Zone Ma zone Xızıro,  Donema done Xızıro…(Sey Qaji)

İnsanlık, kendini var etmeye çalıştığı yani kendini fark edip keşfetmeye başladığı günden bugüne hep bir ölümsüzlük peşinde olmuştur. Bir bakmışsınız dağa, taşa, güneşe vb. doğaya ölümsüzlük atfetmiş bir bakmışsınız; Tanrılar, Tanrıçalar yaratmış ve bunlara bu ölümsüzlüğü yüklemiş bir de bakmışsınız ki tüm bu yaratıklarının, kutsallıkları karşısında yine kendilerini anlamlandırmaya çalışıp; ölümsüzlüğü kendilerinde var etmenin meşru yollarını aramaya başlamış. İnsanlığın bu derin tarihsel seyrini anlamaya çalışanların başvurduğu kilit anahtarlardan biri de hiç kuşkusuz Xızır’dır. Bugün Xızır deyince, her ne kadar, dar ve sığ bir anlatımla karşı karşıya kalsak da Xızır’ın bu kilit anahtar özelliği hâlâ varlığını korumaktadır. Peki, neden bugün insanlığın tarihsel sürecinin anlaşılmasında bu kadar önemli bir role sahip olan bu kahraman, çok dar bir anlamda anlatılmakta ve insanlarında bu dar anlam içerisinde gerçek mana ile buluşulması engellenmektedir. Bunu da muhabbetimizin sonunda anlamlandırmaya çalışacağız. Müsaadeniz olursa çok sözümü esirgemeden sohbet etmek isterim. Çünkü Xızır’ ın gerçek varlığı üzerinde konuşmak açıkçası biraz cesaret istiyor. Hele de içinde bulunduğumuz dönem itibari ile egemen anlayışların;  kendi sömürü anlayışlarını ve düzenlerini meşrulaştırmak için,  dini ve mezhepsel söylemlerini artırdığı ve bu söylemlerin tarafgirlik içerisinde insanların kimlikleştirilmeye çalışıldığı bu dönemde, inancın kendi simgeleştirdiği kavramları sınırsız anlatmak bir o kadar zorlaşmaktadır.

Cihan var olmadan, ketm-i ademde / Hak ile birlikte yektaş idim ben

Yarattı bu mülkü, çünkü o dem’den/ yaptım tasvirimi nakkaş idim ben….( Şiri )

Simgeler ve sembollerle dolu Alevi-Kızılbaş inancında çoğu kez sır,  simgenin içindedir. Tıpkı midyenin içinde saklanan inci gibi. Bu Simgelerin üzerini biraz üflediğimiz zaman göreceğiz ki aklımızı, büyük bir düşünce alemine götürecek bilgi ve mana ile karşılaşacağız. Genel anlamda baktığımız zaman ise Alevilikte ki sır “ Hak” ın sırrıdır. Evrenin içinde, evrenin dışında, insan içinde gizli olan bu sırrı arayıp bulma görevi, insana düşer.  Sır  “Hal ehli” olan kişinin işidir. Yani Kamil İnsanın işidir. Kamil insan aynı zamanda Xızır’ın mihman olduğu kişidir. Yani kamil insan Xızır’ın kendisinde var eden insandır. Peki, Xızır kimdir? Ne zaman yaşamıştır? Kimin çocuğudur? Yani bir anne babası var mıdır? Varsa kimdir? Asıl ismi nedir? Evlenmiş midir? Çocukları var mıdır? Nasıl ölümsüz olmuştur? Hızır sadece İslam alemine ait bir figür müdür? Gerçek midir? Hayal midir? Peygamberler ölümsüz olamamışken o nasıl olmuştur? Bunun gibi birçok soru uzar gider. Çünkü Xızır’ı konuşuyoruz. O tek Tanrılı dinlerde de çok Tanrılı dinlerde de Hümanist birçok felsefi akımda da kendi varlığını koruyarak günümüze kadar gelebilmiş, İnsanlığın gizemli yanıdır.

                Ya Xızırê sate tenge / Ya Xızırê, hazıre nazır

                Ya Xızırê, vayıro, azo xer, rısko xer/ Ya Xızır to esteka esta

                Ya Xızır to himmete Heqa/ Ya Xızırê vayura mazluman..

