2.bölüm
Ali’siz Alevilik arayışlarının örgütlendiği, Diyanet gibi Aleviliğe elbise giydirilmeye çalışıldığı, Aleviliğin Sünnilik-Şiilik-Sol Vahabicilik içinde yok edilmeye çalışıldığı, 7 ulu ozanın deyiş-duvazdeh-mersiye-tevhit-miraçlamalarının ters-yüz edilerek yorumlandığı, Pir Sultan’ın Pir Silvan, Alevi Ocaklarının Bizans Kilise/Mabetleri yapıldığı, Şah Hatayi’ye hakaret edildiği, 72 millete bir gözle bakarız deyip ardından Zazaca-Kürtçe-Farsça Alevi Terminolojinin Türkçülükle inkar edildiği, İrani Halkların tarihi, teolojisi, dillerinin yok sayıldığı bu zor dönemde; gerçek Ali kim sorusuna ve Sol Vahabiciliğin bakış açısını ele almaya çalıştım. Teolojiye girmeden irdelemeye çalışarak bir zamanlar severek dinlediğim bir ozanımızın halkımıza özür borcu olduğunu yazmak durumunda kaldım ve tarihsel anlatıda eski yazılanları kaba-taslak tekrar ettim…
1418 YILDIR HAYATIMIZDA VE TARİHİMİZDE OLAN “ALİ” KİMDİR? (TEOLOJİK YORUM HARİÇ…)
Sol Vahabicilere göre “Ali; katildir, ganimetçidir, kincidir“. Bu cümleyi gittikleri, bulundukları, yazdıkları ve konuştukları her ortamda dolaylı yada dolaysız olarak ifade ederler.
Oysaki Bir insanın Hz. Ali’ye katil demesi için öncelikle onun Ebu Süfyan ve soyunu övdüğünü ve onların dökülen kanlarının hesabının sorduğunu belirtmek gerekir. Bizim “göze suyunu bulandıran“ Ali’sizler özellikle bu argümanla ortaya çıkarlar. Bilerek veya bilmeyerek Ebu Süfyan’ın ve Muaviye’nin ordusunda, Şah-ı Merdana karşı savaşmış ve ölmüş olanların kanının hesabını sormaya kalkarlar.
Hayatlarında hiç hesap vermemiş bu güruh, her ne hikmetse herkesten her şeyin hesabını sorma hakkını kendinde bulur.
Tarihi olayları, şahsiyetleri, kronolojileri bilmediklerinden dolayı tarih bilimi ile uyuşmayan savlar ileri sürerler.
Öncelikle şunu bilmek gerekir ki; Hz. Ali ömrü hayatında savaşmaya zorlanmıştır. Savunma durumu hariç, savaşı başlatan taraf hiçbir zaman olmamıştır.
Ali’nin Mekke’deki hayatı, Mekke’nin zalim ve egemen sınıfı olan Ebu Süfyan (Muaviye’nin babası ) ailesi ile onların zulmüne karşı başlangıçta ilk 10 yıl pasifist bir direniş sergileyen ( Mekke dönemi ) , daha sonra aktif bir mücadele dönemini içine alan bir evreyi kapsar.
Bu aktif mücadele dönemi Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını kapsar. Bu savaşlarda saldıran taraf her daim Mekke’nin hakimi olan Ebu Süfyan ve ailesidir. Bu savaşların kazanılmasında Hz. Ali’nin ve hakkını teslim etmek gerek ki İranlı Selman’ın büyük rolleri olmuştur.
Bu savaşlar neden oldu, peki? Bu savaşlar, Muhammed’in Arap-Bedevi Kabile toplumunun zalimleşmiş yapısını değiştirme ve bu değişimi de Tek Tanrı düşüncesi ile yapmaya çalışması, kabileler arasındaki, sosyal sınıflar arasındaki, ırklar arasındaki, renkler ve cinsiyetler arasındaki eşitsizliği o zamanın dünyasında anlaşılır şekilde ortadan kaldırmaya, kaldıramadığı ölçüde de azaltmaya çalışan mücadelesinden kaynaklanıyordu.
