Hakikat Hatice Kubbeyi Rahman,
Kandili zulumatta verilen ferman
Fatima idi kubbede yer su, gök duman
Hakikat işine akıl mı kavuşur. (…) Baş Köy’lü Hasan Efendi
Bugün, Muhammet Mustafa’nın göz bebeği, Kutbu alemin Şah-ı Merdan’ın yâri , Cennet-i alanın gençleri olan, Pir İmam Hasan, Hüseyin’in validesi, sır-ı Cebrail, ikrar-ı Güruh-u Naci, feryad-ı Kerbelâ olan Fatıma Ana’nın Hakka göçtüğü günün anısına kalem dile gelsin dedim., Dersim de Rae haq/ Kızılbaş inançta bugün , Roce Şa olarak adlandırılır.
Yıkıldı Muhammet Mustafa’nın bendi
Aktı Aliyel Mürteza’nın aşk seli
Arşa yükseldi Ehl-i Beyt’in feryadı
Fatıma Anaydı aşıkların güneşi(…) Kul Hayrani
Alevi-Kızılbaş inancının en önemli şahsiyetlerinden biridir, Ana Fatma. Alevi-Kızılbaş inancına sahip Dersim de her sabah anneler başta olmak üzere güne başlayan her birey güneş doğarken, saf ve tertemiz bir gönülle güneşe döner; ya tija ana Fatma, ma u az u ze ma sefate hora morım meverde. Ya Tija Ana Fatma, ma eve ajiya ciğere terviya meke.Ya Tija Ana Fatma, xeta ma, guna ma az u uz emare pers meke. Ya Tija Ana Fatma, xeta ma, güne ma xatıre on iki imamuno kervelau versane.. Ya tija Ana Fatma, bexto xer, tali u yexbalo xer az u uze made, arsızu nursuzu cıra dürbero. Ya tija Ana Fatma, çımune m ara u olağura meverde, … ( Ya Ana Fatma’nın ışığı, ( güneşi), sen himmetini çocuklarımızdan, evlatlarımızdan, mahsumlarımızdan eksik eyleme. Ya Ana Fatma’nın ışığı(güneşi), sen bizi evlat acısı ile terbiye eylemeyesin. Ya Ana Fatma’nın ışığı( güneşi) , hatamızı kusurumuzu çocuklarımızdan evlalarımızdan sormayasın. Ya Ana Fatma’nın ışığı(güneşi), sen kusurumuzu, hatamızı on iki imamın hürmetine bağışlayasın. Sen hayırlı talih, rızk veresin. Derdi, kederi çocuklarımızdan uzak eyleyesin. Arsızı, nursuzu, uğursuzu bizden uzak eyleyesin. Ya Ana Fatma’nın ışığı, ( güneşi), sen gözümüzü yolda, tasada koymayasın…) Diyerek güne Ana Fatma ile başlar.
Kızılbaş inancında, Ana Fatma zikredilmeden yapılan gülbank eksik kalır. Ana Fatma bir nur bir sır dır. Bu nur ve sır Hakkındı, sadece onda kendini var edenler bilebilirdi bunu. Yani yaradılışın temelindeki Kentü Kenz sırrına mail olanlar sadece Fatıma da ki sırrı görebilirdi. Aslına, Fatıma özün özetiydi.
Alevi- Kızılbaş inancının yaradılış inancında Fatıma kilit noktayı teşkil etmesi, Alevi-Kızılbaş inancını diğer inançlardan ayıran en önemli unsur olarak karşımıza çıkar. Bu inancı, Aşık Veli şöyle dile getirir:
Cihan derya iken âlem su iken
Arşta yeşil kandil nur olmadı mı?
Zöhre yıldızından kırk bin yıl evvel
Kuduretten bir top nur olmadı mı?
