Bava Tahir’in hayatta olduğu dönemde, İran’da Arap egemenliğine (kimi tarihçilerce Dersimliler’in ataları olarak kabul edilen)  Ali Büveyhiler /Allaviler Devletince son verildiğini, İran’da Arap işgalinin son bulduğunu ve İran’da Ehl-i Beyt taraftarı olan ilk Alevi Devletinin de kurulu olduğunu belirtelim.

Tahran Bölümü

Tebriz’de ki otelimizden sabahın erken saatlerinden ayrılıp, Tebriz Havaalanına gittik. Tebriz Havaalanında İranAir’e ait uçakla Tahran’a doğru Asuman-ı İran’da yolculuk ettik.

Gökyüzünden dikkatinizi; İran coğrafyasının dağlar ve dağlar arasında kalan çöller, dağ eteklerindeki şehirler çekecektir.

İran kendi uçağını kendisi üreten bir ülke. Ambargoya rağmen teknoloji açısından epey bir mesafe aldıklarını söyleyebilirim. Bu arada İran’da,  uçakların çok sık düştükleri de bir ara tüm dünyanın malumuydu. Bu konuyu da rehberimize sorduk.

Rehberin anlattığına göre ambargo nedeniyle uçakların bakımı ve onarımı ile ilgili malzemeleri yurtdışından alamamışlar, bu süre zarfında bakımı ve onarımı yapılmayan / yapılamayan uçaklardan bazıları da içindeki yolcularla birlikte feci sona sürüklenmiş.

MEHRABAD HAVAALANI ; BİR DEVRİMİN VE DEVRİLİŞİN SEMBOLÜ..

1 saatlik yolculuktan sonra İran Mehrabad Havaalanına iniyoruz. Mehrabad Havaalanı, İran Devrim Tarihi açısından önemli bir hava alanı. Son Pehlevi Şah Muhammed Rıza ve Eşi Ocak 1979’da ülke de artan ayaklanmalar nedeniyle, bu havaalanından yurt dışına kaçtılar.

Son Pehlevi’nin kaçışı ile birlikte İran’da 2500 yıldan bu yana devam eden Monarşi’de son bulmuş oldu.

Şah’ın kaçışı sonrası Fransa Hava Yollarına ait uçakla Ayetullah Humeyni,  1 Şubat 1979’ta Mehrabad Hava Alanına indi.

Uçaktan indiğinde,  kendisini on binlerce taraftarı karşılamıştı. Ve artık İran tarihi farklı bir döneme giriyordu.

Humeyni ve ekibi, ilk başta ülke de sol hareketlerle Şah’ı devirmek için ittifak yapmışsalar da 1979 yılında ki Anayasa Referandumu sonrası artık ittifak dağılmıştı.

Anayasa Referandumu sonuçlarına göre artık “ İran İslam Cumhuriyeti “ vardı. Modern Hukuk Kuralları askıya alındı, İslam Hukuku esas alındı, Humeyni ömür boyu İran’ın “ dini rehberi “ seçildi.

Caferiye Şiiliği, ülkenin resmi inancı olarak kabul edildi. Ve Şii’lik teolojisi üzerine devlet yapılanmasına gidildi.

İmam Mehdi’nin “ gaip “ olduğu ve bir gün zuhur edileceğine dair inancın sonucu, 12. İmam’ın zuhur etmesine kadar ülkeyi onun adına vekaleten yöneten bir makam olan; Velayet-i Fakih makamı yaratıldı.

Velayet-i Fakih’e göre, İran’da “ gaip imam “ gelene kadar onun adına seçilmiş ve sorumlu tek bir kişi vardı o da; Ayettulah Humeyni’ydi.

1989 yılında, Humeyni’nin ölümü sonrası ise Uzmanlar Meclisi tarafından Ali Hamaney, ömür boyu bu makama getirildi.

Ali Hamaney,  şu anda İran Anayasasına göre; 12. İmam Mehdi’nin vekili ve ülkenin dini rehberi.

Mehrabad Havaalanına inişten sonrası konforlu bir otobüsle Tahran Gezisine başlamış olduk.

İlk Noktamız Azadi Meydanı ve Azadi Anıtı…

Azadi Anıtı, Mehrabad Havaalanından Tahran’a doğru giden bir yolda, büyük bir meydanın ortasında 1970’lerde inşaa edilmiş bir anıt.