                ( Ya Hızır, dar zamanın sahibi, Ya Hızır sen hazır nazır olansın. Ya Hızır, azığın rızkın bereketin sahibi, Ya Hızır, sen varsın. Ya Hızır, sen Hakkın himmetisin. Ya Hızır, mazlumların sahibi.)

XIZIR ( HIZIR )…?

                Xızır ismi, Arapça kaynaklarda ‘ Hadr ‘ şeklinde yer alan ve Arapça kökenli bir olduğu kabul edilen bu kelime Türkçe’de Hızır ve Hıdır biçiminde kullanılmaktadır.  Hadr “ yeşil, yeşilliği fazla, çok olan yer “ manasında ki ‘ahdar’  ile eş anlamlıdır.  Bazı İslami kaynaklarda bu ismin, kuru yerde oturduğunda altında otların yeşerip dalgalanması ( Buhari, “ Enbiya” .29)  nedeni ile verildiği kaydedilmektedir. Bununla birlikte Ahdi Atik’te yer alan “ adı filiz olan adam” ( Zekeriya,6/12) inancının etkili olduğu da ileri sürülmüştür. Hızır isminin İlya’nın,  Arapça’laşmış şekli olan Belya olabileceği de iddia edilmiştir. Tüm bu genel yaklaşımlarla birlikte etimolojik köken açısından, Xızır/Hızır sözcüğünü Mezopotamya’nın kadim halklarından olan Hurrilerin dilinde, bir Tanrı ismi olan Hazzi’ye dayandığına dair görüşlerde bulunmaktadır.

İsmi ile birlikte varlığına dair iddialar ve tartışmalar da devam etmektedir. Resmi İslam kaynaklarının çoğunda, kendisini daha çok söylencelerde duyumsatan ve yaşatan bir peygamber olarak bilinmektedir. Kendisinin yaşamı ile ilgili kesin bilgiler bulunmamakla birlikte, tarihi olaylar çerçevesinde bazı yaklaşımlar sergilenmiştir. Mesela, M.Asım KÖKSAL’ın akademik düzeyde hazırladığı ” Peygamberler Tarihi” n de hep rivayetler ile Hızır Peygambere değinilmekle birlikte şu bilgileri de aktarmaktadır: “ Rivayete göre; Hızır Aleyhisselam’ ın soyu: Belya( veya İlya) b. Milkan,b.Falığ,b.Abir,b.Salih,b.Erfahşed, b.Sam, b. Nuh Aleyhisselam olup babası büyük bir kraldı. Kendisinin; Adem’in oğlu olduğu veya Ays b. İshak’ın oğullarından olduğu veya İbrahim peygambere iman edip, Babil’den onunla birlikte hicret edenlerden birisi olduğu yada Farslı bir babanın oğlu olduğu, Kral Efridun ve İbrahim peygamber zamanında yaşadığı, büyük Zülkarneyn’e kılavuzluk ettiği, İsrailoğulları krallarından İbn. Emus’un zamanında İsrail Oğullarına peygamber olarak gönderildiği halen sağ olup her yıl İlyas Peygamberle buluştuğu söylenir.

Genel olarak bakıldığında Xızır’ın gerçek isminin; Milkan olduğu, Xızır isminin bir künye lakap olduğu ve Nuh peygamberin oğlu Sam’ın soyunda geldiği dair yaklaşımlar varlığını devam ettirmektedir. Peki, evlenmiş midir? Bu konu da iki görüş bulunmaktadır: birinci görüş; evlenmemiştir. İkinci görüş ise;  evlenmiş fakat evlendiği kadınlarla birlikte olmamış ve bunun doğal bir sonucu olarak da çocuğu olmamıştır. Xızır’ın yaşadığı dönemle ilgili tartışmalara İslam alemi, Kur’an’nın  Kehf Suresinde geçen bilgi kapsamında cevap verir. Bu bilgiye göre Hızır Musa peygamber zamanında yaşamıştır ve bir Nebidir. Fakat insanlık tarihi serüveni kapsamında bakıldığı zaman İslami bu referans realitesini yitirmektedir. Dediğimiz gibi, Xızır’ın kimliği hakkında bahsedilen birçok tartışma halen belirsizliğini koruya dursun,  var olan bir gerçek var ki o da: Xızır’ın hâlâ yaşadığı ve hâlâ insanların üzerinde büyüleyici bir etkisinin olduğudur. 