Ol nur idi üç mürşidin atası
Allah, âşık Muhammet'tir putası
Allah Muhammed Ali'den ötesi
Ol zaman ikisi bir olmadı mı ? (…)
Bu yaradılış inancına göre Cenab-ı Hak, Cebrail’i yaratır ve sorar: “ Sen kimsin ben kimim?” Cebrail de “ Sen sensin, bende benim!” diye yanıtlar. Bunun üzerine Hak onu katından kovar ve “ Uç!” diye emreder. Binlerce yıl uçan Cebrail sonunda yorulur ve konacak bir yer ararken Cenab-ı Hak tekrar sorar: “ Sen kimsin ben kimim? “ Cebrail yine aynı cevabı verir. Tekrar Cenab-ı Hak “Uç!” emrini verir. Tam altı bin yıl daha uçar. Tam gücü tükenmişken, “ Kudret Kandili ”ni diğer bir ifade ile “ Yeşil Kubbe”li bir makam görür. Oraya konar fakat ne kadar etrafını dolaşsa da kapısını bulamaz. Derken içerden bir ses gelir: “ Ya Cebrail niyaz eyle!” Cebrail hemen niyaz eyler ve kapı açılır. Cebrail içeri girer, orada iki nur görür biri Ak biri Yeşil. Bu nurlar seslenir: “ Ey Cebrail! Var git o yüceler yücesi Hakk’a. Sana yine sorarsa, şöyle cevap ver: “ Sen Mabut ben Mahluk, sen yaradan ben yaratılan de!” Cebrail tekrar uçar ve Hak yine sorar: “ Sen kimsin ben kimim?” der. Cebrail, “ Sen Yaradansın ben yaratılan. Sen Haksın, ben mahlukum.” Diye cevap verince Hak “ Mürşidine rahmet der. Var git Mürşidine.” Der. Cebrail bu sınavını verdikten nice vakit sonra Cenab-ı Hak, Âdem ve Havva’yı yaratır ve onlara Cenneti ihsan eder. Cennete giren Havva’nın güzelliğine güzellik gelir. Âdem , bir gün Havva’nın güzelliğini seyrederken: “ Acaba ol yüce Hak, senin güzel yüzünden daha güzel suret nakşetmiş midir?” Ol vakit Hak bargâhından Cebrail'e şu emir geldi:
— Âdem'i Cennetin yüksek makamlarını seyretmek hidayetine eriştir!...
Âdem, Cennet katlarını çıktıkça gördü ki, yüksekçe bir yere kurulmuş bir döşek üstünde, daha önce hiç görmediği giyişiler giyinmiş ve hiç görmediği bir güzellikte genç bir kız oturmaktadır. Başında parlak bir taç, belinde bir kemer ve iki kulağında birer büyük küpe…
Âdem, hayret içinde kalıp:
— Ey Cebrail, dedi, bu ne güzel kızdır!
Cebrail, cevap verdi:
— Bu Muhammed Mustafa'nın kızı Fâtıma-i Zehra'dır. Başındaki parlak taç, Nebiler Sultanı Muhammet Mustafa’dır. Belindeki kemer zevci Ali Murtaza ve kulağındaki küpelerden biri Hasan Mücteba ve diğeri Kerbelâ şehitlerinin şahı Hüseyin'dir.
Âdem, sordu:
— Ey Cebrail! Bunlar, hangi zamanın mahlûklarıdır?...
Cebrail, cevap verdi:
— Ey Âdem! Bunlar sûret âleminde senden sonra zuhur edeceklerdir. Fakat yaradılışları senden evvel vâki olmuştur. ( Âşık Fuzuli,, Saadete Ermişlerin Bahçesi adlı eserde, bu inancı büyük bir edebi sanatla anlatır.) İşte o vakit, Cebrail kendisine Yeşil Kandilde yardı eden Ak Nuru Fatıma-i Zehra’nın başında, Yeşil Nuru ise belinde ki kemer de görür. O vakit Cebrail mürşidini tanımıştır.
Alevi-Kızılbaş inancında ki bu anlatım, kendi içerisinde kadının geçirmiş olduğu engin bir tarihsel zeminin sembolleşmiş bir özeti olarak karşımıza çıkar. Özellikle Ana Fatma inancının tarihsel seyrindeki ayakları olan, Ana Tanrıça Kültü’lerine oradan günümüze kadar gelen süreçteki kadının kendini var edişi; anaerkil düzende ataerkil düzenlere geçişe oradan da siyasal ve sosyo-ekonomik yapılanmaların kadına bakışı ve son olarak dinlerin özelliklede de tek Tanrılı dinlerin kadına bakışının sonucu olarak, kadının simgesel bir dil kazanarak kendini var etme sürecindeki arenada görürüz kendimizi. Bununla birlikte, bu inanca ismini veren ve tarihte yaşamış olan Fâtıma-i Zehra'nın yaşamına değinmeden anlatmak, bu inancı eksik kalması demektir. Peki, yüzyılları aşarak gelen bu engin inanca kendi ismini veren Fatıma kimdi? Nasıl bir yaşamı olmuştur?
