( 2016 Yılı Mayıs içinde İran’ın Erdebil Şehri Gezisi Notları )
Hayalini kurduğum yoldayım, Erdebil yolunda… Yolculuk yaptığım, rehberime ait otomobilin kasetçalarında Ahmet KAYA’dan Turnalar Semahı çalıyor, hava bulutlu, arada bir yağmur çiseliyor.
Akşam saat 6-7 arası, sağanak bir yağmur altında Erdebil Şehrine giriş yapıyoruz ve Şah Hatayi’nin kabrine elli-altmış metre uzaklıkta ki otelimize uğrayıp, çantamı bırakıyorum. Otel merdivenlerinden çıkarken, İran’da halen konar-göçer olan aşiretlere ait duvar porteleri görüyorum. Portrelerde ki konar-göçer olan bu aşiretlerden biri Dersim’e çok tanıdık bir aşiret; Lur Dilini konuşan Bahtiyar Aşireti.
İran’da konar-göçer durumda olan Bahtiyar Aşiretini, Şahseven Aşiretleri izliyor. Şahseven Aşiretleri hakkında bildiğim, Safevi Devletinin Zirve Dönemi Şahı Abbas’ın, Türkiye’nin Doğu-Güneydoğu bölgesinde ki Kızılbaş Tacına bağlı aşiretlerden kurduğu bir ordu ; Şahseven Ordusu.
Şah Abbas, kendisine bağlı olan bu aşiretlerden kurduğu orduya “ Şahseven” ismini veriyor ve Safevi Devleti’nin doğu hudutlarını, Özbek Şeybek Hanlığının istilalarına karşı koruma görevi veriyor. Safevi Devleti’nın doğusunda ise 12 İmam/Rehberden İmam Ali Rıza’nın türbesinin olduğu Horasan Eyaleti ve Meşhed Şehri bulunmakta.
Anlayacağınız anadilleri Türkçe ve Alevi Kürtçe’si olan Kırdaşki ( Dersim’de Kırmancki/ Zazaca konuşanlar, aynı mezhepten oldukları ve dilleri Kürtçe ile Zazaca arasında geçişkenlik gösteren yol kardeşlerinin dillerine “ Kırdaşki” derler ) konuşan aşiretler 1590-1650 yılları arasında Safevi Devleti’nin savunmasını yapmış, bu aşiretlerden bir kısmı Anadolu’ya geri dönmüştür. Dersim’de ki Şadili Aşiretinin ( Bu aşiretin bir kısmı Kırmancki/Zazaca bir kısmı da Kırdaşki dillerini konuşmaktadır ) de Şahseven Aşiretleri kapsamında olup-olmadığı konusunda çeşitli görüşlerin olduğunu da belirteyim. Şahseven Aşiretleri ve Bahtiyar Aşiretinin bir bölümünün bugün İran’da yerleşik hayatta geçmemiş olduğunu ve konar-göçer kültürün temsilcileri olduklarını da bu vesile ile değinmiş olayım.
Otele, çantamı bıraktıktan sonra, turist rehberim Aydın ve Aydın’ın Erdebil Teknik Üniversitesinde okuyan kuzeni ile birlikte, hafif çiseleyen yağmur altında Erdebil sokaklarında yürümeye başladık. Akşam saatlerinde Şah İsmail Hatayi’nin kabrin bulunduğu müze kapalı olduğu için, ziyaretimizi mecburen sabaha erteledik.
Erdebil’e vardığımız o gece insanların Ehli Beyt soyundan gelen bir Seyyid’in türbesi başında kadınlık-erkekli toplandıklarını ellerinde ki mumları, türbenin mum/çıla yakılan bölümünde yaktıklarını, dua ettiklerini ve çevreden geçenlere – “ziyarete” gelenlere “ nezir” adını verdikleri “ niyazlar” dağıttıklarına şahid oldum.
Değerli Okuyucu,
İran’da “ ziyaret” sözcüğü sadece Kutsal Mekanlara yapılan “ Yolculuk ve İbadet “ için kullanılıyor. Bu anlam dışında İran’da “ ziyaret” sözcüğünün kullanımı yok. Diğer bir yandan bu sözcüğün Dersim’de ki karşılığının Zazaca’da “ Jiyare- Jiare-Jare” sözcüğü olduğunu belirtmek gerekir.
