Gök masmaviydi, bakışların sensizliğe açıldığı günde. Sen ilkyaz çiçeğiydin çocuk yüzünle. Sanki görmediğim gözlerin açmıştı Ege denizinin yorgun dalgalarında. Ve ansızın acın düşüyor yüreğime. Sonra nefesin uzanıyor gurbetin telaşına. Deniz’im kelebek kanatlı meleğim. Kaderin en göz alıcı çiçekler gibi düştü ayrılığa.

 

         Ege’nin serin sularını kucaklamışken yüreğim, nereden bilebilirdim kulaklarımda uğuldayacak Deniz’in sesi. Ve bilemezdim denizin çırpınışı gözyaşlarımla kabaracak. Ölüm günleri gözlüyordu sanki. Öpememişken ay ışığı yanağından, ayrılığın utancıyla karıştı yaralarıma.

 

         Telefondaki ses bir acı sokmuştu yüreğimin derinliklerine. Artık bir Deniz çırpınırdı içimde. Ve ben yokluğunu taşıyordum Ankara’ya doğru. Geçtiğim bütün yerlerde ağlamak

 

İstiyordum. Yollar beni sana değil sensizliğine taşıyordu. Sen ise avucumuzda uçan bir serçe gibi uçmuştun ölüme. Göğsümüz kanamıştı ölüme kanat çırpmana. Ve mevsim simsiyah yaslar sermişti içimizdeki maviliklerin üstüne. Ağlıyordum ve ağlamaya gelmiştik varlığını ölüme rehin bırakan sana. Sen ise, bir kelebek gibi gidişinle, masum yüzünü bize resim diye bırakmıştın.

 

         Deniz’im; kaç bahar yaşadı hasretin. Bir çiçek açımı hayat neden kanadı çocuk yüzünde. Neden tutuklu kaldık sensizliğe, yaza ve güneşin rengine. Çocukluğun göremiyor artık esmerliğine konan dokunuşları. Seni yazlar götürdü, arkada güzleri bırakarak.

 

         Ölüm zamanın ıslığı ile gelmişti. Babanı özlemiştin. Gün ağarmadan gözlerin yollara düşmüştü. Ve çarpan yüreğini Ağustos sıcağına yolcu etmiştin. Bilemezdin ölümün umutlarına set çekeceğini. Artık derin bir uyku şöleninde dalgalanacaksın Deniz’im.

 

         Sensizliğin gölgesi kemiriyor içimizi. Ve ölümün zifiri bir gece gibi düştü yüreğimize. Artık rüzgarlar sensiz esiyor. Ve ben içimdeki yazı öldürerek kentin tenhalarında hüznümü güzlere bırakarak kalacağım. Sen ise bir soluk gibi yüreğimde akşamlayacaksın …

 

Hüseyin KAYA