XIZIR’IN AB-I HAYAT’I BULMASI VE HIZIR OLMASI

Xızır’ın ab-ı hayatı, kısacası ölümsüzlük suyunu bulması konusunda birçok rivayet bulunmaktadır.  Bu rivayetler tarihte birçok destan ve öykü ile de benzerlik göstermektedir. Gılgamış Destanın kahramanı Gılgamış, arkadaşı Engidu’nun ölümüne çok üzülür ve ölümsüz olmayı düşünür. Arayışa girmeye başlar. Ölümsüzlüğün gizini bilen Utnapiştum’u bulmaya çalışır. Aynı arayış, İskender ile Hızır birlikteliğinde de görülür.  Bu birliktelikle ilgili birçok rivayet bulunmaktadır. Biz bu rivayetlerin genel anlatım ortaklığında hareket edersek; Rivayete göre “ İskender-i  Zulkarneyn  ab-ı hayat suyundan içenin ebedi yaşama ölümsüzlüğe sahip olacağını öğrendiğinde, Zulumat’ a çok sefer düzenler. Bu seferlerin birinde yanında Hızır ve İlyas da bulunur. Bu seferde Hızır ve İlyas Ab-ı Hayat suyundan içmeyi başarmışlardır.  Bengi suyuna kavuşmak için acele eden Zulkarneyn bu isteğine Hızır ve İlyası da ortak eder. Zulumat’ta iki çerağ bulurlar. Birini Zulkarneyn kendisine alır diğerini ise Hızır ile İlyasa verir. Bu çerağ karanlıkta yollarını görsünler diyedir.  Hızır ile İlyas karanlıkta yürürken nurdan bir su görürler. O sudan ellerini ve yüzlerini yıkarlar. Susuzluklarını gidermek içinde bu sudan içerler. Karınları acıkmış ve yanlarında yemek için getirdikleri balığı yemek için çıkarırlar.  Ellerinde damlayan su balığın üzerine düşünce balık hayat bularak, canlanır ve yüzerek ab-ı hayat suyunun içinde kaybolur. İkisi de büyük şaşkınlık içerisinde birbirine bakarlar. Aradıkları Ab-ı Hayat suyunu bulmuşlardı. Tekrardan bu sudan içip içinde yıkanırlar ve ebedi hayata kadem basarlar. “Artık Hızır ve İlyas ölümsüzdürler.  Bu çerçevede birçok rivayet bulunmaktadır. 