Muhammed’in Tek Tanrı düşüncesini ileri sürdüğü dönemde Roma İmparatorluğunda Hristiyan Tek Tanrı İnancı, Cehuda’da Yahudi-İbrani Tek Anlayışı, İran’da Zerdüşt’ün M.Ö 500-600 yılları arasında dinde yaptığı reformlarla Ahura Mazda’nın tek tanrı olduğu Zerdüşt inancı hakimdi.
Muhammed’in ileri sürdüğü inanç sistemi başlangıçta sadece Tek Tanrı’ya tapınmayı, fakirlerin ekonomik durumlarının iyileştirildiği, kız çocuklarının yaşam haklarının korunduğu, kadınların ekonomik hayatta olduğu ( ki eşi Haticet’ül Kübra Mekke’nin ileri gelen tacirlerindendi ), Irklar arasındaki eşitsizliğin kaldırıldığı, köleliğin kaldırıldığı ya da olabildiğince ortadan kaldırıldığı, Arap kabileleri arasında ki yağma-tecavüz-talan ve kan davalarının ortadan kaldırılması üzerine bir dizi dinsel-sosyal-ekonomik reformları içeriyordu.
Ve Muhammed’in bu fikirlerine karşı ise Mekke Aristokrasisi olan Ebu Süfyan ve Ebu Leheb ( ki Emevi Hanedanın ataları olurlar ) şiddetli bir şekilde karşı çıkıyorlardı. Muhammed’in peygamberliğinin ilk 10 yılı Mekke’de, Mekke aristokrasisine karşı pasifist bir mücadele ile geçti. Bu 10 yıllık süre zarfında Muhammed ile beraber hareket eden insan sayısı 40 kişiyi ya bulur ya bulmaz. Ki Muhammedi diyebileceğimiz bu kişiler, 10 yıl boyunca Tek Tanrı düşüncesi nedeniyle her türlü Ebu Süfyan baskısına ve işkencesine maruz kaldılar.
Ebu Süfyan peki neden Tek Tanrı düşüncesine karşı çıkıyordu? Ebu Süfyan ailesi Mekke dahil Şam’dan Yemen’e kadar büyük bir coğrafyada ticaret kervanlarını kontrol ediyor ve yönetiyorlardı. Bu kervan ticaretinin ana durağı ise her Arap Kabilesinin Tanrısı ve putunun olduğu küçük bir dörtgen yapı ( Kabe ) içinde ve çevresinde olan din ve ticaretin ana merkezi olan Mekke idi.
Ebu Süfyan ailesi başlangıçta, tekelleri altında bulundurdukları din ve ticaret tekelini sosyal reformlar içeren Tek Tanrı İnancına bırakmak istemediler. Bunun için Muhammed’e ticaret tekelinden doğan kar dahil olmak üzere her şeyi teklif ettiler. Ancak Muhammed, Ebu Süfyan ailesinin tekliflerini kabul etmedi ve direnişe devam etti. Ve Muhammed, Mekke’de ki ilk yıllarında çok tanrılı inancın olduğu Kabe yerine, kendisine Tek Tanrılı inancın hakim olduğu Kudüs’u ibadet ederken, kıblegah olarak seçti ve Mekke’nin dini merkez olmasına meydan okudu. Bu durum Ebu Süfyan ailesini fazlasıyla korkuttu, çünkü din ve ticaret tekelleri her an yıkılabilirdi.
Ebu Süfyan ailesinin karşı olduğu diğer bir görüş ise Muhammed’in “Tanrı’nın yarattığı tüm halkların/kavimlerin eşit olduğu, bir birlerine üstün olmadıkları “ yönündeki fikriydi.
Çünkü Ebu Süfyan ve ailesi çok katı bir Arap ırkçısıydılar ve bu Arap Irkçılığını Emevi Döneminde yeterince diğer halklara “ köle “ diye hitap ederek, göstermişlerdi. Muhammed’in “ırklar ve milletlerin Tanrı önünde eşit olduğu yönünde ki fikri” Afrikalı siyahiler dahil Arapların kölesi durumunda olan İranlı, Yahudi, Romalı bir çok halktan insanı etkilemişti. Ve Muhammed’in yeni dininin ilk sempatizanları olmuşlardı.
