Türkiye’nin senelik rutin haberlerinden biri de, Dersim 1937-38’de yaşanan insanlık suçlarının çeşitli anma günleri vesilesiyle karşıt görüşler arasında tartışma yaratmasıdır.
“ Dersim Meselesini” ana eksende tartışan iki büyük tarihselci kutup var ülke de; Resmi Türk Tarihçiliği ve Kürt Tarihçiliği.
Bu iki kutbun devasa bir seçmen desteği yanı sıra devasa bir medya desteği var. Haliyle de ana gündem genelde iki kutbun ideolojisi doğrultusunda şekillenen ve bir kısır döngüye hapis olan bir seyirde her sene sürüyor.
Sonuç mu? Elinizde ne olursa olsun, o sıfırla ( 0 ) çarpılıyor ve ortaya onca yıllık tartışmaya rağmen yol kat edilebilen bir durum çıkmıyor.
Ve gelinen noktada gündemi, magazinsel olarak “ Yıldız Tilbe “ dahi belirleyebiliyor. Ülke de insanlar “ Dersim” meselesi üzerinden “ Yıldız Tilbe taraftarları” ve “ Yıldız Tilbe Karşıtları” diye ikiye bölünüyorlar.
Peki, meselenin odağında olanlar, mağdurlar
…
Bugün TBMM Dilekçe Komisyonuna benim hazırlamış olduğum dilekçeleri gönderen binlerce mağdura, TBMM tarafından cevap verilmiş değil. Gazeteci-Yazar Yalçın Doğan’ın “ Savrulanlar Dersim, 1937-1938 ve hatta 1939” adlı kitabını okuyanlar, bir hukukçu olarak benim bu konuda ki magazine dayanmayan, popülizmden uzak ve sonuç almaya odaklanmış yaklaşımımı çok daha iyi anlarlar.
Seyit Rıza’nın mezar yeri davasının savcılık soruşturması
Seke Sure Toplu Mezarının Açılması davası
Hüseyin Akgün’ün Devlet Bahçeli’ye karşı açmış olduğu tazminat davası
Türk Solu Dergisine karşı açılan ceza davası
Hüseyin Akgün’ün aile fertlerinin katledildiği toplu mezarın açılması davası…
On seneyi dolduran meslek hayatımda hukuk, demokrasi ve tarihle yüzleşme adına yürüttüğüm mücadelenin bir sonucu olarak tüm bu süreçler arşivimizde duruyor. Prof. Dr. Şükrü Aslan’ın “ Hozat” adlı kitabında hukuksal olarak bu konular tarafımca yazılan bir makaleyle de okuyucuyla buluştu.
Tüm bu hukuksal süreçlerde sosyolojik olarak gördüm ki, “ Dersim” adına hareket eden bin bir grup ve bin bir ses vardı. Bu seslerin sahipleri, birbirlerini dinlemek istemiyorlardı. Birbirlerine tahammülsüz ve fevriydiler. Bir acının etrafında bin bir fırkaya bölünmüş, ağlanacak hale gülünecek bir toplumsal vaziyet ne yazık ki gözler önündeydi.
Hukuk, sadece bir ideolojiye menfaat sağlıyorsa bu bin bir ses için önemliydi. Bu nedenle de popülizmden beslenen medya için "Hukuksal Mücadele” değil, meseleyi Arap Saçına döndüren siyasetçilerin, ne dediği önemliydi. Ve netice de gelinen noktada Dersim Meselesini, siyaset üstü ele alamayan, evrensel hukuka dayanmayan ve kimi zaman milliyetçi kimi zaman aşiretçi kimi zaman ezbetçi dar görüşlü grupların yarattıkları kaosu, başarısızlık hikayelerini başarı gibi basına gösteren müflis işleri izliyor ve kakafonilerini dinliyoruz.
Ve şimdi de Ali Babacan’ın üstü kapalı “ Dersim” mesajlarını basından okuyor ve izliyoruz. Deva Partisi, “ Dersim’e Deva Olacak mı?” bilemiyorum. Belki de “ Yıldız Tilbe, Deva Partisinde siyasete başlar ve iklim Yıldız Tilbe’nin Askerlerinin olur” diye gülüyorum, içimden…
Şair Yönüne Hayran Kaldığım Şair Kemal Burkay’ın “ Gülümse” adlı şiirinin mısralarını bir an hatırlıyorum.
“…Tüm şehir bana küskün
Bir kedim bile yok anlıyor musun?
İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse.”
Evet, yine de gülümseyelim ve şairimizi dizelerinde yalnız bırakmayalım. Ve Dersim’in “ Devası” nedir, onu aramaya çalışalım. Ana medyadan yerel medyaya tüm muhataplarca… Arap Saçına döndürmeden, ideolojiye hapis etmeden, popülizmden uzak şekilde…""