Doğumla yaşadığımız şu ana kadar tüm gördüklerimiz, doğum tarihimiz, aile fertlerimiz, okuduğumuz okullar, arkadaşlarımız, iş hayatımız, tüm acı tatlı anılarımız ve bunlarla ilgili milyarlarca detay hafızamıza kaydedilmiştir.
Bütün bu bilgiler beynimizde hafıza moleküllerimiz olan proteinlere dönüştürülerek, elektriksel olarak şifrelenir.
Biz buna geçmişimiz diyoruz.
Bir olayı veya arkadaşımızı düşündüğümüzde, hafızamızda şifrelenmiş bilgiler deşifre olarak
bize geri döner.
Bunu bir bilgisayarda düşünelim.
Bir manzaranın resmini çekip bilgisayarımıza yükleyelim. Bilgisayar bunu görüntü olarak kaydetmez.
Bir şifre olarak kaydeder. İstediğimizde bu şifreyi girerek bilgisayarımızda resme ulaşırız.
Buradan şu soruları kendimize sormalıyız?
1000 ila 1200 Gr. ağırlığında, vücudumuzun %20 oksijen ve %20 kanıyla beslenen bir et parçası bu harika organ beynimizle ilgili bazı sorularım olacak.
– Bir et parçası olan beyin, şifreleme sistemini nasıl öğrenmiştir?
– Bir et parçası, milyarlarca bilgiyi nasıl kodlayacağını ve depolayacağını nereden bilir?
– Bir et parçası, bu kapasiteyi nasıl belirleyebiliyor?
– Bir et parçası, ne kadar yaşayacağını bilmediğinden bilgi kapasitesini nasıl hesaplayabiliyor.
– Bir et parçası, bu kadar bilgiyi saklayabilmesi için sonsuz kapasiteye sahip olmalıdır; olamayacağına göre bu gücü nereden bulmaktadır?
Ruhumuz yaratanımızın bizim canlılığımızı sağlayan sonsuz enerjisinden bir parçadır. Bugüne kadar dini bilgilerimizin dışında ruh hakkında elle tutulur bir bilgiye sahip değiliz.
Muş’ta orta okul öğrencisiyim. Trafik büro amiri olan babamın bende saygınlığı ve değeri çok büyük.
Bir gün bir genç insana hazırolda selam durdu. Şaşırdım. Kim acaba bu adam dedim. Babam hakim bey dedi. Ertesi gün hakim beyin rahmetli olduğunu öğrendim.
İlk defa bir cenaze görüyorum. Adam sapa sağlam, hareketsiz çırçıplak yerde yatıyor. Dondum kaldım. Bu insan daha dün babamın saygıyla hazırolda selam verdiği kişiydi. Ama şimdi cansız bedeni yerde.
O zamanın ilkel şartlarında Muş’ta bağırsak düğümlenmesine müdahale edecek doktor ve tıbbi imkan olmadığında hakkın rahmetine kavuşmuş.
İşte o zaman bizim içimizde bir enerji var. Demek ruh dedikleri buymuş.
Peki ruhu az çok çözdüm gibi ama vücudum, cesedim ne acaba diye düşünmeye başladım.
Seneler önce bir yazı okumuştum. “Toprak en iyi hafıza tutucudur.”
Toprağın esası silisyum, seramik, kum, karbon.
Bilgisayar, TV , akıllı telefonlar toprak olan bu maddelerden yapılmıştır.
Toprak çamur hale geldiğinde özellikleri:
– Hafıza tutar
– Dağınık olan moleküllerine bir tokat atıldığında hizaya girer.
– En iyi radyasyon yutucudur. Yaratanımın, ”Biz sizi topraktan yarattık.” sõzü aklıma geldi.
Hakikaten toprağın mevcut maddelerin tamamı vücudumuzu meydana getiriyor.
Hatta altının bile vücudumuzda var olduğunu duydunuz mu?
Hayatım boyu hiç unutamam.
Şekerci Hüseyin Dede’ye minnacık aklımla sanki bir şeyler biliyormuşum gibi bu konuyu açtım.
Bana hemen sen evlisin değil mi?
Evet. Dede dedim. Sen menini kokladın mı?
Ne diyeceğimi bilemedim. Hayır dedim. Kokladığında göreceksin; kil, çamur gibi koktuğunu.
Evet biz;
Madde olan bedenimiz topraktan, manevi olan ruhumuz, yaratanımızın sonsuz enerjisinden yaratıldık.