Mekke’de Tek Tanrıcı Sami-İbrani Geleneğinin tekrardan Muhammed ile canlanması sonucunda, Ebu Süfyan ailesinin düşündüğü tek bir şey vardı; Muhammed’in öldürülmesi…
Muhammed’e yönelik bir suikastın yapılacağının anlaşılması üzerine, Muhammed “her peygamber önce kendi evinden kovulur “ sözünü hatırlatır misali, Medine’ye iltica etti.
Medine’ye iltica etmesi sonucunda, Ebu Süfyan ailesi Muhammed’i takip etmeye ve onu öldürmeye yönelik ilk hamlesini yaptı ve birkaç yüz kişiyi bulmayan bir Mekkeli ordusunu onun üzerine gönderdi. Ve bu ilk savaşta o zamanın harp kuralları gereği teke tek cenkler yapıldı. Bedir, ardından Uhud, ardından Hendek savaşlarının hepsinde Şah-ı Merdan Şir-i Yezdan Aliyel Murteza, Ebu Süfyan ordularıyla yapılan savaşların hepsinden galip geldi. Teke tek meydan cenklerinin hepsinden galibiyet ile ayrıldı.
Ebu Süfyan ailesinin savunduğu tüm değerler, fikirler savaş meydanında Hz. Ali karşısında yenildi. İşte bizim Ali’siz Alevilik arayıcılarının, iftira attığı ve onu “ kan içici bir kötülük “ abidesi haline getirmeye çalıştıkları; Hz. Ali, Arap Irkçılığını, Sömürüsünü, Zalimliğini, Belli bir sınıf tekelinde ki ticari hegemonyayı defalarca mağlup eden bir kişiden başkası değildi. Ali’nin savaştığı değerler bu kadar açık ve nettir.
Ebu Süfyan ve ailesi, Muhammed’e karşı açtıkları tüm savaşlarda Hz. Ali’nin genç yaştaki yiğitliği ve cesareti karşısında mağlup olunca, Muhammed’e elçi gönderip Tek Tanrı İnancını kabul etiklerini ve canlarının bağışlanmasını istediler. Muhammed’de, bu af ve bağışlanma talebini kabul etti ve kendi ailesinin başına gelecek en büyük kötülüğe farkında olmadan kapı aralamış oldu.
Çok değil, Muhammed’in vefatından sadece 24 yıl sonra Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye, Hz. Ali’nin karşısına Tek Tanrı İnancı Öncesi İntikam Kiniyle dikildi. Bu meydan okuma bize şunu göstermektedir;
1 ) Ebu Süfyan ve Ailesi, Muhammedi İnanca dahil olduktan sonra Mekke ekonomisi ve bürokrasisinde hakimiyetlerini korudular.
2 ) Kendi soylarından gelen 3. Halife Osman döneminde, Ebu Süfyan’ın oğulları Muaviye ve Mervan dahil pek çok Emevi, İslam Devletinin yönetiminde ve eyaletlerinde fazlasıyla söz sahibi oldular. Ve her ne hikmetse söz sahibi olmayan tek bir kesim vardı oda Hz. Ali ve ailesiydi.
3 ) Çünkü Hz. Ali, Muhammed’in cenazesinin dahi kalkmasını beklemeden Arap kabileleri arasında, İslam öncesi var olan iktidar mücadelesinin tekrardan alevlendiğini görmüş ve bu sefer bunun Tek Tanrı adına yapıldığını fark etmiş ve Ebubekir-Ömer-Osman yönetimine karşı siyaseten sadece diplomatik bir rekabet içerisinde olmuştur.
4 ) Hz. Ali, iktidar tutkunu bir insan olmadığını Muhammed’in vefatı sırasında gelişen olaylarda fazlasıyla ortaya koymuştur. Ali, amcası Abbas dahil bir çok Arap kabilesinin ileri geleninin destek vermesine rağmen, savaşmamıştır. Bu durum Aliyel Murteza’nın Sol Vahabicilerin iddia ettiği gibi savaş düşkünü olduğu, savaşa hevesli olduğu yönündeki iddialarını tamamen boşa çıkarmaktadır.