Son Pehlevi Şah Muhammed Rıza, İran ( Pers ) İmparatorluğunun 2500. Yıl anısına ülkenin her yerinde olmak üzere başkentte de sembolik anıtlar inşaa ettirmiştir.

Şunu ifade etmek gerekir ki; İran’ın tarih anlayışı ile Türkiye’nin tarih anlayışı çok farklıdır. Türkiye’nin tarih anlayışı “ etnik Türk tarihi “ üzerinedir. İran’ın ise “ coğrafik tarih” anlayışıdır ve “ etnik tarih “ üzerine kurulu değildir.

cihan_ic.jpgİran’da Med İmparatorluğunun kuruluşu, İran imparatorluk tarihinin başlangıcı kabul edilir. İran’da “ Med’lerin Fars olup-olmaması”  önemli değildir, İrani bir kavim olmaları ve İran coğrafyasında ilk devlet kurmaları önemlidir.

İran’ın Araplar tarafından işgaline kadar (yani 656 yılına kadar),  İran’da İsa’dan Önce 600’yıllardan İsa’dan sonra 656 yılına kadar yaklaşık olarak 1000 yıllık süre zarfında Med’ler, Ahemeniş’ler, Part’lar ve Sasaniler hüküm sürmüşlerdir.

Bu dört imparatorlukta İran coğrafyasında Aryan kabileler tarafından kurulmuştur. Ahemeniş İmparatorluğu’nun İskender tarafından yıkılması sonucunda İran’da M.Ö 330 – M.Ö 247 yılları arası 77 yıllık bir süre (Selevkoslar Dönemi ) Yunan Hakimiyeti söz konusu olmuştur.77 yıllık bir esaret döneminin ardından Aryan kabileler isyan başlatmış ve M.Ö 247 yılında İran’da Yunan Hakimiyetine son vererek Part İmparatorluğunu, Part’lardan sonra da Sasani İmparatorluğunu kurmuşlardır.

İran’da M.Ö 600’lü yıllarda başlayan “ monarşi” ve “ şah’lık” düzeni, İslam’dan sonrada İran’da devam etmiş ve İran’ı yöneten her hanedan ister Azeri olsun ister Kürt olsun, ister Fars olsun kendisini İslam öncesi İran İmparatorluklarının devamı saymış ve İran’ı yöneten son hanedan olan Pehlevi Hanedanı ve şahları da bu geleneği devam ettirmişlerdir.

Peki, Türkiye’de durum ne? Türkiye’de okutulan tarih, sadece “ Türk Tarihidir “ , Türkiye’nin üzerinde kurulu olduğu Anadolu ve Trakya’nın tarihine önem verilmez.

Anadolu Medeniyetleri merkezli bir tarih okutulmamasının sonucu olarak ta yaşadığı toprakların tarihine yabancı ama hiç yaşamadığı Orta Asya / Uzak Asya tarihine hasbel kader vakıf nesiller yetişiyor.

Ve bu nesillere verilen tarih bilinci ile İslam öncesine ait ne varsa önemsiz ve kafir işi gördürülüyor. Ankara’da “ Hitit Sembolüne” savaş açılıyor. Belediyenin simgesi olan kaç bin yıllık bir sembol yerini, okullarda verilen çarpık tarih derslerinin etkisiyle başka bir sembole devrediyor.

Türkiye’de okullarda okutulan tarih “ Anadolu- Trakya-Mezopotamya-İran “  merkezli bir tarih olmadığı sürece, Türkiye’de farklılıkların bir arada yaşamasını sağlayacak bir bilinç ne yazık ki oluşturulamaz.

Tekrardan geziye dönecek olursak, Azadi Anıtı İran’ın kaç bin yıllık tarihinin sembolü ve bu sembol 1979 İran Devrimi Sonrası da gücünü korumaya devam ediyor.

Azadi Anıtı ve Meydanını gördükten sonra, Demavend Dağının eteklerinde kurulu olan Tahran’ı gezmeye devam ediyoruz. İkinci rotamız “ Golestan  (Gülistan) Sarayı “…

GOLESTAN SARAYI…

Gülistan Sarayı, Şah İsmail’in oğlu Şah Tahmasb döneminde inşaa edilmeye başlanıyor daha sonra ise 1700’lü yıllarda Kaçar Hanedanı döneminde saraya yeni yapılar ekleniyor ve saray gittikçe genişliyor.

