bir iktidar düşkünü bir insan mı var, yoksa Hak Aşkı için iktidarı elinin tersi ile iten bir insan ve ailesinden ötesi mi var ?

Bu soruya cevap için Hz. Mustafa’nın Hakka Yürüdüğü güne dönelim. Hz. Mustafa , vefatından 3 ay kadar önce Gadr-i Hum’da son vasiyetini yapmış ve o vasiyetinde , toplumuna vefatı sonrası “ Ali” yi vasi olarak atamıştı. Bu sözlü vasiyetinden 3 ay kadar sonra ateşli bir hastalık sonucu vefat ettiğinde ise arkasında cenazesinin defni sırasında sadece “Ali” ve Ali’nin en yakın dostları vardı.

Peki , Mustafa’nın cenazesinde neden ümmeti yoktu ? Çünkü Muhammed’e ümmet olanlar , Mustafa’ya olamayanlar çoktan dünya mal- mülkü için kılıçlarını çekmiş , birbirlerinin başlarını yarmış ve iktidar için ilk kanı Sakife denilen yerde toprağa akıtmışlardı. Sakife’de dökülen ilk kan , Beddualar , hakaretler , bağırışlar Cahiliye döneminden daha beter bir karanlık çağın başladığının ilk işaretiydi. Aynı zamanda, çok değil sadece 3 ay kadar önce Ahmed-i Muhtar’a verilen ikrardan dönüşün , Ehl-i Beyt Gemisinden inişin , Ali’ye verilen tebrik ve ikrardan da dönüşünde işaretiydi.

Hz. Mustafa Hakka yürüdüğünde Hz. Haydar sadece 30’lu yaşların başındaydı. Üzüntü ve keder içindeydi. Yas tutuyordu. Ve kendi zamanında ki toplum içinde, O’nun kadar cesaretli , yiğit ve direnişçi bir insan olmamasına karşın, elinin tersi ile makam-mevkii-koltuğu itiyor, bil-cümle iktidarı , inanca tercih etmiyor ve Yusuf gibi bir kuyuya atılmayı , iktidar için mücadeleye yeğ tutuyordu.

Ali için önemli olan “ iktidar” değil , önemli olan Yol’du. “ Kendisini Hakka Teslim Eden” bir Yol’un Rehberliği ve Velayeti, Ali için İktidar’dan da Hilafetten de daha önemliydi. Çünkü Murteza , Mustafa’nın yarım bıraktığının tamamlayıcısıydı.

Ali , dilleriyle “ inandık” diyenlerin sadece “ Müslüman” olduğunu , kalpleri ile inanmadıklarını biliyordu. Kelam-ı Kuran’da bizatihi bunu söylüyordu. Ve Mustafa’nın her fırsat bulduğunda, ümmeti önünde Ali ve Ehl-i Beyt’i hakkında konuşması , esasında “dilleriyle” inananlara duyduğu güvensizlikten geliyordu. Nitekim tarih Hz. Mustafa’yı haksız çıkarmamıştı. Çünkü ümmet-i Muhammed’iz diyenler, artık ümmet-i Muaviye yolunda ilerlemeye doğru bir yol alıyor ve her yol alışında da Hz. Mustafa’nın ailesine zulüm eder oluyordu.

Selman, Amr bin Yasir, Ebu Zer , Miktad ve nice Ali dostu , Ali’nin olası bir iktidar savaşında Ali’nin yanında olacaklarını söylüyor ve Hilafet denen oldu-bitti işine seslerini yükseltiyorlardı. Ancak Ali , tüm dostlarının telkin , uyarı ve desteklerine rağmen iktidar için mücadele etmeyi kendisine “ yakıştırmadı” çünkü , Ali bir “ inanç” insanıydı ve Ali için “inanç” her şeyin başıydı .

Ali için önemli olan , Mustafa’nın yarım bıraktığı işi tamamlamak ve gönüllerde “ Nur-u Tevhid”i uyandırmak ve “ Tevhid” ateşinin sönmemesini sağlamaktı. Çünkü Mustafa’nın Nur Dağında yaktığı “ Tevhit Ateşi” , Medine’de Hakka Yürümesi ile birlikte sönmekle karşı karşıyaydı. Bu durumda İmam-ı Ali , iki yolu tercih edecekti. Ya “Tevhid Ateşinin “ sönmesini göze alıp, iktidar için Yol’u feda edecekti , ya da iktidardan vaz geçip “ Nur-u Tevhid”in güçlenmesi için gönülden Hakka bağlı insanlar yetiştirecekti. Hz. Ali ikinci yolu seçti ve “evvel” olan adını “ ahir” kıldı. Ezel ve ebed arasında bir köprü oldu. Ve Canlı Kuran’ın, Canlı Sıratım Müstakim’i oldu.

Ali için, Hilafetin bir anlamı yoktu. Ali’yi sevenler içinde Hilafetin bir anlamı yoktu. Çünkü Ali Yolunun Talibi için önemli olan , Ali’nin “ Hilafet” denilen elbiseyi giymesi değil , Hakk’ın sıfatlarını giymesi ve Hakk’a dost “ Veliyullah”ın Velayetinde, Yeşil Kandil’de zamanın başlangıcında yanan Nur’un, zamanın sonu, gelene kadar İlim Kapısında yanmasıydı.

