…
Erdebil Gecesi yağmurlu geçti, sabah kalktığımda güneş dolu bir Erdebil sabahına uyandım ve Şah İsmail Hatayi’nin kabrinin başına vardım. Şah İsmail Hatayi’nin kabrinin bulunduğu türbe alanına İran’da yaygın ismi ile “Şeyh Safi Türbesi” deniyor.
Şeyh Safi uzun ismi ile Şeyh Safiyüddin, Şah İsmail Hatayi’nin mensup olduğu ailenin ilk tanınan ismi ve atası. Şah İsmail Hatayi, 1501 yılında Tebriz Şehrini Akkoyunlular’dan alıp, devletini kurduğunda, Şah; devlete büyük atası, tekkenin kurucusu ve Ehl-i Hak Şeyhi olan Şeyh Safi’nin ismini verdi: Safevi Devleti
Safi’ye mensup olanların devleti manasında Safevi ismi tercih olundu ve ismini bir Ehl-i Hak Şeyhinden alan Kızılbaş Devleti böylece 1501 yılında kurulmuş oldu.
Şah İsmail Hatayi’nin kurmuş olduğu devlete dedesi Şeyh Cüneyd’in, babası Şeyh Haydar’ın, abisi Sultan Ali’nin ve kendi ismi İsmail’i isim olarak tercih etmemesi iki şeye işaret etmektedir;
1 ) Ailenin kurucusuna bağlılık, ataya bağlılık ve ahde vefa
2 ) Dergahı ve Tarikatı kuran kişinin büyük atası Şeyh Safi olması ve Şeyh Safi’nin isminin ölümünden 1,5 asır sonra dahi Batı İran ve Anadolu’da ki etkili Batini Kişiliğini koruması
Şah İsmail Hatayi Hakka kavuştuğunda, Erdebil’de Şeyh Safi’nin yanı başına defnedilmiştir. Dergah içinde yine Şah İsmail Hatayi’nin annesi Alem Begüm Sultan’ın kabri de bulunmaktadır.
Türbenin içine küçük bir İran bahçesini geçerek giriyor, daha sonra geniş avlulu bir meydana çıkıyor, akabinde de Türbelerin ve Cemhane’nin bulunduğu iç bölüme geçiyorsunuz.
Şeyh Safi Türbesinin avlusunda Çaldıran Savaşında hayatını kaybeden Kızılbaş komutanların mezar taşlarını da görebilirsiniz.
Şeyh Safi Türbesini içine alan dışı çinilerle süslü kümbetin ismi “ Allah Allah” ve bu ismi de üzerinde yazılı “ Allah Allah “ sözcüklerinden alıyor. “ Allah Allah” ifadesinin, kümbet mimarisinde yerini alması bir tesadüfün eseri değil, bir hakikatin tezahürüdür. Her alnı cem meydanında secdeye varmış Alevi bilir ki , “ Allah Allah “ ifadesi Alevi İbadet Sistemi içerisinde olmazsa olmaz bir zikirdir ve “ Amin / Amen” sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Türbenin avlusunda göze çarpan en önemli kabirlerden biri Şah İsmail Hatayi’nin annesi Alem Begüm’ün cam bir kafes içinde ki kabridir. Neden Cam Kafes içerisinde, peki?
Safevi Devleti 1720’lerde fiili olarak sona eriyor ve yerini başka hanedanlar alıyor. Afşar Hanedanı, Kaçar Hanedanı, Pehlevi Hanedanı peşi sıra İran Tarihinde 1720’lerden 1979’a kadar yer ediniyorlar. İşte Safevi Devleti sonrası 2 asrı aşkın süre zarfında Şeyh Safi Türbesi bakımsız kalıyor, İran-Rus Harbi sırasında Rus Ordusu tarafından Türbe yağmalanıyor ve daha pek çok olumsuz durum sonucu bakımsızlık ve ilgisizlikten Alem Begüm Sultan’ın kümbeti yıkılıyor ve bir daha da yenisi yapılmıyor. Ve Cam bir kafes içinde Kızılbaş Devleti’ni kuran Şah’ın annesinin mezarı restorasyona ihtiyaç şekilde bekliyor.