Bu saray gezisinde ilk dikkatimi çeken şey, Osmanlı saraylarında olmayan  “çiniler üzerinde resmedilmiş insan minyatürleriydi “ …

İran şehirlerini ve tarihi yapılarını gezdiğinizde İran’da Güzel Sanatlara ne kadar önem verildiğini fark edebiliyorsunuz.

Osmanlı’da duvarlara “ insan resmetmek “ “ insan ve hayvan heykelleri” yapmak, Sünni İslam’ın etkisi ile yasaktı. İran’da Savefi Kızılbaş Devleti’nin kurulması ile beraber  “ Sünni İslam’ın yasak saydığı tüm güzel sanatlar “  büyük bir gelişme göstermiştir.

Monarşinin devam ettiği 1979 yılına kadar İran’da güzel sanatlar her daim gelişmiş, insan portreleri saray ve kale duvarlarının, halıların, mescitlerin içini ve dışını süslemiştir.

Golestan Sarayının duvarları da, Osmanlı’da görmeyeceğiniz “ kadınlı erkekli insan tasvirleri “ ile bezenmiştir.

Golestan Sarayı mimarisinde “ elinde kılıç olan bir aslan ve arkasında güneş “ tasviri, içindeki diğer bölümlerden daha fazla dikkatimi çekti.

cihan_ic1.jpgASLAN, GÜNEŞ VE KILIÇ’IN ÜLKESİ İRAN VE DERSİM…

Aslan ve Güneş figürleri, İslam öncesi İran’da devleti temsilen kullanılan figürlerdi. Persepolis’i gezdiğinizde en fazla dikkatinizi çeken figür “ aslan “ figürüdür.

İslam’dan sonrada İran’da kurulan devletlerde “ aslan, kılıç, güneş” sembollerinin olduğu bayraklar çok sık kullanılmıştır. İranlılar bu kavramalara “Şer u Şimşer u Horşid “ diyorlar.

Bu semboller, İran’da Savefi Kızılbaş Hakimiyeti’nden ( 1500 )  son Pehlevi Hanedanına kadar (1979) “ Şer u Şimşer u Horşid “ sürekli olarak İran bayrağında yerini korumuştur.

Bu sembolün iki tür manası olduğu kanaatindeyim. Birincisi İran’da Arap egemenliğinin son bulduğu 900’lü yıllardan sonra bölgeye hakim olan İranlı hanedanların kendilerini, İslam öncesi Sasani İmparatorluğu ve öncesine bağlama gayreti.

İkinci manası da, İslam sonrası “ Ali Taraftarlığının “ bir göstergesi olması durumudur. Bilindiği üzere Hz. Ali’nin Allah’ın Aslanı olduğu, Zülfikarın adaleti temsil ettiği, Güneş’in de Hz. Muhammed Mustafa’yı temsil ettiği görüşü Şia’nın çeşitli kollarında olduğu gibi Kızılbaş’larda da güçlü bir inançtır.

“ Aslan, Kılıç ve Güneş” e birçok anlam izafe edilebilir ama ben bu kavramların sırasıyla devlet geleneğinde  “ gücü, adaleti ve inancı “ temsil ettiğini düşünüyorum.

Dersim’in bu sembollerle ilişkisi nedir?

Dersim’de Turani Kültür’den etkilenmemiş yaşlılarımız sabahları yataklarından ilk kalktıklarında yüzlerini güneşe döner “ Ya Tija Mıhemedi “ diye başlayan Zazaca dualar ederler ve yüzlerini yıkarlar. Rae Haq yolunda ki Dersimliler dualarında önce tabiat, arkasından komşuları ve sonunda kendileri için “ Tanrı’nın kendilerine yardımda bulunmasını, kötülüklerden uzak tutmasını, aydınlığı üzerlerinden eksik etmemesini “  dilerler.

Rae Haq’ı reddetmiş, yoldan ( ideolojik ve dini nedenlerle)  kopmuş ve ata dillerini bilmedikleri için haberi dahi olmayan genç çoğunluk Dersimliler’de ise bu dualara rastlanılmaması da son yarım asırda görülen başka bir olgudur.

Gerek İslam öncesinde gerekse de İslam sonrasında “ Şir u Şimşer u Horşid”  sembolü İran’da önemini yitirmemiş,   saraylarda ve ibadet yerlerinde duvarları ve kapıları süslemeye devam etmiştir.