Ziyaret- Ziyare-Jiyare- Jiare- Jare sözcükleri arasında ki, hem bu şekilsel hem de mana’sal bağlantıya dikkat çektikten sonra, İran’dan Dersim’e “ Ziyaret” sözcüğünün manasını halen koruduğunu hatta Dersim’in bir diğer içsel adının “ Jiar u Diyar” olduğunu belirtmek gerekir. Yani “ Ziyaretler Diyarı”… Peki, bu “ Ziyaret/Jiare/Jiar” sözcüğünün kökeni nedir? Bu konuda elbette ki çok farklı yorumlar olabilir, benim yorumum ise “Ziyaret/Jiare” sözcüğünün kaynağının “ Tek “ ve “ Bir” anlamına gelen Zazaca’da ki “Ju/Zu” sözcüğünden geldiği yönündedir.
“ Diyar” sözcüğünün kökenini ise yine çok farklı yorumlara açık olabileceğini de belirterek, Zazaca’da ki “ Di” ( Türkçe’si; gördü )’den geldiğini ve “ Jiar u Diyar” tanımının zahiri manasının “ Tekliği Gören, Biri Gören “ olduğunu, batini manasının ise “Allah’ın/Hakk’ın birliğini gören, gösteren “ anlamlarına geldiğini düşünmekteyim.
Zira Kainatta olan her şey Tek’den, Bir’den var olmuştur. 13.7 milyar yıl önce Kaf ve Nun’un birleşimi ile Wayir/Hak/Rab/Allah “ Kün “ demiş ve bu “ Kün” ile birlikte tek bir noktanın patlaması ile içinde bulunduğumuz dünyanın, kainatın oluşumu başlamış ve Tek’den mananın Hak olduğu, Hak’tan gelinip yine Hakka dönüleceği er-geç evrenin soğuma sürecinin başlaması ile birlikte her şey başlangıç noktasına rücu edeceği, bu ana kadar kainatta ki tek’ten var olan her şeyin Hakk’ın bir parçası olduğunu belirtmek isterim. “Jiar u Diar “ tanımı aynı zamanda “ Haq Juyo” “ Allah Bir’dir” sözünün ifadesinin, yaşanılan coğrafyaya iç isim olarak yansımasıdır. Nur-u Vahid anlayışının ( Tekliğin/ Hakkın Işığı ) Eski Dersim’de güçlü olmasının nedenlerinden başında da İbrani/Sami – Aryan/Ari Tek Tanrı İnancı Geleneğinin baskınlığıdır. Ve İki büyük kültüre, Turani kültürün de katılması ve kaynaşması sonucu ortaya çıkan tasavvuftaki vahdet-i vücut inancının, Dersim’deki en güzel yansımasıdır ; “Jiar u Diar” kavramı…
Öyle ki Dersim’de insanlar, ziyaretlere gidecekleri zaman öyle bir saygı, içtenlik ve samimiyetle giderlerdi ve gidiyorlar ki, bu kutsal ziyaretlerden biri olan Ehl-i Beyt soyundan Şah Haydar Duzgın’ın Dağına ( Düzgün Baba Dağı ) çıplak ayaklarla çıkar, çıplak ayaklarla Koca ve Kutsal Dağı tavaf eder, kurbanlarını keser ve gece yatıya kalıp Allah’tan rüyalarında kendilerine bir işaret vermelerini kaç asırdır beklerdiler ve halen bekliyorlar.
Burada üzerinde durduğum husus Zazaca “varvay” Türkçe ifadesi ile “ yalın ayak “ “Ziyaretlere” gidilmesi durumudur. Safevi Tarihi incelendiğinde, Safevi Devletinin Zirve Dönemi Şahı olan 1. Abbas’ın “yalın ayak” şekilde, Horasan’da Meşhed’de bulunan İmam Ali Rıza’nın Türbesini “ Ziyaret Ettiği” görülecektir.
Anlayacağınız Hem Dersim’de Hem de Meşhed’de “çıplak ayakla” “ varvay” şekilde Ziyaret Edilen Kutsal Mekanlar bulunmaktadır. Ve her iki mekanın ortak özelliği de kış ortasında hayata can veren, elindeki asasıyla kar dolu yerleri yeşerten keramet sahibi Şah Haydar Duzgın’in ve kızgın yaz ortasında hayata can veren, yağmur yağdıran keramet sahibi İmam Ali Rıza’nın; Hz. Ali ve Hz. Fatıma soyundan gelmeleri ve Ehl-i Beyt’ten olmalarıdır.