Hz. Fâtıma-i Zehra , Hz. Muhammet’in en küçük kızıdır. Doğum tarihi ile ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. Kimi kaynaklar, Hz. Muhammedin peygamberliğin beşinci yılında doğduğunu iddia etmektedirler. Yani miladi 615, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin evliliği 623 yılında gerçekleştiği bilinmektedir. Buna göre Hz. Fatıma, 7-8 yaşlarında evlendiği ortaya çıkmaktadır ki bu, akla ve mantığa aykırıdır. Genel görüş içerisinde daha kabul görür bilgi, Hz. Fatıma’nın Peygamberlikten beş yıl önce doğduğudur. Bu duruma göre Hz. Fatıma 18 yaşında Hz. Ali ile evlenmiştir. Hz. Fatıma’nın doğumu da kendisinin teşkil etmiş olduğu inançsal temsili yet içerisinde mucizevi bir şekilde olmuştur. Bu mucize şu şekilde anlatılmaktadır: “ Annesi Hz. Hatice doğumu yaklaşınca Haşimoğulları kadınlarına haber göndererek doğumda onlardan kendisine yardım etmesini istemiştir. Fakat Haşimoğulları kadınları buna yanaşmamıştır. Çünkü o, onları dinlememiş Muhammet ile evlenmiştir. Kadınların bu cevabı Hz. Hatice’yi üzmüştür. Fakat Allah onu yalnız bırakmamıştır. Birden uzun boylu, buğday tenli ve haşimoğulları kadınlarına benzeyen dört kadının içeriye girdiğini gördü. Bunlar: Hz. İbrahim’in eşi, Sara, diğeri Mezahim kızı Asiye, diğeri İmran’ın kızı Meryem ötekisi ise Musa’nın kız kardeşi Gülsüm’dür. Hz. Hatice’nin yanında durmuşlar ve doğumuna yardım ederek, doğumu kolaylaştırmışlardı. Sonunda Hz. Fatıma dünyaya gözünü açar ve hemen onu Kevser suyu ile yıkadılar. Sonra sütten daha beyaz, misk ve amberden daha hoş kokulu iki beyaz bez parçasına sardılar. Sonra Fatıma’yı konuşmaya başladı ve dedi ki: “ Şehadet ediyorum kuşkusuz ki Allah’tan başka ilah yoktur ve babam Allah Resulü nebilerin ve eşim Ali vasilerin ve iki oğlum Hasan, Hüseyin ise torunların efendisidir.” ( Şeyh Abbas KUMMİ, çevr. Latif YILMAZTEKİN, Hüzünler Evi, Orijinal Adı: Beytu’l-Ehzan fi zikri Ahvalati Seyyidet-i Nisai’l –Alemin Fatımat’ez-Zehra Selamullahi Aleyha, 1.Baskı, Aralık 2007 İstanbul,s.17-19) Bu anlatım şüphesiz ki soyutsaldır. Burada bizim almamız gereken, Hz. Fatıma’nın Nübüvvet ve Velayet inancının , imamet anlayışıyla devam ettirilmesi için oluşturulan ilahi bir söylemdir. Batini çerçevede bakıldığında bu mucizevi anlatım bizi insanın ilk yaradılış noktasına kadar götüren bir süreci kapsar. Hz. Fatıma çocukluğu diğer çocuklardan farklı yaşar. Her zaman babasına yardımcı olmaya çalışır. Onunla Hakkın emrini yaymanın mücadelesi ile çocukluğunu ve gençliğini geçirir. Hz. Fatıma, evleninceye kadar babasının yanından hiç ayrılmamıştır.