Dersim’de Cemevlerinde olduğu gibi neredeyse her evde ve işyerinde de “ Hz. Ali’nin, 12 İmamların, Aslan-Kılıç ve Güneş’in bir arada olduğu “  duvar portreleri görmek mümkündür.

Bu semboller içinde “ Zülfikar”  ise inanca bağlılığın ve egemen baskıcı Sünni inanca bir tepkinin simgesi olarak gerek Dersim’de gerekse de Anadolu’da genç nesil Alevi’ler tarafından takı olarak kullanılmaktadır.

Yine meslek dolayısıyla yürüttüğüm davaların keşiflerinde, yaşlı nesil Dersimliler’de davacı ve davalılar tarafından, tanık ve bilirkişilerin gerçeği söylemesi ve adaletten kopmaması için onlara “ Önüm Yar ( uçurum)  , Arkam Zülfikar “  tarzında yeminlerin teklif edildiğine çok sık kere şahit oldum.

İran’dan Dersim’e uzanan bu semboller ve sembollerin algısı üzerine düşüncelerimi belirttikten sonra Tahran turu izlenimlerine devam edeli

Gülistan Sarayı gezisinden sonra Tahran Arkeoloji Müzesini ve İran Merkez Bankasını ziyaret ediyoruz.

Arkeoloji müzesi esasen İstanbul’da ki müzelere göre zayıf diyebilirim. Çok fazla tarihi esere rastlayamadık. Buna karşın İran Merkez Bankasında ki gezimiz daha verimliydi.

İran Merkez Bankasın da, ulusal mücevherat varlığının sergilendiği bir bölüm var. Bu bölümü gezdiğinizde Savefi’leden başlamak üzere Son Pehlevi Hanedanına kadar elmas, zümrüt, altın , yakut ve diğer paha biçilmez taşlarla süslü tahtlar, taçlar, asalar , silah kılıfları, kılıçlar, kamalar ve diğer pek çok değerli eşyayı görebilirsiniz.

SAVEFİLER, OSMANLILAR’DAN DAHA ZENGİN BİR DEVLET…

Osmanlı ile Savefiler arası zenginlik yönünden bir mukayese yapmak gerekirse Savefilerin Osmanlı’dan daha zengin olduğunu belirtmek gerekir. Özellikle de Savefi Başkentlerinden İsfahan’ı gezdiğimizde, Savefi Şahlarının Osmanlı Şahlarına göre ülkelerini daha bayındır hale getirdiklerini söylemek mümkün. Dikkat edilecek olursa Osmanlı bir Anadolu devleti olmaktan çok, ünlü ve bilge tarihçi İlber Ortaylı Hoca’nın deyimiyle bir “ Balkan İmparatorluğudur”. Osmanlı’nın eserlerinin çoğu Anadolu’dan çok Balkan coğrafyasındadır. Ve Osmanlı, Balkanlar’ı kaybettikten sonra varlığını da kaybetmiştir.

Müze ve Merkez Bankası gezimizin ardından yemek yiyeceğimiz restorantımıza doğru yol alıyoruz. Otobüsümüz başkent Tahran’ın en büyük bulvarlarından biri olan “ Kürdistan Bulvarı”nda yoğun trafikte ilerlemeye başlıyor.

Ankara’da bir “ Kürdistan Bulvarı “ mümkün mü?

Tahran’ın en büyük bulvarlarından birinin Kürdistan olduğunu öğrendiğimde, Türkiye’nin Kürtler konusunda sembolik olarak İran’a göre çok daha geri pozisyonda olduğunu bir kez daha fark ettim.

İran’da tahminlere göre 10-12 milyon arası Kürt nüfus var. İran’ın eyaletlerinden biri de  “Kürdistan “ eyaleti. Kürtler’in çoğunluğu ise ekonomik nedenlerden ötürü Kürdistan eyaleti dışında ki İran şehirlerinde yaşıyor.

İran’da ki Kürt varlığının yüzde yetmişine yakının Şafii mezhebinden olduğunu, geriye kalanların ise Şii ve Ehl-i Hak mezheplerinden olduğu tahmin ediliyor. Kürt nüfusun büyük bölümü Soranice, küçük bir bölümü ise Gorani ve Kurmanci dillerini konuşuyor.