Değerli Canlar, konu Alem Begüm Sultan’a gelmişken bir dönem AKP’den mebus olan ve Başbakanlık Danışmanlığı yapan Reha Çamuroğlu’nun “ İsmail” adlı kitabında ki tarihi hakikatle bağdaşmayan “ İsmail İmajına” dikkatinizi çekmek istiyorum.
Reha Çamuroğlu , “ İsmail” adlı romanında “ Şah İsmail’in annesi Alem Begüm’ü katlettiğini” ifade eden bir kurgu ile Osmanlı Sarayının beş asrı aşkın “ Kızılbaş Aleyhtarı Propagandasına” ne yazık ki son iki asırda katkı sağlamış ve “ Şah İsmail Hatayi şahsiyetine “ yönelik “ Kara Propagandayı “ edebiyat alanına taşımıştır.
2016 yılı Mayıs ayı İran Gezisi öncesi, Ankara’da sohbet imkanı bulduğum Reha Çamuroğlu’na “ İsmail” adlı romanında ki “ anne katili kurgusunu” , tarihi bir hakikat olarak kabul edip-etmediğini sorduğumda, kendisi yazmış olduğu romanda ki o bölümün tarihi hakikat olduğunu söylemiş, bu cevabı üzerine kendisine bu tarihsel bilginin kaynağını sorduğumda, Osmanlı Saray Tarihçilerinin yazdıklarını delil olarak ileri sürmüş ancak savını teyit eden başka bir kaynak ileri sürememiştir. Reha Çamuroğlu’na, Osmanlı Sarayı Resmi Tarihçiliğini hakikat olarak kabul edip-etmediğini sorduğumda ise “ tarihi hakikat “ olarak ifade ettiği “ anne katili imajının” nasıl da bir Osmanlı Sarayı “ kara propagandasına” dayandığını fark etmiş olacak ki, bu sefer de kendini şu cümle ile ifade etmiştir ; “ Ben , Aleviler’e Aleviler’in de devlet için iktidar için annelerini dahi katledebilecekleri mesajını vermek istedim, o nedenle İsmail’a Annesi’ni öldürttüm “ demiştir.
Reha Çamuroğlu ile yapmış olduğumuz bu sohbetin aracısı ve tanığı da Dersim Milletvekili Hüseyin AYGÜN’dür.
Neden mi bu satırları yazdım ve tanık ismi verme gereği duydum?
1 ) Reha Çamuroğlu’nun “ İsmail” adlı romanının ana mesajının Alevi Toplumunun Tarihsel bir Sembol Şahsiyetine karşı kara propaganda içeriyor olması
2 ) Reha Çamuroğlu’nun kendisi ile yapmış olduğumuz sohbeti “ hafıza-i beşer nisyanla malüldür” sözünün arkasına sığınarak kabul etmeme ihtimali de tanık ismi verme gereğine yol açmıştır.
Reha Çamuroğlu, hiç kuşkusuz iyi bir kalem lakin kaleminin verdiği mesajın Alevi Toplumunun Tarihsel Hafızasına zarar verdiği ve hafıza ayarlarıyla oynamaya çalıştığı da bir o kadar şüpheden uzak bir durum olduğunu belirtmek isterim.
Neden peki?
Değerli Okuyucu,
Beni, İran’a sürükleyen dört önemli husus vardı;
1 ) İran’da ki Alevi Topluluklarıyla temas sağlamak ( ki çok şükür cem ibadetlerine katılma ve onlarla tanışma imkanım oldu ) , Türkiye’de ki Resmi Tarih’in Orta Asya’cı ve Türkçülük odaklı Alevilik Araştırmalarına karşı, İranoloji odaklı Alevilik Araştırmalarına bir nebze katkı sağlamak ve Aleviliğin gelişiminde sadece Turani değil, Aryan ve Sami Kültürlerinin / Dillerin de dominant etkisi olduğuna da dikkat çekmek
2 ) Anadilim Zazaca ile yakın akraba İrani dillerin konuşulduğu bölgeleri gezebilmek ve somut veri toplayabilmek ( ki Hazar Denizi kıyısında Taliş Şehrinde Taliş Dilini Konuşan Taliş Halkından konuksever insanlarla sohbet etme imkanım oldu )
3 ) Benim nazarımda Ortadoğu ve Dünya tarihini değiştiren, ölümünden 5 asır sonra dahi edebi eserlerine beni ve milyonları aşık ettiren Şah İsmail Hatayi’nin türbesini ziyaret etmek ve Erdebil Tekkesini, Safevi Tarikatını/Tarihini ve Devletini daha yakından tanıyabilmek (ki bu muradıma da nail oldum )
4 ) Antik Dönem’den Modern Dönem’e İran Tarihi üzerinde birinci elden bilgi sahibi olmak (ki Şiraz’da Antik Persepolis Şehri Gezisi, Tebriz ve Tahran’da ki Antik Döneme ait eserlerin sergilendiği müzeleri de gezerek bu hayalimi de gerçek kıldım )
Yukarıda ifade ettiğim amaçlar doğrultusunda, 12 Mayıs 2016 tarihinde Erdebil Şehrinde Erdebil Tekkesi içinde buldum kendimi ve Reha Çamuroğlu’nun ileri sürdüğü sav hakkında Türbe Görevlisi Nesrin Mihrevizade Hanım’la görüntülü kayıt eşliğinde sorumu yönelttim.