Fatıma, Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün değimi ile : çocuğu sütten kesmek, yani annesinin memesinden uzaklaştırmak anlamına gelen “ fatm “ kökünden türetilmiştir. Hz. Muhammet, bir konuşması sırasında: “ Ey Fatıma, bilir misin, seni neden Fatıma diye adlandırdım?” deyince, Fatima, nedenini sordu ve şu cevabı aldı: “ Tanrı kıyamet günü seni ve soyunu cehennemden uzak tutacaktır da o yüzden.” ( KALELİ, Lütfi, 1995; s.81)
Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın Evlenmesi:
Hz. Muhammet gözünden sakınarak büyüttüğü ve “ Ümmü Ebiba ” yani “ Babasının Annesi” dediği, Fatıma’yı Hakkın emri ile Hz. Ali ile evlendirir. Zaten o, Fatıma’yı Ali için saklamıştı ve evlenme teklifini onun yapmasını istiyordu. O günün bir çok ileri geleni Fatıma’ya talip olsa da o, Aliye vermek istiyordu. Çünkü Hak bunu istiyordu. Çünkü Fatıma onun canından bir parçaydı. Yine onu canın pir parçasına vermek istiyordu. ( Keşfu’l Gumme, c.1,s.353)Sonunda Fatıma, Ali ile evlendirilir. Bu evlilikten Hz. Fatıma beş evlat sahibi oldu: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Muhsin. Hz. Fatıma’nın beşinci çocuğu olan Muhsin düşük doğar. Hz. Ali ile Fatıma’nın evliliği örnek bir evlilik teşkil eder. Hayatı , eşit bir şekilde paylaşarak yaşarlar. Yine Rae haq/ Kızılbaş inançta bu evliliğe Cebrail şahitlik etmiştir. Allah’ın emri honcası Cennetten Hakkın emri ile indirilmiştir. Bu yüzden Alevi-Kızılbaş/ Rae haq inancında nikah yani Allah’ın emri kutsaldır. Burada verilen ikrardan dönülmez. Çünkü o Ali ile Fatma’nın ikrarıdır.
Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan Bahseden Şiirlerinden bir bölüm:
“ Bir sevgilim vardı, benzersiz biri
Gönlümde yalnız onun vardı yeri”
“ Neredesin ey sevgili, dillerin susmuş
Gözden ırak olan, gönülden de olurmuş.”
“Ey Ahmet’in kızı Fatıma yoldaşım
Sen ölünce nice sıkıntılara girdi başım.
Ey Peygamber Ahmet’in kızı Fatıma
Ey yüce Tanrı elçisinin kızı Fatıma
Tanrı ne güzel süslemiş, donatmış seni,
Tutsak ettin seni görenlerin hepsini.
Peygamberin kızı eşimdir, arkadaşımdır,
Esenliğimdir, eti etim, kanı kanımdır.”( Hz. Ali’nin Şiirleri, çevr. İsmet Zeki EYÜBOĞLU,S.37,38,50,51,59,142)
Munzur Babanın suyu Ana Fatma’nın gözyaşıdır…
Hz. Fatıma babası Hakka göçtükten sonra çok ızdırap çeker. Her günü ağlamakla geçer. Hem babasından ayrılmanın getirmiş olduğu üzüntü hem babasından sonra ümmetinin kendisine ve ailesine yapmış olduğu zulümden dolayı gözü hep yaşlı kalmıştır. Pirlerimiz anlatırdı: “ Oğul, Munzur Babanın suyu aslında Fatıma Ananın göz yaşıdır. O gözlerden süt beyaz yaşlar dökülürdü, tıpkı Munzur Baba’nın gözelerinden çıkan berrak su gibi. Oğul hatta huzur-u mahşer kuruluncaya kadar akacaktır bu su ve dinmeyecektir Ana Fatma’nın göz yaşı.
