Geçen günlerde Ali Ekber Yurt’un, başbakana gönderdiği bir mektubu yayınladık. Mektupta Ali Ekber Yurt, kendince bazı hukuksuzluklardan söz ederek, buna neden olandan yakınmıştı. Ancak Yurt, alışkanlık olmuş demek ki, işini yapmadığı ya da işinin olmamasından sorumlu tuttuğu kişinin babası olan Ağuçanlı bir Piri de mektubuna dahil etmiş, onu da başbakana şikayet etmişti. Hem de ağır ifadeler kullanarak. Alışkanlık olmuş diyorum, çünkü onun yaptığı böyle başka işlere ait iddialar var.
Mektubu tekrar buraya almama gerek yok. Bu yazının yayımlandığı gazetede okuyabilir isteyen.
Bu mektubun yayımlanmasından sonra, Ali Ekber Yurt bize yanıt vermiş. Yanıt vermiş ama ne yanıt… Neresinden bakarsanız bakın, kendini savunurken bile yüzüne gözüne bulaştırmış.
Ali Ekber Yurt, kendini “Dede” olarak tanıtır. Mektubunda da öyle diyor. Kendi dedeliğinin referansını yeterli görmediği yerde babasından, “Alevi camiasında Ahmet Yurt Dede”nin oğlu olmaktan söz ediyor.
Biz bu mektubu yayımlandıktan sonra artık bu kişinin “dedeliği” bitmiştir. Bu kişi bir “kanaat önderi” değildir artık. Kendi toplumunun bireylerini, bir “kanaat önderi” sıfatıyla, başkanı olduğu Tunceli Cemevi’ni kendi kişisel çıkarları doğrultusunda kullanan, üstelik bunu iftiralarla, kendi toplumunun üyelerinden, üstelik bir Alevi pirini siyaset makamına şikayet eden birinin dedeliği, kanaat önderliği geçerli olur mu?
Bu durumun, Sivas’ta Pir Sultan’ı astıran Hızır Paşa (Hınzır Paşa da denir) ne farkı var? Hızır Paşa ki Pir Sultan’ın ekmeğini yemişti… Sivas’ta doğmuş, Banaz’a yerleşmiş, Pir Sultan’ın dergahına girmişti… Girmişti de, sonradan Pirimizin başına getirdikleri de ortadaydı. Yani Ali Ekber Yurt’un, bu paşadan ne farkı var? Sen, Hızır Paşa mısın?
Gelelim bize yazdığı yanıta…
Başından söyleyeyim ki, kullandığı dil, bu adamın bir “dede”, bir “kanaat önderi” olmadığını kesinlikle ispatlamıştır. Onun bu sıfatını yerle bir eden başka söyledikleri de var tabii…
Bir kere böyle bir mektubu kabullenmesi, bu adamın dedeliğinin artık hiçbir geçerliliğinin olmadığını gösterir.
Oysa bu mektup elimize geçtiğinde, biz kendisini aradık. “Nedir bu mektup? Bir ilişkin var mı?” diye sorduk. Halbuki mektup ayan beyan her şeyi anlatıyordu da biz yine kendisini adam yerine koyup aradık. Bize verdiği yanıt şu oldu: “Yazdımsa yazdım, yazmadıysam yazmadım, sana ne?”
Daha sonra biz başka bir gazeteci arkadaşımıza arattık bu kişiyi. Ona da şu yanıtı verdi ilk olarak: “Maillerime bir bakayım, böyle bir mektubu hatırlamıyorum.”
Bir iki saat sonra, bu kez Ali Ekber Yurt, gazeteci arkadaşımızı arıyor ve şunu söylüyor: “Maillerime baktım, böyle bir mektubu ben yazmamışım. Benim eposta adresimi birileri ele geçirmiş, onlar yazmış.”
Mektubu biz yayınladıktan sonra da, bize verdiği yanıtta da mektubun kendisi tarafından yazıldığını kabul etmiş.