HIZIR ORUCU

                 Ölümsüzlüğe kavuşan Xızır’ın adı ile tutulan bu oruca, Dersim de Roce Xızır yani Hızır Orucu denilmektedir. Peki ne idi bu orucun nedeni? Xızır orucunun kaynağı yine Xızır ile başlar.  Bu orucun kaynağı ile ilgili olarak cemlerde pirlerimizin anlattığı; Hz. Ali ve Hz. Fatıma Ananın oğulları İmam Hasan ve Pir İmam Hüseyin’in hastalanmasına bağlı olarak Hz. Muhammedin önerisi üzerine üç gün tuttukları ve üç gün boyunca kapıya yetim, fakir ve esir kılığında gelen Hızır ve bunun sonucunda hasta olan çocuklarının iyileşmesine binaen Ehl-i Beyt sevenlerinin tutuğu söylenilen Nezir yani şükür orucudur.  Tarihsel bu anlatımın dışında, birde Xızır’ın bizzat kendisinin Ab-ı Hayat suyunu bulması ve Hakk’ın katında İlm-i Ledün verilip Nebilik makamına ulaşmasından dolayı tuttuğu üç günlük oruçtur. Üçüncü gün yani Cuma akşamı bir sofra indirilmiştir kendisine bu sofrada Qawut (gavut) denilen kavrulmuş buğday ve su sunulmuştur. Bugün Dersimde hâlâ Xızırlar da Qawut yapılmakta ve komşulara dağıtılmaktadır. Burada bir ayrıntıya dikkat çekmek isterim; aslında Qawut (gavut) , çok önemli bir simgedir. Çünkü Adem’in cennette kovulmasının inancımıza göre asıl nedeni, Havva’nın yasak elmayı yemesi değil; buğdayı yemesidir. Xızır’ın da buğdayı sevmesi ve özellikle çiğ buğday değil de kavrulmuş buğdayı yemesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu vurgulamadan geçmek istemedim. Bu simgeselliği başka bir zaman bırakıp, tekrardan konumuza dönersek; Xızır Orucun tutulmasının anlatılan bu nedenselliklerinin dışında, Dersim Rae Haq inancının kendine has bir anlatımı vardır ki bu tutulan üç günlük oruca bam başka bir sayfa açmaktadır. Bu farkındalık da Sılo Qız’ın 1998 de verdiği bir röportajda karşımıza çıkmaktaydı, o da şuydu: aslında üç tane Xızır vardır. Bunlar; Xızro Xelas, Xızıro Nebi, Xızıro İlas. Orucun üç gün tutması bunlara bağlanır. İnanca göre Xızır, bütün hareketlerinde serbesttir. Bunun nedeni de şöyledir:” Dara düşen herkes, Xızır’ı çağırır ve o da imdada yetişirmiş. Bu durumdan rahatsız olan Melekler durumu Tanrıya bildirir ve dara düşenlerin, Tanrı yerine Xızır’ı çağırdıklarını söylerler ve bu durumdan rahatsız olduklarını Tanrıya bildirirler.  Tanrı, bundan haberdar olmadığını, gerekeni yapacağını söyler ve Cebrail’i Xızır’ı huzuruna getirmesi için yollar. Cebrail, Xızır’ın yanına gider ve Tanrı’nın kendisini çağırdığını söyleyip, Xızır ile birlikte geri döner. Xızır’ı Tanrının huzuruna çıkarırlar. Tanrı, anlatılanları Xızır’a sorar. Xızır anlatılanların doğru olduğunu onayladığı sırada, aniden elini bir şeyi kaldırır gibi havaya kaldırır. Tanrı, ne yaptığını sorduğu anda, Xızır;  ‘ bir geminin fırtınaya tutulduğunu ve batmak üzereyken kendisinden yardım istendiğini ve kendisinde gemiyi kurtardığını söyler. Tanrı, bakar ki gerçekten fırtına içinde kalmış bir gemi görür, bir şey olmamış gibi yoluna devam ettiğini görür. Bunun üzerine Tanrı meleklerine dönerek: ‘ Xızır serbesttir, istediğini yapabilir der.” ( ÇAKMAK, Hüseyin, Haziran 2013,s.126)

Alevi-Kızılbaş inancının kendine has bir orucu olan Xızır orucu her yıl aynı tarihlerde tutulmaktadır. Bu oruç, Muharrem yani On İki İmam orucu ( Roce Desu Dı İmamu) gibi Hicri takvim hesaplanmasına tabii tutulmaz. Her yıl, aynı ay ve günlerde tutulur.  Xızır Orucu her yıl Ocak Ayının 13’den sonraki ilk Salı-Çarşamba ve Perşembe günleri tutulmaya başlanır; Şubat ayının ikinci haftası yani 13 ünden önceki Salı-Çarşamba ve Perşembe günleri tutularak sonlandırılır. Son yıllarda bazı Alevi sivil toplum kurumlarının girişimleri ile Xızır Orucu her Şubat Ayının ikinci haftası Salı-Çarşamba ve Perşembe tutulması noktasında görüş birliğine varmış olsalar da insanların çoğu hâlâ ecdatlarından gördüğü usulden oruçlarını tutmaya devam etmektedirler. Bununla birlikte özellikle Dersim başta olmak üzere, doğu Alevi-Kızılbaşlarında bir aya yayılan bu orucu her aşiret ayrı haftada tutar. Bunun nedeni olarak coğrafi ve iklim koşullarının yarattığı ulaşım sorunlarından kaynaklandığı gibi Xızır’ın her hafta ayrı aşiretlere misafir olduğuna ve onların sorunlarını çözdüğüne dair olan inançsal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Oruç tutanlar, gönüllerindeki bir muradın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini görmek için Perşembe yani Cuma akşamı su içmeden yatarlar ve rüyada o muradının ne olacağını görürler. Yerel anlamda bir çok geleneksel inanç uygulamaları birlikte Xızır inancı ve orucu hâlâ devam etmektedir.

Ölümsüz Tanrılar karşısında insanlığın ölümsüz, meşru imzası;  Hızır!

                Bu bölüme kadar genel bilgiler vermeye çalıştık. Şimdi ise işin özünü biraz anlamaya çalışalım. Asıl hakikat neydi? Bu kadar anlatımın arkasında yatan gerçeklik ne idi?