Çilelerle dolu bir yaşamın sonuna yaklaşırken…
Hz. Peygamber dünyaya gözlerini yumarken, ümmeti bir telaş kapmış, acep kim halife olacak kavgasına tutuşmuşlardı. Ashabın ileri gelenleri ( Ehl-i Beyt ve sevenleri hariç) de bu kavgadan hiç geri kalır yanları yoktu. Bu dünyevi makamın telaşına kapılanlar Beni Saide Gölgeliğinde toplanırlar( İbn Sa’d. Tabakat, 3/ 182. Taberi, Tarih, 2/455,…) Burada Ensar ve Muhacirler yani Medineliler ve Mekkeliler arasında uzunca hararetli bir tartışma devam ederken, Hz. Fatıma ve Hz. Ali Hz Peygamberin cenaze hizmetleri ile uğraşırlar. Ehl-i Beyt, Gadiru Hum’da kendilerine verilen biati çiğnemeyeceklerini düşünüyor ve önemli olan şuan Hz. Peygamberin cenazesidir, diyerek cenaze hizmetleri ile uğraşmaktaydılar. Bu hizmetler devam etmekteyken bir haber gelir ve ümmet halifesini seçmiştir. Bu inanılacak bir olay değildi, çünkü peygamberin cenazesi yerdeyken böyle bir şeyin olmasına ihtimal vermiyordu Şah-ı Merdan. Ama gelin görün ki Peygamber yaşarken bağlılıklarını bildirenler, son vedaa haccında Ehl-i Beyte , sözüm ona ikrar verenlerin maskeleri düşmüş ve samimiyetsizlikleri dışlarına taşmıştı. Konumuzun uzamaması için bu bölümü burada bırakarak, tüm bunların sonunda yaşananlara ve Hz. Fatıma’nın şehadetine değinmek istiyorum.
Hz. Peygamberin cenazesinde bile bulunmayanlar, onu defnetmeye bile gelmeyenler, iyice azmış ve riyakarlıklarını ortaya dökerek, Peygambere olan tüm hırslarını Ehl- İ beytten çıkarmanın yollarını aramaya başlamışlardı. En başta Hz. Peygamberin sağken kızı Fatıma’ya geçinmesi için verdiği, Fedek Hurmalığını, Ehl-i Beyt’in elinden alarak, onları yoksulluğa itip, zorla kendilerine biat ettirmeye çalışmışlardır. Bu da yetmiyormuş gibi her gün şiddet artmış ve artık kontrol edilemez hale gelmişti. Sonunda olan olmuş, Ehl-i Beytten biat alamayan sapıtmış güruh Hz. Fatıma’nın evine yürüyüşe geçmiştir. Çok geçmeden Fatıma’nın evine varan güruh, onları evden çıkarmaya çalışmış fakat evden çıkaramayınca zorlan içeri girmek için kapılarını ateşe verirler ve sonra kapıyı kırarak içeri girerler. Hz. Fatıma bu güruhun başını çekenlerden biri olan Ömer’e:” Ey Ömer! Allah’tan korkmuyor musun ki evime giriyor ve hücum ediyorsun?” Bu hengame sırasında Fatıma kırılan kapının altında kalır buda yetmezmiş gibi içeriye giren gurup, evi dağıtmaya başlar bu arada Ömer kırbacını kaldırdı ve Fatıma’nın koluna vurdu. Fatıma “ Ey babacığım. “ diye bağırdı. Bu sırada Ali, Ömer’ in yakasından tuttuğu gibi yere fırlattı...( Hz. Peygamberin biricik kızına yapılan bu saldırıyı, Kays oğlu Süleym Helali’nin, Ehl-i Beytin Sırları adlı Kitabından kaynakları ile birlikte ayrıntılı bir şekilde okuyabilirsiniz,s.47,48..vd) Hz. Fatıma bu olay sırasında almış olduğu darbelerden dolayı Muhsin adlı bebeğini düşürür. Ve böylelikle bu sapıtmış güruh, din adına Ehl-i Beyt’in kanına girer. Zaten Hz. Fatıma bu olaydan sonra çok yaşamamıştır. Aldığı darbeler onda ölümcül izler bırakmıştır.
Hz. Fatıma’nın babasının vefatından sonra, 75 gün, 72 gün, 40 gün, 95 gün, 2 ay, 3 ay, 6 ay, 8 ay ve 100 gün yaşadığına dair farklı görüşler mevcuttur. Bu konuda net bir bilgi yoktur.