Şimdi, doğruyu söylemeyenden “Dede” olur mu? Doğruyu söylemeyen ve “dedelik” sıfatını hala kullanan bu adamın tuttuğu cem, yaptığı sorgu sual kabul görür mü? Bu kişinin kıyacağı nikah geçerli olur mu?
Kendisinin “Peygamber nesli, şehitler serdarı imam Hüseyin evladı” olduğunu söylüyor. Söylüyor da, Hz. Hüseyin’in kişisel çıkarları için değil, inancı için Kerbela’da şehit düştüğünü bilmiyor. Hz. Hüseyin’in bütün haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı geldiğini, hakkı hukuku yenenlerin, mazlumların temsilcisi olduğunu bilmiyor.
Ağuçanlı Piri neden şikayet ettiğini de şöyle açıklıyor: “Eğer kişiler babaların yaptıkları, söylemleri, davranışları ile değerlendiriliyor ise ilçe başkanının babasının devlet büyükleri, hükümet, devletle ilgili söylemleri aşikar. Bu ilçe başkanı babasının bu söylemlerine rağmen hala ilçe başkanlığı yapabiliyorsa da, (varsayalım eniştem o hatalı davranışları yaptı) bu adam neden partinizde hala il başkanı…”
Ama arkasında da şu cümleyi kuruyor: “Hiç kimse anne, baba veya bir başka akrabasından ötürü cezalandırılabilir mi? Anayasal suçtur da bu. Suçun kişiselliği ilkesi var…”
O halde Ali Ekber, sen kendi ifaden ile suç işliyorsun. İlçe başkanıyla olan sorundan dolayı, ilçe başkanının babasını jurnallemişsin…
Kendi ifadesine göre bu kişi beni fazla tanımıyor ama, aklında kalan bir şeyler olmuş benimle ilgili. Diyor ki: “bu zatın Ahmet Yesevi gibi bir zata köstebek benzetmesi yaptığı bir konuşmasını anımsadım”…
Çok açık bir biçimde söyleyeyim: Bu ifadeler bana ait değil. Ali Ekber Yurt açıkça doğru söylemiyor. İstiyorsa, kimin söylediğini, üstelik ne amaçla söylediğini kaydıyla kendisine vereyim.
Mektubunda bana atfen yazdığı iddiaları ispatlamakla yükümlüdür Ali Ekber Yurt.
Beni bir çıkar peşinde koşmakla suçluyor. Üniversitede iş, başında bulunduğum derginin üniversiteye satılması, Cemevi’ne göz dikmem vs. vs.
Oysa başında bulunduğum dergi 16 yıldır çıkıyor. Sahibi bulunduğum iki yayınevi var. Üstelik onun iddia ettiği gibi “bir yerlere gelme derdim” de yok. Olsaydı, örneğin Cemevi yönetimine, en azından gider üye olurdum. Oysa benim hiçbir siyasi partiye, sivil toplum örgütüne falan üyeliğim de yok. Peki nasıl bir çıkar peşinde koşuyorum? Dedim ya, bir kaydı kuydu, görüntüsü, telefon kaydı, ses kaydı, her ne bulursan var mı?
Öyleyse yine sorayım: Doğru söylemeyenden “dede” olur mu?
Üniversitenin rektörüne kafayı taktığımı söylüyor. Doğru… İşi bilim yapmak olan bir kurumun alanı olmayan işlere bulaşmasını kınıyorum da ondan.