Tarihin en tartışmalı ve bir o kadar merak edilen bir kahramanı olan Xızır olgusunun ilk kez Mezopotamya da görüldüğünü görmekteyiz.  Mezopotamya, batılıların deyimi ile: “ iki ırmak arası” medeniyet. Xızır inancında da önemli bir inançsal olguda Xızır’ın iki suyun birleştiği yerde mekan tutmasıdır. Bu tesadüf olmasa gerek? Bugün Dersim merkezdeki Gola Çetu ziyareti, Xızır’ın mekanı olarak bilinir ve ne ilginçtir ki orda da iki akar su birleşir. Xızır’ın mekanları denilen ziyaret yerlerine baktığımızda genelde bir su kaynağı bulunmaktadır? Su, Xızır ile bütünleşmiş bir olgu olarak karşımıza çıkar. Ne ilginçtir ki Tanrı insanı yaratırken ve bunu Kutsal kitaplarında anlatırken;  insanı bir damla su ile özdeşleştirmiş ve ondan var etmiştir. Aslında Xızır inancı çok derin şifreleri kendi içinde sır edip bunu da simgeleştirerek karşımıza çıkar. İnsanı bir damla su’dan yani spermden yaratan Tanrı, bu bir damla suyu ana rahminde başka bir su ile buluşturmaktadır.  Yani babadan çıkan sperm ana rahminde anneden salgılanan sıvı ile birleşmektedir. İşte tam da bu nokta da zigot yani ‘ can ‘ oluşmaya başlar. Xızır,  yani su da başlayan ölümsüz hayatın ta kendisi. 15 Milyar yıllık bir süreci, en ince ayrıntılarına kadar inceleyen bilim adamları, ilk canlıların 340 milyon yıl önce denizlerde görülen bitkilerdir, demesi Xızır inancında tesadüf olmasa gerek? Bu ve buna benzer tarihsel birçok benzerlikleri sıralaya biliriz. Tam da bu nokta da sorulması gereken en can alıcı soru şu: Xızır, neden her özelliği ile tek olmayı ve eşi benzeri olmayan Tanrının özelliğini çalmak istesin ki? Bu klasik din anlayışlarına göre, tamamen şirk değil mi? Tanrı peygamberlerini özel yaratmışken ve özel yarattığı kullarını seçerken bile onlara böyle bir özellik vermemiş olmasına rağmen;  Xızır’a, Ab-ı Hayatın yerini göstermiş ve ondan içmesine izin vermiştir. Tam da burada iki yorum bizi karşılar;  ya Xızır dediğimiz Tanrı’nın ta kendisidir ya da Xızır insanın Tanrı olduğu makamdır. Alevi-Kızılbaş inancında Kamil İnsan figürüne baktığımız zamanda çok da uzak olmayan bir yorum. Kim ölümsüz olmak istemez ki? Zaten insanların Tanrı ile tanışmasının en önemli nedeni de ölüm ve sonrası muamma değil mi? Aslında tam da bu noktada Xızır meraklara çare olmuş. İnadına ölümsüzlük demiş ve bütün Tanrılara inat sonsuz yaşamın kimliğinin adı olmuş.  Xızır, tarih öncesi birçok Tanrı ve tanrıçanın da görevlerini kendisi üstlenmiştir. Bunları yaparken gayet meşru bir dille kendini sosyal ve inançsal hayatta var ettiğini de görmekteyiz. Halac-ı Mansurun , Ene’l Hak anlayışını kafirlik sayan ve katlini meşrulaştıran anlayış, Xızır inancında ise bir sessizliğe bürünmüştür. Onların Mansur’a baktığı nokta da Xızır’ın katli de vaciptir. Ama içlerinde ki yüzleşemedikleri ölümsüzlük isteğini cennet inancı ile susturmanın karanlığından olsa gerek acizlikleri ile baş başa kalmışlardır. Ya da onlarda beyinlerinin arkasında ki ölümsüzlük isteğinin meşru kahramanına dokunmak istememişlerdir? Kim bilir belki de onlarda cennette yarattıkları ölümsüz hayatın dünyadaki somut ve direnişçi kurtarıcısı Xızır gibi olmak istemişlerdir. Dediğimiz gibi kim Xızır olmak istemez ki? Zerdüşt bile Avestada ki Gathalarda,  Ahura Mazda dan; “ Geçmişte olanlardan ve gelecekte olacaklardan bana haber ver.” diyerek bugün ki deyimle  İlm-i Ledün’ ü yani Xızır’ın ilmini istemiştir.  Zerdüşt’ün kitabı Avesta da dokuz önemli kutsama bulunmaktadır.  Bu kutsamaları incelediğimizde Xızır olgusu ile karşılaşmaktayız.  Mesela, Tabiat anayı kutsam; bu toprağı kutsamaktır. Yine Hayat suyunu kutsama; bu suyu kutsama ve suyu canlılığın merkezine koymaktadır.  Hayatın Babasını kutsama; bu güneşi kutsamaktır.  Sonsuz yaşamı kutsama; yaşamak evrensel bir eylemdir. Yaşam hep devam eder. Hayatın sahibini kutsama, bu her şeyin sahibi insanı kutsamaktır. Yaşam ışığını kutsama, bu insanın ürettiği değerlerdir.  Yaşamın ateşini kutsama, bu insanın tenin ve ruhunun temizliğine götüren iç enerjiyi kutsamaktır.