Horasan’da İmam Ali Rıza Türbesine, Şah Abbas döneminde olduğu gibi Şah’ların dahi “çıplak ayakla Ziyaretlere Gitme” İbadetinin bugün devam edip-etmediği konusunda, bugün ki İran’da bir belirti var mı yok mu? Bir araştırma konusu lakin Şah Haydar Duzgın’ın Mekanına yapılan ziyaretlerde insanların “ varvay” “ yalın ayak” ibadeti icra etme ritüelini, gerek Safevi Şahı 1.Abbas döneminde, gerekse de daha öncesinden olduğu gibi Dersim’de halen devam ettirmekte olduğu kesinliğini korumaktadır.
Dersim’de ziyaretlere giden insanlar mutlaka yanında iki şey götürürler ; Biri Çıla ( Mum) , ikincisi ise Niyaz ’dır. Aynı ritüele Erdebil’de gezindiğimde rastladığımı başlangıçta belirtmiştim. Erdebil’in bir caddesinde karı-koca bir çift ve elinde “ nezir” adlı lokmaları olan küçük kız çocukları caddeden gelen –geçen herkese bu “ nezir”lerden güler yüzlü şekilde ikram ediyorlardı. Bende bu güler yüzlü çiftin çocuklarının elinden “ nezir”imi aldım ve teşekkür ettim. İşte “aynı mana yüklü kutsal yiyeceğin” Dersim’den Erdebil’e öyküsü; Dersim’de “Niyaz” Erdebil’de “ Nezir”…
Erdebil’in O yağmurlu Mayıs gecesinde, bende “mum” yakıp dua eden insanların arasına karıştım, üç mum alıp yaktım, dua ettim ve ardından Şeyh Safi’nin temsili heykeline uğradım.
Değerli Okuyucu,
Türkiye’de Erdebil Dergahı üzerine yazılan araştırma yazılarının çoğunda, Erdebil Dergahının kurucusu olan Şeyh Safi’nin “ Sünni” olduğu gibi intiba yaratılır. Oysaki bu araştırma yazıları, Türkiye’den İran’a geçildiğinde rasyonelliğini ve realitesini kaybetmektedirler. 4-5 sene önce Erdebil Dergahı üzerine yazmış olduğum yazılardan Dergahın kuruluş dönemine ilişkin olan yazınsal değerlendirmelerimin ciddi yanlışlar ve hatalar içerdiğini ikinci İran Turumda fark ettim.
Değerli Okuyucu,
Yazılı tarih , mukayeseli bir incelemeye tabi tutulmadığında çok fazla yanlış veriler size sunar ve bu verilerle geçmişe baktığınızda geçmişin gerçekliğinden koparsınız. Burada Yazılı tarihin , sözlü tarihle mukayesesinin, sözlü ve yazılı tarihin birlikte incelenmesinin zaruriliği ortaya çıkar. Şayet tarihsel olaylara bu zarurilik çerçevesinde yaklaşırsak inanıyorum ki tarihsel analizlerimiz daha doğru çıkacaktır.
Tebriz’de Gülizar Mahallesinde bir Cuma Gecesi/ Sewe Yeniye vakti bir Cemhane’de katıldığım ibadet öncesi, Cemhane’de ki Pir, Zakir, Halife Baba ve 2. Halife Baba ile yaptığım muhabbette bana şu tarihsel bilgiyi aktardılar ; “ Şeyh Safi, bir Ehl-i Hak Piri’dir. Hacı Bektaşı Veli ve Şeyh Safi ( Uzun adı ile Şeyh Safiüddin ) , Ehl-i Hak Piri, Pir Musi’den el almışlar, Hacı Bektaş Rum Diyarına gitmiş, Şeyh Safi de Hazar Denizi bölgesine gitmiş ve gittikleri yerde tekke-dergahlar kurarak Yol’a Talip kazandırmış ve Yol’a hizmet etmişlerdir. “
Tebriz’de ki Alevi Hafızası der ki; Şeyh Safi, Ehl-i Hak Piri’dir. Türkiye’de konuya ilişkin tarihçilerin yazdıkları realitesi düşük, ezberci görüş diyor ki; Şeyh Safi, Sünni’dir.
Tebriz’de ki Alevi Hafızası diyor ki; Şeyh Safi ve Onun kurduğu Erdebil Dergahı başta da, ortada Alevi’dir. Türkiye’de konuya ilişkin tarihçilerin yazdıkları realitesi düşük, ezberci görüş diyor ki; Erdebil Dergahı başta Sünni’dir, sonra Alevi’dir.