Hz. Fatıma vefat etmeden önce vasiyet bırakmış ve kendisinin gece gizlice kaldırılmasını istemiştir. Çünkü o, kendisini ve ailesini incitenlere küsmüştür. En başta da dönemin halifesi olan Ebu Bekire küsmüştür. Davasını huzur-u Mahşere bırakmıştır. Hz. Fatıma öyle incitilmiştir ki öyle derin bir küskünlüğe girmiştir ki mezarına bile gelmesinler ve mezarının nerde olduğu bilinmesin diye kırk tane sembolik mezar kazılmasını istemiştir. Mezarının yerini sadece ailesi bilmekteydi. Mezarının yeri ile ilgili tarihte dört görüş bulunmaktadır:
1- 1 - Bazıları, mezarının Resulullah’ın Ravza-i Mutahharasında medfundur, demişlerdir.
2- 2 - Meclis-i, İbn-i Babeveyh’den şöyle dendiği nakledilmiştir: “ Benim yanımda sahih olan Hz. Fatıma’nın kendi evinde defnedildiğidir.
3- 3 - Keşf’ül Gumme’nin müellifi, “ Fatıma’nın Baki de defnedildiği meşhurdur.”
4- 4 - İbn’ül Cevzi Şöyle yazıyor: “ Bazıları Zehra’nın Akil’in evinin yanında defnedilmiştir. Onun kabri ile yol arasında yedi zira yani dört metre vardır. ( VAKTİDOLU,2002; s.255,256)
Hilali giyindi Muharrem giydi karalar
Onun için ağlar Fatıma Anam
Sinemde göz göz oldu yaralar
Onun için ağlar Fatıma Anam (…) TURGUT
Kevserin sırrı Fatima…
Hz. Peygamber’in erkek çocukları çok küçük yaştayken vefat ederler. O zamanlarda Araplar kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyorlardı. Onlar için makbul olan erkek çocuktu. Kız çocuğu uğursuzdu. Böyle bir ortamda erkek çocuklarını kaybeden Muhammet Mustafa, onu küçültmek aşağılamak için Ebter yani soyu kesik diyorlardı. Bunun üzerine Kevser suresi indi ve Cenab-ı Hak bu suresinde şöyle diyordu: “ Hiç kuşkusuz, biz sana Kevser’i verdik. O halde Rabbin için dua et, kurban kes. Doğrusu sana buğz eden, soyu kesik olanın ta kendisidir.” Kız çocuklarının hiçe sayıldığı anda soyun için Kevser’i yani Fatıma’yı verdik diyor Cenab-ı Hak. Bazıları buradaki Kevser den mana ahirette inananlara sunulacak içecek olarak yorumlasalar da surenin mahiyeti itibari ile soya vurgu yapmaktadır. Zaten Kevser’in diğer bir manası soy, bereket, mutluluk anlamlarına gelmektedir. Bu soydan maksat, Arap kültüründeki soy anlayışı değildi. Alevi-Kızılbaş/ Rae haq inancında bu soy, Gurüh-u Naciye idi. Hakkın kendi mihman edip, saf nurun tecelli ettiği mekandı. Burada üstünlük yoktu, erkek-dişi yoktu, Başköylü Hasan Efendinin deyimi ile: “ Rahmet deryası ile nur dersyası” nın toplandığı saf gevher ikrarı olan Kaalu Beli meydanı idi ora. Bu mekanda sen ben yok, erkek-dişi yok, dünyevi hiçbir statü yok sadece Hak vardır. Hak kendine döndü, varından var etti cümle nesneyi ve kendini kattı bu nesneye. Bu nesneler Alevi-Kızılbaş/ Rae haq inancında ikrar kapısı ve Hakkın tecelli noktasıdır. Tam da bu nokta Alevi-Kızılbaş/ Rae haq inancında yaradılış anlatımına dönersek, Hakkın kendini açığa çıkarması yada “südur”u tüm bunlar aslında , ANA FATMA noktasında şifreleştiğini görüyoruz.
Fatma Ana idi sırrı natık
Hakkın varlığına girdik birlendik kainatı, alemi kamilde topladık
Fatıma Ana ile ikrar verdik nurlandık (…) Kul Hayrani.
Kadir BULUT