Türkiye bu aralar, eşeledikçe şüheda fışkıran topraklarının zengin, ‘tarihi yer altı kaynaklarına’ dahil ettiği binlerce insanından gayrı, bir sahipsizlik iyeliğinin dahi kendisine reva görülmediği ‘lanetlilerin(in)’ toplu mezarlarını açmakla meşgul. Bu yüzden de toprağın altından her geçen gün, müzmin milliyetçilerimizin sorgusuz sualsiz taptıkları kendi tanrıları dışında, öteki tarafta olduklarına kanaat getirerek karanlığa gömdükleri “iblislerin eksik bedenleri” çıkıyor.
Eğreti Bir İlişki
Öldürülen kardeşi Ali Yıldız’ın cenazesini almak için bölge savcılıklarına defalarca hukuki girişimlerde bulunmasına rağmen bir sonuç alamayan ve bunun neticesinde de Tunceli’de başlattığı ölüm orucuyla kendisini ziyarete gelen devlet bakanı Fatma Şahin’e sesini duyuran Hüsnü Yıldız’ın eylemi, Çemişgezek ilçesinde yapılan kazılardan çıkan 15 kişinin kemiklerine ulaşılması ile sonlanmış bulunmakta. Böylece, gerek kendisinin gerekse de avukatlarının beyanlarından çıkan sonuca göre, ölülerin gömüldüğü mezarların devlet tarafından açılması ile bizzat devletin kendisine yönelik de büyük bir zafer elde edilmiş oldu! Buradan çıkan anlam, “mevcudiyet koşulu karşılıklı yükümlülükler ile toplumsal bir ‘sözleşme’ sonucu meydana gelen devlet erkinin, bizzat bu sözleşmeyi yaptığı vatandaş ile ciddi bir gerilim süreci içerisinde olduğu ve artık kendi meşru varlık koşuluna yönelik yapısal bir kriz içerisine girdiği” yönündedir. Böyle bir durumun varlığı, vatandaş ile devlet arasındaki güven duygusunun aşınmaya yüz tuttuğunu göstermekle birlikte, her iki tarafın da birbirlerine karşı düşmansı ve tersi şekilde “takiyeci” bir yakınlaşma ilişkisi içerisine girdiğine işarettir. Zira, bütün bu kötülüklerin sorumlusu olarak görülen devletin kendisinden “adalet talep edip, toplu mezarların açılmasını” isteyecek denli “takiye” yapmaya mecbur kılınan bir vatandaş profili ile vatandaşın bunca girişimine rağmen vurdum duymaz davranan hukuk sisteminin, bir bakanın tepeden girişimleri sonucu harekete geçmesi birbirini tamamlar mahiyette iki örnektir.
Bunun yanı sıra, iki tarafın da karşılıklı olarak birbirlerini uzun bir süreç boyunca “tölare etmesinin” esas gerekçesi, devleti temsilen AKP’nin ölümlerin meydana geldiği dönemden kendini sorumlu tutmaması ve vatandaşın da bunu bilerek mezarlar açılana değin AKP’yi o süreçten tenzih edip esas muhatabın CHP olduğuna vurgu yapmasıdır. Nasıl mı dersiniz?
Sorumlu Kim?
Çünkü, çukurlar açılırken olay yerinde bulunan CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’e yöneltilen protestolar ile bir dönem Bonapartist bir siyasal rejim modeline (tek parti=hükümet=devlet) tekabül eden CHP-Devlet birlikteliğinin bugün hala insanların hafızasında kalan olumsuz bakiyesi tekrar görünür kılınmış oldu. Kazı çalışmaları boyunca, hem 1937-38’deki Dersim Olayları’ndaki etkisinden, hem de 90’lı yılların faili meçhul politikalarından sorumlu tutularak ‘faşistlikle’ itham edilen CHP’ nin iddia edilen suç ceremesinin yükü, dile getirilen ithamların doğruluğu ya da yanlışlığı ile Aygün’e yöneltilmiştir. Aynı şekilde, CHP’nin toplu mezarlar ile ilgili olarak henüz elle tutulur bir merkezi açıklama yapmamasının da, pişirilen aşın tenceresine koyulan kapak misali yerini bulduğu da düşünülmektedir.
Adı geçen bu dönemlerdeki uygulamaların bugün AKP hükümeti tarafından da eleştirilip, verdiği siyasal mücadelede daimi bir argüman olarak kullanıldığına hemen hemen hepimiz aşinayız. Bu yüzden de, başbakanın Dersim Katliamı çıkışı ile başlayıp bugün yapılan mezar kazıları ile sürdürülen geçmişe yönelik hesaplaşma mahiyetindeki politik atılımların, DTK eş başkanı Aysel Tuğluk’un yaptığı gibi, AKP’ye yöneltilen toplu mezar ‘resti’ ile ekarte edilemeyeceği çok açıktır. Zira, Çemişgezek’te gerçekleştirilen kazılara katılan özel yetkili savcının bundan sonra yapılacak olan kazılara devam edileceği yönünde teminatta bulunduğunu belirterek, kendilerinin tespit ettikleri her alanın kazılacağı yönünde söz verdiğini dile getiren avukat Taylan Tanay’ın beyanları, savcının iyi niyetinden bağımsız olarak hükümetin bu konudaki politikasının dışa vurumudur. Kötü niyetliysek eğer, bu gerçekliklerin AKP hükümeti tarafından da politik çıkarları gereğince ifşa edilmesine müsaade edeceğini büyük bir ihtimal olarak düşünebiliriz. Aynı şekilde Tuğluk’un, toplu mezarlar ile ilgili olarak, kuramsal bir süreklilik arz eden Türkiye Cumhuriyeti devletinin hükümeti olarak AKP’ye yaptığı ajitatif çağrısının, akabinde başlatılan kazılar ile karşılık bulmasının da her iki taraf açısından önemli bir girişim olduğunu belirtmek gerekir.
Acıyı Hissetmenin Birlikteliği
Meydana gelen bu gelişmelerden ötürü şimdilik Tarih bilimi, geçmişte olanları irdelemekten ziyade, gelecekte olacaklara dair de güçlü öngörüler sunup, Türkiye’de yapılan ve yapılacak olan demokrasi hesaplaşmasının vazgeçilmez bir tanığı olarak, yerin altından çıkan ‘insanlık ayıbını’ kendi dipnot kesesine doldurmak ile yol almaktadır. Toprağa vurulan bunca kazmanın esas kahramanları ise, yıllarca yüreğinin doğusunda ölen kardeşlerinin cesetlerinden kalan bir parça anıya kavuşmak için çırpınanlar ile bunca zaman yüreklerini bir rüzgara binerek giden evlatlarıyla toprağa gömen anneler ve onların gök yüzüne yükselen acı yüklü feryatları olmuştur.
Son olarak, AKP karşıtlarını kızdırsa da, kendisinin de bir anne olduğunun hatırlatılması üzere sorunun çözülmesi için bir söz veren, verdiği sözü de yerine getirip bu sürecin hızlanmasına katkı sunan ve bundan sonraki talepler için örnek alınacak bir şahsi davranışta bulunan devlet bakanı Fatma Şahin’in de bu gelişmelerde önemli bir katkısının olduğunu eklemek gerekir.
Yalçın Çakmak