İşte iktidara tamah etmeyen, eskiden çok Tanrılı sonradan ise Tek Tanrı adına yönetim savaşlarını fark eden ve 24 yıl boyunca yönetimden uzak kalan Hz. Ali, Halife Osman’ın katli sonrası yönetiminin “ adalete dayanacağını, halklar ve sosyal sınıflar arasında ki derin eşitsizliğe karşı mücadele edeceğini, rüşvet-yolsuzluk-yozlaşmaya, adam kayırma karşı “ olacağını belirterek, devletin başına geçer.
Ama karşısında temsil ettiği değerlerle eskiden tanıdık olan ve hiç şaşırtıcı olmayan hasım Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’yi bulur. Ve yine para-güç-iktidar peşinde olan Talha-Zübeyr-Ayşe’yi bulur.
Hz. Ali, Talha-Zübeyr-Ayşe üçlüsüne karşı son kerteye kadar savaşmak istemez ve savaşı üçlü ittifakı başlattıktan sonra kendi yönettiği orduyu harekete geçirir. Sonuç ise Hz. Ali’nin başından beri istemediğidir. Talha ve Zübeyr taht-para-güç yüzünden ölürler ve kendileriyle birlikte birçok insanı da her iki taraftan ölüme sürüklerler. Ayşe ise Hz. Ali tarafından “ne bağışlanır ne de affedilir” ama kendisine ölene kadar dokunulmaz ve Hz. Ali kendisini sürgüne gönderir.
Muaviye ile yapılan Sıffın Savaşında ise Şir-i Yezdan Aliyel Murteza, Muaviye’nin ordusu kendi saflarına saldırmadan savaşmaz ve böylece savaşı kendisi başlatmadığını ve ölümlerden mesul olmadığını belirtir. Ki kendisi ancak bu savaşta hile ile yenilgiye uğrar.
Bu hile aracı ise “ Kuran’dır”. Bu hileye ne yazık ki Hz. Ali’nin ordusunda bulunan cahil bir zümre olan Hariciler denilen grup kanar. Ve Hz. Ali’ye karşı Muaviye’nin safında savaş açarlar. Hz. Ali bu sefer kendisini iki cephe arasında bulur. Bunlardan biri Muaviye ikincisi ise Hariciler denilen ihanetçi gruptur.
Bazı Sol Vahabici yazar-çizerler, Harici gerçeğini görmezden gelip neredeyse bu cahil-cuhela Bedevi grubunu dönemin komünistleri yapma, Ali’yi de bu Muaviye hilesine kanan sözüm ona Komünist Haricilere karşı savaşmakla, Ali’yi zalim gösterme gayreti içinde çaba harcamaktadırlar.
Umudunu Ebu Süfyan’dan kesen bizim Ali’siz Yol’suzlar, bu sefer ümitlerini Harici Cehaletine ve İhanetine bağlayarak tarih yazmaktadırlar.
Hz. Ali’nin savaştığı 3 grup olan Talha-Zübeyr-Ayşe, Muaviye ve Haricilerin ortak özellikleri şunlardır;
1 ) Yozlaşma ve yolsuzluklar sonucu makam –mevkii sahibi olmaları
2 ) Arap Irkçısı olmaları ve Arap olmayan halkları dışlamaları
3 ) Kuran’ı, Namazı, Orucu, İbadeti ve Tek Tanrı İnancını hile aracı olarak görmeleri
4 ) Tasavvuftan uzak olmaları
5 ) Cahiliye Dönemi aklı ve mantığı ile hareket etmeleri
6 ) Barışçıl değil her daim saldırgan bir hareket tarzı sergilemeleri
7 ) Hz. Ali’nin ve soyunun eziyet görmesinde ve katlinde dolaylı-dolaysız ortak hareketleri
8 ) Hz. Ali’nin saflarında İrani halklardan insanlar olması ve bu İranlılar’ın gözünde Ali’ye karşı savaşanların Zerdüşt İnancında kötülüğü temsil eden Ehrimen’le özdeş, Ali’nin ise iyiliği, yiğitliği, gücü ve adaleti temsil eden Ahura Mazda ve Mitra ile özdeş olması…
İşte bu nedenledir ki İrani Halklar, Hz. Ali’ye hitaben;
• Pir
• Şah
• Şir-i Yezdan ( Tanrının Aslanı )
• Şah-ı Merdan ( İnsanların Şahı ) gibi kavramları kullanmışlardır. Bu sözcükler ne Türkçe’dir ne de Arapça. Bugün yoğun bir şekilde Alevi İnancında kullanılan bu sözcüklerin tamamı İrani dillere yani Farsça, Zazaca, Kürtçe’ye ait sözcüklerdir.