İran’ın mezhepsel bütünlüğü dışında kalan yine iki etnik gruptan biri de Kürtler. Diğeri ise İran’ın doğu sınırlarında ki Beluci topluluğu. Kürtler ve Beluciler, İran’ın iki büyük Sünni gruplarından biriler.

İran’da Kürt algısı, Türkiye’ye göre çok farklı…

İran’da, Türkiye’nin aksine tarihin hiçbir evresinde Kürt’ler inkar edilmemiş, Kürt’lerin kültürel haklarının inkarı söz konusu olmamıştır. Kürtler, İran tarihi içinde İran’ı oluşturan Aryan kabilelerden biri görülmüş, üzerlerinde yaşadıkları coğrafya hem Şah’lık döneminde hem de İslami Cumhuriyet döneminde “ Kürdistan” olarak anılmıştır.

İran’da,  Türkiye’de olduğu gibi “ Kürtçe konuşma yasağı” diye insanlık dışı bir devlet politikası uygulanmamıştır.

İran’ın Son Şahı olan Şah Muhammed Rıza Pehlevi, Kürtler’e olan pozitif ilgisi nedeniyle özel uçağının ismini dahi “ Kürdistan” koymuştur. Hatta Şah 2.Pehlevi, 1960’lı yıllarda Türkiye’ye geldiğinde uçağının isminin “ Kürdistan” olması Türkiye’yi panikletmiş ve bu yönde haberlerin yapılmaması içim basına baskı uygulanmıştır.

İran’da Kürtlerin yaşam alanını,  ülkenin en batısında ki Kürdistan eyaletinden tutun ülkenin en doğusunda ki Horasan Eyaletlerine kadar ülkenin her yerine yayıldığını belirtmek gerekir.

İran’da, yine Türkiye’nin aksine Kürt’lerin köyleri ve mezraları ne yakılmış ne de boşaltılmıştır. Zorunlu iskan gibi, Dersim 1937-38 Katliamı gibi bir durum İran’da yaşanmamıştır.

İran müziğinin ve sinemasının bel kemiğini bugün Kürtler oluşturmaktadır. En son, Kürdistan eyaletine yakın dönemde ziyarette bulunan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yaptığı bir konuşmada “ Her Biji Kürdistan” demiştir.

İran’da “ Ali Taraftarlığının “  birleştirici bir olgu olduğunu Tebriz gezisi bölümünde belirtmiştim. İran Kürtler’in çoğunluğu Şafii olmasına rağmen Ali sevgisinin güçlü olması, birlik durumunu güçlü kılıyor.

Yine İran’da ki Fars Milliyetçileri, Kürtleri de kendileri gibi Aryan görüyor ve İslam öncesinden bu yana devam eden derin tarihi bağlar nedeniyle Kürt-Fars birlikteliğini güçlendirmeye çalışıyorlar.

Kürtler ve Farslar’ın paylaşamadıkları Şair:  Bava Tahire Hemedani…

İslam sonrası İran edebiyatının ilk yazılı edebi eserleri Bava Tahire Hemedani adlı bir Ehl-i Haq şairine aittir. Bava Tahire Uryan, Aleviliğin edebi öncüllerinden biridir.

Bava Tahire Uryani’nin etnik kimliği tartışmalıdır. Kimisi Kurmanc, kimisi Lur, kimisi Gorani olarak görür. Ancak şüphe götürmeyen şey ise onun Alevi Ehl-i Haq inancından olması ve Batini görüşte bir derviş olmasıdır.

Bava Tahire Uryan’da Ömer Hayyam’ın rubailerine benzerlik görülür, yine onun kendisinden sonra gelen Nesimi, Mevlana,Yunus Emre, Ebul-Vefa El-Kurdi, Şah İsmail Hatayi’yi edebi diliyle etkilediği düşünülür.

Bava Tahir’in doğum tarihlerinin 930-940, ölüm tarihinin ise 1010-1020 yılları arası olduğu kabul edilmektedir.

Bava Tahir’in hayatta olduğu dönemde, İran’da Arap egemenliğine (kimi tarihçilerce Dersimliler’in ataları olarak kabul edilen)  Ali Büveyhiler /Allaviler Devletince son verildiğini, İran’da Arap işgalinin son bulduğunu ve İran’da Ehl-i Beyt taraftarı olan ilk Alevi Devletinin de kurulu olduğunu belirtelim.