Bu üniversitenin rektörü, bir enstitü kurmaya kalkıyor, başına da alevi olmayan birini getiriyor. Sen de bu kişiyi “yeğenim” diye sağda solda koluna takıp geziyorsun. Bu zat da“Ben Sarı Saltukluyum” deyip işini yürütüyor . Tunceli Üniversitesi bir Alevilik-Bektaşilik Enstitüsü kurmaya yelteniyor ve kalkıyor Dersim’de bir Alevilik tanımı yapıyor, bu tanıma uymayanları bölücü, dejenere olmuş kişiler olarak tanımlıyor, sen de bir inanç önderi kimliğinle yerinde oturuyorsun ve söyleyecek söz bulamıyorsun. Üstelik bu rektör, Dersim’de Alevilikle ilgili bazı ifadeler kullanıyor senin gözünün içine baka baka, Dersim’de inanç olarak bir boşluk olduğunu söylüyor, sen susuyorsun. Susmaktan da öte ayağa kalkıp alkışlıyorsun.
Allahtan, Dersimli olmayan ve Alevilikle yakından uzaktan ilgisi bulunmayan bir akademisyen, senato kararına bilim etiğine aykırı diyerek şerh koyuyor.
Dedim ya, doğru söylemeyenden “dede” olur mu?
Sana uzun yanıt vermeyeceğim Ali Ekber…
Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Verdiğin yanıtta, bu mektupta yer alan bilgilerin “en az yatak odası kadar özel.” Olduğunu söylüyorsun. Ve beni belden aşağı vurmakla suçluyorsun.
Doğrusu, ben senin yatak odanda bu işleri çevirebileceğini hiç düşünmemiştim. Demek, yatak odaları bu işlere de yarıyor.
Söyledim. Benimle ilgili iddiaların, eğer gerçekse mutlaka bir kaydı vs. olmalı… İş başvurusu, üyelik, telefon görüşmesi, kaydı vs. Her ne şekilde bunları ispatlarsan, belgelerini ortaya koyarsan söylediklerinin bir geçerliliği olur. Aksi halde Ali Ekber, eline ve diline sahip olmayan, olamayan biri olursun ki, bunun Alevi inancında karşılığı “düşkünlük”tür.
Neymiş efendim, bu zatın ve milletvekilinin katıldığı birlik lokmasını eleştirmişim. Eleştirmişim de bana soruyor A. Ekber: “Yoksa sen kardeşliğe karşı mısın? Yoksa Türkiye’de Alevi Sünni çatışması mı istiyorsun?” diye.
İyi de sen yatak odanda yazdığın o meşhur mektubunda diyorsun ki, “Bizler Sarı Saltuk gibi Anadolu’yu ve Balkanları İslamlaştıran ve Türkleştiren bir soyun evladı olarak hala o ceddimizin misyonunu sürdürme çabası içindeyiz.”
Peki, nasıl olacak bu kardeşlik Ali Ekber senin bu yukarıda söylediğin sözlerden sonra?
Açıkçası senin “birlik”, “beraberlik” dediğin şeyin altından başka şeyler çıkıyor Ali Ekber. Bunlar için mi “namazla huzurdayım”, “siyeri nebi” törenlerinde, gecelerinde, anmalarında gider de saz çalarsın?
Yavuz da öyle yapmıştı. “Yavuzun o keskin kılıcı olmasaydı Dersim’de bu gün bir tek sünniye rastlanamazdı” ifadelerine ne kadar benziyor söylediklerin. Sen, Yavuz musun?
Ali Ekber, yaştan benden küçük ama, bana “çocuk” demeyi tercih ediyor. Güya beni ciddiye almayacak…
Çocuk olmak güzel şey Ali Ekber… “Dede” demeyeceğim sana da, eskiden dedelik yapan birisin sen. Nasıl çocukları dışlarsın? Nasıl çocuk ifadesini bir hakaret olarak görürsün… Bizde çocuklar için “masum-u pak” derler. Bu nasıl bir “dedelik” anlayışı sendeki?
Herkes çocukluğuna dönmek ister. Çocukluk, dedim ya güzeldir.
İşte ünlü mektubu yazan Ali Ekber Yurt, yazdığı karşı yazıda bize haksızlıktan, onurdan söz etmekte.