Xızır, yüzyılları aşan ölümsüz bir kutsal kahraman ve insanlığın hep gizli kalmış gerçekliği. Xızır, öyle derin manaları kendinde toplamıştır ki hangi noktadan başlasak bir sonraki konuya kapı aralamaktadır. Xızır inancının özünde bir Tanrısallık ve doğaya insana can veren bir enerji,  diğer bir deyimle yaratıcı ve koruyucu nurdanlık görüyoruz. Metin Bobaroğlu, Xızır konusundaki bir söyleyişte şöyle özetliyordu: “ Xızır aslında suda doğmuştur ama güneş ışınlarıyla doğmuştur. Çünkü Musa aslında Mose “ Sudan gelen, sudan çıkan “ anlamındadır. Güneşin ışınları toprağa geldiği zaman birçok şeye enerjisini vermiştir; maddî dünyamızda birçok şeye enerjisini vermiştir ama bir tek yerde hayat oluşmuştur, o da “klorofil”dir. Klorofil yeşildir ve su ile fotosentezden oluşmuştur; güneş ışınları suyu döllemiştir. Suyun içindeki ilâhî bellek – tasavvufta “Allah’ın indindeki ilim” diye söylenir– hayata dönüşmüştür; yeşil, Hızır olmuştur. Bu bağlamda, Hızır, Hadr’dır yani yeşildir yani değerlerdir. Hızır ile ilgili Kur’an da anlatılan kıssa batini anlamda incelendiğinde ise yani anlamsal arka planda Xızır,  Musa’nın teyyalünde ki Tanrı olarak karşımıza çıkar.”  Tüm bu kutsamalar bir bütün olarak Xızır varlığı ile karşımıza çıkmaktadır.  Hızır ile ilgili inanıyorum ki herkesin düşünce dünyasında bir bilgi, bir sonsuz bekleyiş bulunmaktadır. Dersim de yaşayan Pir Yaşar’ın dediği gibi: “ Evlat, her insanda bir Xızır bulunmaktadır. Ama sadece kamil olanlar, kendinde ki Xızır’ı açığa çıkarırlar. İşte o zaman o kişi; mazlumun, öksüzün, yetimin ve zulme uğrayanın beklediği Xızır misali onların diline ve rengine bürünür. Evladım, o an,  o mazlumun rengine bürünüp ona el uzatandır, Xızır.”

Evet, söz böyle uzayıp gider bizde sözümüzü daha fazla uzatmadan, Xızır orucu tutan canların oruçları Xızır’ın katında kabul ola. Zone ma  Zoane Xızıro diyerek, Xızır’ı bizden eylen yani mazlum bir halktan eyleyen, Sey QAJİ’nin dediği, Xızır’ın diliyle de dersek; Ya Xızırê Sata tenge, tora  Kême rıza u mınete. Hometa  ho tengede meverde, hete  jü de ki ma u aze ma.                                                                  Unutmayalım ki Xızır, Mazlumun evrensel dilidir. Nerde mazlum varsa bil ki Xızır, o dilde ve o renktedir. Çünkü Xızır, insanı sömüren her türlü egemen anlayışlara karşı mazlum insanın susmayan çığlığıdır. Şimdi başa dönersek, neden Xızır’ın gerçek manası ile öğrenilmesi engellenmektedir, bunu azda olsa aydınlatabilmişsek ne mutlu bize. Aşk-ı Muhabbetle kalın. Xızır yar ve yarenimiz olsun.

                                                                                                                                                             Kadir BULUT