Nesrin Mihrevizade, Şah İsmail Hatayi’nin annesini katlettiğine dair Osmanlı Saray Tarihçiliğinin ve ondan beslenen talihsiz edebiyatın savı için ; “ İlk defa duyuyorum, böyle bir şey yok, kesinlikle de böyle bir şey olmamıştır, İran tarihinde böyle bir sav bugüne kadar ne duyuldu ne de konuşuldu” diyordu.
Nesrin Mihrevizade ile sohbet öncesi gezi rehberim Aydın Bey’e de bu konuyla ilgili bilgisi dahilinde görüşünü sormuş, ondan da aynı cevabı almıştım ; “Tarihte böyle bir olay yaşanmadı, ilk defa duyuyorum “
Reha Çamuroğlu , “ İsmail” adlı romanını yazarken Erdebil’e yolu düşmedi, yolu düşmüş olsaydı şayet kendisi tarihi hakikatle bağdaşır bir edebi eser ortaya çıkarabilirdi, ŞÜPHESİZ diyor ve Sayın Çamuroğlu’nun fikir dünyasına ilişkin tespitlerimi burada bitiriyorum.
Değerli Okur,
Türkiye’de Alevi Yazar cenahından gelen Şah İsmail hakkında ki ikinci bir “ kara propaganda “ ise ; “ Şah İsmail’in Anadolu’dan kendisine iltica eden Şah Kulu’nu infaz ettirdiği ve bazı Kızılbaş’ları katlettiği” yönünde ki aslı astarı olmayan kara propaganda çalışmalarıdır.
Oysa ki;
1 ) Tarih ve Kronoloji bilimi konusunda yeterli hassasiyeti gösteren karşılaştırmalı tarih okuması yapan her kişinin karşısına şu gerçek çıkar; Şah Kulu, İran’a gitmeden önce Hakka kavuşmuştu. Çünkü Osmanlı Ordusu ile yaptığı cenklerden birinde ölümcül bir yara almıştı ve o ölümcül yara Şah’a kavuşamadan ruhunu bedeninden almıştı.
2 ) Şah Kulu ile birlikte hareket eden ve Şah Kulu’nun vefatı sonrası Tebriz’e Erdebil’e doğru hareket eden Kızılbaş Topluluklar içinde bir grup, İran- Anadolu hattında giden bir ticaret kervanına saldırmış, yağma ve katliama karışmıştır. Şah İsmail Hatayi, İran’a gelen Kızılbaş Aşiretleri içinde bahse konu kervan yağmasına ve katliamına katılanları tespit ettirmiş ve dönemin hukuk kurallarına göre Devlet-i Kızılbaş’ın adli makamları kararlarını vermiş, katil ve yağmacı kişiler cezalandırılmış, yağma ve katliamla ilgisi olmayan iltica eden diğer gruplara İran mülkünde tımar verilmek suretiyle, ihya edilmişlerdir. Meselenin özü bu iken, Kızılbaş’lığa sığmayan eylemlerinden dolayı cezalandırılan cürüm şebekesinin akıbetleri bugün kara propaganda için kullanılmaktadır.