Bava Tahire Uryan’ın, İran’ın Arap işgaline olan tepkisi olarak,  algıladığım günümüze intikal eden bir sözü de şudur ; “ Kürt uydudum, Arap uyandım”…

Yine Bava Tahire Uryan’ın Enel Hak inancını andığı bir beyiti şöyledir;

Bir ah çekerim, felek haberdar olur

Bir ah çekerim, deli gönül del’olur

Bir ah çekerim Mansur Berdar olur

Ve bir ah çekerim, Mansur Ene’l Hak olur.

Oryantalistler, Bava Tahire Hemedani’nin kullandığı dilin Lurca ile Eski Pehlevice arasında geçişi olan bir dil olduğu üzerinde duruyorlar. Diğer bir yandan da onun yazılı eserlerinin Farsça ve Arapça’ya çevrilmesi ile kendisinden sonra edebiyat alanında bir çığır açtığı da kabul ediliyor.

Türkiye’de Bava Tahire Hemedani’nin du-beyit ve rübaileri genelde Kurmanc diline çevrilerek, okuyucularla buluşturuyor. Çeşitli Tiyatro Grupları tarafından da onun hayatı anlatılıyor.

Dersim ve Dersimliler de ise ve hatta Anadolu’da yaşayan Alevilerde ne yazık ki Bava Tahire Hemedani, ya çok az tanınıyor ya da hiç tanınmıyor.

Bir Yaresan/Ehl-iHak Alevi’si olan Bava Tahire Hemedani’nin eserlerinin, İslam sonrası İrani halkların ( Dolayısıyla Dersimlilerinde ) ilk yazılı eserleri olduğunu belirtelim.

Ve büyük Şairin Türkçe’ye çevrilmiş bir eserini bende Zazaca’ya çevirerek aldığım o orjinale yakın edebi tadı sizlere de sunmak istiyorum.

MEYMAN

Dina sofraye , mordem meyman

Ewro laale  osena, meste bena  hazan

Name yew tariye çale  ; mezel na pa

Mı re vane ke çe tu , nuya…

Malé dina tede  bıvesne

Malé dina ra  riye xo biçarne

Ewro , zerya to de ki esto gam u derde

A roze mahşerde inu aredé

Yine Bir Şiirinde Bava Tahir şöyle diyor ;

Ey dilem ! Haq ra qafila tı , çi kuto tu dest,

Hesire nefs u seytana tı , çi kuto tu dest,

Qıymeta tı meleğu ra berz bi,

Qıymeta xo nezona , çi kuto tu dest.

Kürdistan Bulvarı’ndan Bava Tahire Hemedani’ye uzanıp O’nu da yad ettik.

İran’da Kürtler’in siyasal durumları ne?  Son bir asırdaki İran Kürt Siyasal tarihi gelişmelerini Şiraz Gezisi bölümünde,   Kürt Zend Hanedanını anlatırken değineceğimden bu bölümü sona saklıyorum.

Otobüsümüz, Demavend Dağının eteklerinde ki otelimize doğru yol alıyor. Demavend Dağı 5610 metre yüksekliği ile Ortadoğu’nun tepe noktası aynı zamanda volkanik bir dağ.

DEHAK’IN ZİNCİRE VURULDUĞU DAĞ: DEMAVEND

Kooh-e Demavend’in, İran mitolojisinde önemli bir yeri var. Firdevsi’nin Şahnamesinde ve diğer anlatılarda, İrani istila eden Arap Kralı Dehak’ın , Med/İran halkından Kawa’nın yardımıyla yine İran’lı bir genç olan  Feridun tarafından yenilgiye uğratıldığı ve Feridun’un Dehak’ı Demavend Dağında bir mağaraya zincirlediği ve böylece Ahura Mazda’nın kötülük tanrısı Ehrimen’i yendiği ifade edilir.

Ve mitolojiye göre Feridun’un zincire vurduğu Dehak’ın, hala Demavend dağında yaşadığı ve kötülüğü yaymaya çalıştığına inanılır.

1940’lı yıllara kadar İran’da bu dağa insanlar, mitolojik hikayelerden dolayı tırmanmazlarmış, 1940’lı yıllardan sonra ise mitolojik korkular aşılmış ve tırmanışlar başlamış durumda.

İşte bizim Tahran yolculuğumuz da , Dehak’ın zincire vurulduğu bu efsanevi Demavend Dağının eteklerinde bitiyor….