Benim Tebriz ve Erdebil’de ki gözlemlerimden çıkardığım sonuç şudur; Türkiye’de Erdebil Dergahı ve Safevilerin erken dönemlerine dair yazılanların kahir ekseriyeti çok ciddi hatalar, yanlışlar ve algı operasyonları ile doludur. Benim bu konuda taraftar olduğum görüş, İran’daki Alevilerin sözlü tarihsel hafızasını çok daha rasyonel ve tarihsel realiteye uygun olduğu yönündedir.
İran’da, Erdebil’de Heykeli dikilen ve Adına Anadolu’ya buyruklar gönderilen Şeyh Safi’yi Sünni bir tarikat şeyhi göstermeye çalışanlara tek soru; Siz Sünni bir Tarikat Şeyhinin Heykelinin dikildiğini nerede gördünüz?
İşte bu nedenle Şah İsmail Hatayi’yi anlamak için Şah’ın büyük dedesi Şeyh Safi’yi doğru tanımak gerekir. Peki Şah İsmail Hatayi, neden kurduğu devlete kendi adını değil de büyük dedesinin ismini verdi? Neden Anadolu’ya gönderilen buyruklarda Şeyh Safi’nin Adını taşıyordu da Şah İsmail Hatayi’nin adını taşımıyordu?
Şah İsmail Hatayi’nin bu kararı vermesinde en önemli etkenler şu şekilde sayılabilir;
1 ) Atasına vefa, Atasının yoluna sadakat ve bağlılık en önemli etkenlerdendir. Çünkü İsmail’i İsmail yapan annesinin Akkoyunlu Hanedanından olması değil, babasının Şeyh Safi soyundan olmasıydı. Şeyh Safi’den yadigar en büyük miras “ Mürşidi Kamillik” makamıydı. Nitekim Safevi Şahları, siyasi unvanlarının yanında Şah Abbas dönemine kadar bu dini unvanı kullanmaya devam ettiler.
Şah Abbas niye kullanmadı, nedeni neydi? Bu başka bir yazının konusu ama Anadolu’da Kızılbaş Tacına bağlı talipler Safevi Devleti çökene kadar her zaman Şah’larının ve Mürşidi Kamillerinin yollarını beklediler. Pir Sultan Abdal deyişleri bunun en sarih kanıtıdır.
2 ) Şeyh Safi’nin sadece İran’da değil Osmanlı Sultanlarını da geçmişten bu yana tesiri altına alan Güçlü Batini Kişiliği; Osmanlı Sultanlarının Yavuz Selim’e kadar ( 1512 yılına kadar ) Şeyh Safi Dergahına “çıralık” vermesi bunun en önemli nişanesidir.
Unutmamak gerekir ki; Osmanlı’da Yavuz’a kadar egemen olan din anlayışı Ebu Suud zihniyetinde değildi, Osmanlı’da Yavuz’a kadar güçlü bir ulema sınıfı yoktu. Osmanlı’da Ulema Sınıfının yükselişi Yavuz’un İran ve Mısır Seferleriyle başladı. Ancak bu Ulema sınıfının yükselişini, Bektaşi olan Yeniçeriler her zaman frenlediler. Yavuz’un ve Diğer Osmanlı Padişahlarının İran Seferlerinde hiçbir zaman etkili sonuç alamamalarının ana etkeni; işte Osmanlı Ordusunun kalbi olan Yeniçerilerin inançsal yönden Osmanlı Padişahları ve Uleması ile ters düşmesi denilebilir.
3 ) Anadolu’ya gönderilen buyruklarda Şeyh Safi’nin isminin olmasının nedeni de Şeyh Safi’nin Erdebil Dergahının kurucusu olması, İmam-ı Cafer Sadık’ın oğlu 7. İmam Musa-i Kazım soyundan gelmesi ve Mürşidi Kamil olması düşünülebilir. Bu buyruklarda ki öğretilerin temeli Şeyh Safi’ye, Şeyh Safi’ye ise atası İmam-ı Cafer Sadık’ın Batini İlminden kalmıştır. Bu nedenledir ki buyrukların bir diğer ismi de İmam Cafer-i Sadık’tır.
Tekrardan Erdebil Akşamına dönersek;
Şeyh Safi’nin Heykeli önünde fotoğraf çektikten sonra hafiften çiseleyen yağmur altında otele geri döndüm. Odama çekildim ve ertesi sabah Şah İsmail ile buluşacağım anı iple çekmeyi başladım.
Devam Edecek…
Cihan SÖYLEMEZ / DERSİ