“Haksızlığa karşı boyun eğmeyin. Aksi halde hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz” diye bize öğütte bulunmuş. Öğütte bulunurken, kendisinin de kalben bu inanca inanmış biri olduğunu söylemekte.
O halde bize, Ali Ekber Yurt’un yayımlanan mektubunu, verdiği yanıtı herkese tekrar okumasını tavsiye etmek düşer. Sen de mektubunu ve yazdıklarını, tekrar oku Ali Ekber…
İşte ben bütün bu hukuksuzluklara, haksızlıklara karşı geldiğim için seni, üniversiteyi, milletvekillerini yazıyorum. Sen, dedelik sıfatı taşımadığın halde hala “dedeyim” diye ortalıkta gezindiğin için yazıyorum.
Tunceli üniversitesini, haddi olmayan işlere bulaştığı için, usulsüz kadrolaşma yaptığı için, hakkı olanın hakkını yediği için, milletvekillerini de, hele de o birini, adını senin andığını, seçildiği ilde bu kadar iş döndüğü halde sesi çıkmadığı için eleştiriyorum. Sadece rektörle görüşüp, hakkı yenenlerle görüşmediği, görüşmek istemediği için yazıyorum.
Yaaa Ali Ekber, haksızlığa karşı boyun eğmediğim için, eğersem şerefimi de kaybedeceğimi bildiğim için yazıyorum.
Sen de, eskiden “dedelik” yaptığın dönemde bunlardan söz etmez miydin cemaatine… Hale bakın ki, “dedelik” iddiasında bulunan kişiden çok, bu alanda hiçbir iddiası olmayan bize düştü iş.
Senin hangi siyasi partide olduğunun, nerede bulunduğunun benim için bir önemi yok. Herkes gibi bu senin siyasal tercihin… Görüşüne uyan herhangi bir partide yer alabilir, sempati duyabilirsin… Buna bir lafım yok. Ben de öyleyim. Söyledim ya, bir partiye, sivil toplum kuruluşuna üye değilim. Elbette seçimlerde oy verdiğim, oyumu vermeye değer gördüğüm bir parti var.
Problem, senin bir “dede” olarak içinde bulunduğun toplumun inancını, kutsal gördüğü mekanları kullanarak kişisel çıkar sağlaman. Bırak dedeliği, bırak Cemevi yönetimini gir istediğin partiye politika yap… Kişisel çıkarın için mi siyaset yaparsın, ona benim itirazım yok, kimsenin itirazı da yok. O senin girdiğin partinin yöneticilerinin, üyelerinin sorunu…
Üstelik bu sözlerim sadece sana da değil… Her kim bu işi yaparsa, o hata yapar, “düşkün” sayılır inancımızca… Senin başına gelenler gibi…
Yeri gelmişken sana bir iki şey daha sorayım. Hatırlarsın belki bu kez.
1) Cemaat imamını cemevinde ağırladın mı? Böyle iddialar dolaşıyor bazı gazetelerde?
2) Oğlunu cemaat okuluna gönderdin mi Dersim’de?
3) Buradaki okullarla aran nasıldı Ali Ekber?
4) Üniversitede Alevi akademisyenlerin yer almamasında bir sorumluluğun var mı? “Yeğenim” diye tanıttığın Coşkun Kökel, hakikaten yeğenin mi? Sarısaltuklu mu?
5) Tunceli üniversitesinin eski rektörü olan ve, “burada alevi olmayacak, solcu olmayacak, Kürt olmayacak, herkes olacak” diyen Durmuş Boztuğ’la aran nasıldı Ali Ekber?
6) Başka dedelerle ilgili yatak odandan başka mektuplar yazdın mı?
İyi hatırla ve yanıt ver ki, biz de bunları yayınlayıp yayınlamamaya karar verelim.
Haa, daha başka işler de var ya, neyse… Biz şimdilik bunlarla yetinelim.