Hz. Ali’yi, kendisine karşı savaşanlardan ve günümüzde onu karalayan Sol Vahabici Ali’sizlerden farkı O’nun;
• Adaleti
• Yiğitliği
• Cesareti
• Mazlumun yanında olması
• Haksızın karşısında olması
• Makam-mevkii için yolsuzluk ve yozlaşmaya karşı duruşu
• Arap ırkçılığına karşı halkların eşitliğini savunması
• Şekli ibadeti değil tasavvufu esas alması ve tasavvufi bir hayat yaşamasıdır.
• Savaşı en son çare görmesi, barışçıl çözümler için mücadele vermesidir.
İşte Hz. Ali ve O’nun savaştığı değerler bunlardır. O’na karşı savaşanlar ise bugün Ali’siz Sol Vahabiler tarafından “ masum” ilan edilmekte ve Ebü Süfyan-Muaviye-Harici değerleri kutsanmaktadır. İşte Emevi-Harici değerlerini kutsayan Sol Vahabiciler, yeryüzündeki en büyük cinayeti işliyorlar çünkü tarihi hakikatleri çarpıtıyorlar. Her gün hakikati katlediyorlar.
Değerli okuyucular dikkat ettiyseniz teolojik meselelere girmeden sadece siyasal İslam tarihi içinde cereyan eden hadiseleri ele almaya çalıştım. Ve aşağıda da Sol Vahabilik Ürünü tarihsel Ali’ye hakaret içeren bir hakaretnameyi sizlerle paylaşarak bu düşüncenin somutluğunu ortaya koymak istiyorum.
İki ALİ vardır, sizinki ARAP
Gönüllerde düştür, bizim ALİ'MİZ
Sizin Ali devri eyledi harap,
Mazluma yoldaştır bizim Alimiz
Sizin ali kana kine doymadı
Bizim Ali hiçbir cana kıymadı
Sizin Ali hakkı insan saymadı
Temsili zerdüştür bizim Alimiz
Sizin Ali düşman müziğe meye,
Bizim Ali saki olur dünyaya
Sizin Ali yüzün döndü kayaya
Kıblesi güneştir bizim Alimiz
Sizin Ali taptı ganimetlere
Bizim Ali ortak oldu dertlere
Sizin Ali ruhun verdi kurtlara
Emekçiye baştır bizim Alimiz….
İşte bir Sol Vahabilik Örneği... Bu yazım türüm ancak ve ancak edebiyat, estetik, tarih, teoloji bilmeyen bir Sol Vahabiliğin ürünü olabilir ki somut tahlilde durum da böyledir.
Şir-i Yezdan’a yönelik bu hakarete, tarihte sadece Emeviler döneminde rastlanır. Bilindiği üzere Emevi Rejimi 100 yıl boyunca cami ve mescitlerde Hz. Ali’ye hakaret etmiş, Hz. Ali ve ailesine hakaret etmeyi bir ibadet haline getirmiştir.
Özür beklemek mi? Bence benim ki çok saf bir beklenti. Lakin tarihe de bir not düşmüş olsun. Ben ise Emekçi’nin bu hakaretnamesini dinleyene kadar, severek dinlediğim Emekçi ile kalayım. Artık dinlemiyorsam, sebebi çok belli iki Emekçi vardır biri Ali öncesi, biri Ali sonrası…