3 ) Diğer bir husus ise Şah İsmail Hatayi ile Şah 2. İsmail’in Türkiye’de Alevi Yazar Cenahında karıştırılması, 2. İsmail’in eylemlerinin Şah İsmail Hatayi’ye yüklenmesine ilişkin kara propagandadır.
Şah İsmail Hatayi’den sonra tarikat postuna ve taht-ı Kızılbaş’a oğlu Şah Tahmasb, Şah Tahmasb’tan sonra ise 2. İsmail geçmiştir. Anlayacağınız 2. İsmail, Şah İsmail Hatayi’nin torunu olmaktadır.
Şah Tahmasb, hayatının sonlarına doğru oğlu İsmail’i kötü huylu karakteri nedeniyle zindana attırmış ve ölümü sonrası yerine gözleri görmeyen oğlu Muhammed Hudabende’nin geçmesini vasiyet etmiştir. Ancak Şah Tahmasb’ın ölümü sonrası devletin ileri gelen Kızılbaş Aşiretleri / Komutanları/Beyleri ve devlet yöneticilerinin çoğunluğu “ kör biri nasıl Şah olur” diyerek, Şah Tahmasb’ın iradesine hilafen zindanda bulunan oğlu İsmail’i Şah olarak kabul etmişlerdir. Şah 2. İsmail’de iş başına gelir gelmez, dedesi Şah İsmail’in nizamını değiştirmek istemiş, ileri gelen Kızılbaş Devlet yöneticileri dahil Safevi Hanedanına mensup bir çok şehzadeyi katletmiştir. Şah 2. İsmail, Safevi Devletinin dinsel doktrinini de değiştirip, Sünni Mezhebine geçmek isteyince kendisine karşı Kızılbaş Aşiretler isyan etmiş, Şah 2. İsmail terör dolu uzun ve koca bir yıllık saltanatın sonunda 1577’de tahttan indirilmiş ve öldürülmüştür.
2. İsmail faciası sonrası Kızılbaş Aşiretleri ve devlet erkanı, Şah Tahmasb’ın vasiyetine uyarak gözleri görmeyen Muhammed Hudabende’yi Tarikat Postuna ve Taht-ı Kızılbaş’a getirmişler ve Gözleri Görmeyen Devlet-i Kızılbaş’ın 4.Şahı Muhammed Hudabende 11 sene koca İran Mülkünü yönetmiştir.
Sevgili okuyucu işte 2. İsmail’in hikayesi bu minval üzerinedir. Lakin dikkat edecek olursanız Şah İsmail Hatayi’ye yönelik kara propaganda faaliyetinde bulunanların bazı karakteristik özellikleri vardır;
1 ) Tarih – Kronoloji nedir bilmezler, bilseler de işlerine gelmez
2 ) Kahir ekseriyeti Şah-ı Merdan Ali’ye, On iki İmam’lara düşmandır ve aleyhte faaliyet yürüten tipolojilerdir.
3 ) Şah İsmail Hatayi’nin şiirlerinde kendisini On İki İmam’a bağlamasını, Şah-ı Merdan Ali’ye olan aşkını ve Muhammed Mustafa’ya olan muhabbetini ve ağırlıklı olarak Türkçe cem ibadetlerinde Şah İsmail Hatayi’nin edebi eserlerinin okunmasını hazmedemeyenlerdir; Kara Propaganda faaliyetinde bulunanlar.
Değerli Okur,
“Pir Sultan Yok, Pir Silvan var” diyen düşünce sistemi pek doğaldır ki Şah İsmail Hatayi’yi de Alevi Toplumsal Hafızasından silmeye çalışacaktır. Ancak ben, Alevi Toplumsal Hafızasını yok etmek ve Alevi Toplumsal Hafızasını “ vahabizmin sol versiyonu fikirlerle” doldurmak isteyenlere karşı; Güneş Takvimi hesabına göre Perşembe gecesi / Kameri Takvim hesabına göre Cuma Gecesi cem bağlanan tüm Cemevlerinde, bu “ sol vahabizmin hafıza silme çalışmalarına” Şah İsmail Hatayi’nin tevhid, duaz-ı imam, miraçlama ve mersiyeleriyle geçit vermediğini ve vermeyeceğini mutlulukla takip ettiğimi ifade edip, sağlıcakla kalın diyorum.
Devam edecek….
Av. Cihan SÖYLEMEZ