Bu Nur-u Hak “ Muhammed Mustafa, Ali’yel Murteza, Fatima’tül Zehra, Hasan ül Mücteba ve Hüseyn-i Deşt-i Kerbela”ydı. Kainatın var olması ile yanmaya başlayan, bu Yeşil Kandil’de ki Batini Nur’un Nur Saçanı ise ; başında ki başlığının Muhammed Mustafa’yı , kulağında ki bir küpenin Hasan ül Mücteba’yı , diğer bir kulakta ki küpenin Hüseyn-i Deşt-i Kerbela’yı , belinde ki kemerin Ali yel Murteza’yı temsil ettiği Kevser-i Kuran’ın işaret ettiği üzere ve isminden de anlaşılacağı üzere Nur Saçan/Işık Yayan (Zehra ) Fatima tül Zehraydı.

Hilafet denilen gudubet bir elbise yaratanlar artık , ellerinde kılıçlarla bu ailenin ışık yayanı , nur saçanı ve parlak yüzlüsü Fatma Ana’nın evine yürüyorlardı. Hedef , Velayet’in Nur’unun, Hilafetin yarattığı karanlığı, aydınlatmasından çekinilen korkuydu.

Ali-Fatima-Hasan-Hüseyin artık , Muhammed sonrası düzenin en büyük tehlike kaynağıydı. Ali’nin ve Fatima’nin evi , iktidarlarını garanti altına almak isteyen Hilafetçiler tarafından Hz. Mustafa’nın kırkı dolmadan sarılmıştı.

“ Biat edin yoksa evinizi yakarız” deniliyordu Ehl-i Beyt’e, bir müddet sonra uzun boylu ve öfkeli bir adam tarafından kapı kırılıyor , kırılan kapıdan içeri bodoslama giren zat , şiddetli bir şekilde Fatma Ana’ya çarpıyordu. Ali , Fatma Ana’ya yardım edip O’nu yerden kaldırıyor , çocuk yaşta ki Hasan ve Hüseyin evlerini basan gözü dönmüş insanları dehşetle izliyor ve gelecekte başlarına gelecek hadisenin şer kıvılcımlarına şahit oluyorlar ve gelecekte ki haklı direnişlerinde ki kutsal şehadetler sırasıyla O’nları ve sevenlerini bekliyordu.

 

Ehl-i Beyt’in Evini yakma tehdidi ile kapıya gelen , kapıyı kıran , kapıdan içeri giren, gözleri kan çanağına dönmüş öfkeli mahlukatlar , ne yaptılarsa tehditlerinin Ali ve Fatima’yı etkilemeyeceğini anladılar ve geldikleri gibi çekip gittiler.

Bu ev baskını , ölüm tehditleri daha bitmemişti ki ; Hilafet , Hz. Mustafa’dan Hz.Fatima’ya miras kalan tüm arazilere ve arazilerin gelirine el koydu. Fiziki şiddetin , sözlü tehditlerin üzerine, birde Ehl-i Beyt için ekonomik ambargo başlamıştı. Amaç, Hilafet kurumunun meşruluğunu Ali’ye ve Fatima’ya kabul ettirebilmek ve ekonomik yaptırımlar uygulayarak yeni düzeni kabul ettirmekti.

İşte böyle bir siyasal ortamda Fatma Ana rahatsızlandı ve hamile kaldığı çocuğunu kaybetti. Bu hadiseden sonra kendine gelemedi , hastalandı ve son nefesini verirken Ali’ye vasiyet etti. Hilafetçileri kast ederek “ beni gece defnet ki , onlar cenazeme gelmesinler “ dedi , 6 ay önce Mustafa’yı kaybeden , birkaç ay önce ana karnında ki çocuklarını kaybeden Ehl-i Beyt , şimdi anası “ Fatima” yı kaybetmişti. Hz. Zehra geride sadece gözü yaşlı ve matemde Hz. Haydar’ı değil , 5 yaşında ki Zeyneb’i, 6 yaşında ki Hüseyin’i ve 8 yaşında ki Hasan’ı bırakmıştı.

Hilafete karşı Velayet önce anne karnında ki bir bebeği, sonrası ise Peygamberin kızını ve ışığını kaybetmişti. Haydar-ı Kerrar , çocukları Hasan, Hüseyin ve Zeynep’le bir başına kalmıştı.

Hz. Fatima , bir gece vakti Ali’nin, Hasan’ın, Hüseyin’in ve Zeynep’in göz yaşlarının ıslattığı toprağa defnedildi. Bu definden sonra Ali , geride kalan çocuklarına bir zarar vermemesi için onları yanına aldı ve Medine’den uzakta tarımla uğraşmaya başlayıp , su kuyuları açtı. Her açtığı su kuyusu başında , gece vakti ağladı , derdini anlattı . Yusuf gibi kuyudan çıkacağı günü bekledi…