Bu çalışmada, Dersim 1937-38 Askeri harekâtı ve sonrasında yaşananların kısa bir tespitinden sonra olayları, soykırım suçu ve ilgili ulusal ve Uluslararası mevzuat açısından değerlendirmek istiyorum.  

            Dersim, kendine özgü farklı yapısı nedeniyle tarih boyunca iktidarlar tarafından hep ıslah edilmesi ve hizaya getirilmesi gereken bir yer olarak görülmüştür. Bölgeye, Osmanlı döneminde ilk olarak, Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran savaşı sırasında sefer yapılmıştır. Bu tarihte gerçekleşen katliamların ardından, sonraki tarihlerde de Dersim’e birçok sefer daha düzenlenmiştir. Bilinen seferlerden bazıları şunlardır:  1862 Derviş Paşa harekâtı, 1877-78 Ahmet Muhtar Paşa, Semih Paşa harekâtı, 1908 Neşet Paşa harekâtı, 1909 İbrahim paşa harekâtı, 1911 Pülümür harekatı, 1912 askeri harekatı, 1914 Kırgan aşiretine yönelik Sin harekatı, 1926 harekatı, 1930 Pülümür harekatı ve tüm bu saldırılar içerisinde en kapsamlısı olan 1937-38 “tedip ve tenkil” askeri harekatı olmuştur. Yeni kurulan devletin inşa sürecinde gerçekleştirilen bu son harekât, tarihin en kanlı askeri operasyonlarından birisidir. Binlerce insan hayatını kaybetmiş ve binlercesi de sürgüne yollanmıştır.

 

            1937-38 askeri harekâtı, varolan bir ayaklanmanın bastırılması veya köprü yakılması, kadınlara sarkıntılık yapan askerlere tepki gösterilmesi üzerine operasyon yapılması gibi basit bir iki adli vakıa nedeniyle gerçekleştirilen bir asayiş operasyonu olmadığı da bilinen bir gerçektir. Ulaşılmak istenen amacın önceden belirlendiği ve belirli bir plan ve program çerçevesinde uzunca bir hazırlık süreci sonucunda gerçekleştirilen bir harekattır. Vali ve komutana sınırsız yetkilerin tanındığı 25 Aralık 1935 tarihinde kabul edilen Tunceli Kanunu ile Dersim adı Tunceli olarak değiştirilmiş ve “Tunç Operasyonunun” yasal zeminleri tamamlanmıştır. Bakanlar Kurulundan kararlar çıkarılmış ve askeri yığınak yapılarak operasyon öncesi stratejik merkezlerde kışla ve karakollar inşa edilmiştir. Dersim harekâtı öncesinde İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Kazım Karabekir tarafından başta olmak üzere, birçok rapor hazırlanmıştır. Harekât öncesi hazırlanan raporlarda hep Dersim’in ıslahı ve hizaya getirilme önerileri sıralanmış ve “Dersim’in okşanmakla kazanılamayacağı” askeri yöntemlerin tek çözüm olduğu belirtilmiştir. Yine sınırlı sayıda ve gizli bir yayın olarak çıkarılan Jandarma Umum Kumandanlığı’nın Dersim adlı yayınında da benzer öneri ve tespitlere yer verilmiştir. Şartların oluşmasıyla beraber 4 Mayıs 1937 tarihinde alınan Bakanlar Kurulu kararı ile harekâta başlanmıştır. İlgili Bakanlar Kurulu kararı şu şekildedir.

 

1937 YILINDA YAPILAN TUNCELİ TENKİL HAREKÂTINA DAİR BAKANLAR KURULU KARARI

“Gayet Gizlidir ibareli. 

KARAR
4 Mayıs 1937

Başvekalet Kararlar Müdürlüğü

Sayı:
Son günlerde Tunceli'de vukua gelen hadiselere dair raporlar 4.5.1937 tarihinde Atatürk'ün ve Mareşal’in huzurları ile tetkik ve mütalaa edilerek aşağıdaki sonuca varılmıştır:
1.Toplanan kuvvetlerle Nazımiye, Keçizeken  (Aşağı Bor), Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit ve müessir bir taarruz hareketi ile varılacaktır.

2.Bu defa isyan etmiş mıntıkadaki halk toplanıp başka yere nakil olunacaktır. Ve bu toplama ameliyesi de köylere baskın edilerek hem silah toplanacak, hem bu suretle elde edilenler nakledilecektir. Şimdilik (2000) kişinin nakli tertibatı hükümetçe ele alınmıştır.

Mülahaza:
Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar vermeyecek hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür.

Not: Malatya'dan ve Ankara'dan gönderilen kuvvetlerin cepheye vasıl olmaları ve cephedeki kuvvetlerin ufak tefek talimleri ve istirahatları ve bundan başka Diyarbakır'dan gelecek taburun tavzifi, bütün bunlar düşünülerek bir hafta sonra yani 12 Mayısta ileri harekete başlanabileceği anlaşılmaktadır.

Not: Paraya acımaksızın içlerinden çok adam kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır."

 

              Bu karar ile tarihteki sayılı insanlık dramlarından birinin yaşanmasına neden olacak askeri harekâtın düğmesine basılmıştır. Başlatılan “tedip ve tenkil” ( hizaya getirme ve ortadan kaldırma, uzaklaştırma ) askeri harekâtı ile 1937 yılı, aşiret liderlerinin ele geçirilme ve “direnişçi unsurların” ve diğer “sivil unsurların” ortadan kaldırılması ve idamlar, 1938 yılı ise, öldürme ve sürgün olayları ile geçmiştir. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün meclis konuşması ile “çıbanbaşı” ilan edilen Dersim’e yönelik Harekâtı, hükümet adına 1937 yılında Başbakan İsmet İnönü, 1938 yılında ise Başbakan Celal Bayar yürütmüştür. Genelkurmay başkanı olarak ta Fevzi Çakmak görev yapmıştır. Vali-komutan-müfettiş olarak atanan korgeneral Abdullah Alpdoğan ise harekâtın komutanı olmuştur. Harekât askeri boyutu itibari ile Kurtuluş savaşındaki bir çok savaştan da daha kapsamlı olmuştur.

 

              Dersim harekâtında, gerçek durumu yansıtmaktan uzak resmi rakamlara göre dahi, binlerce insan öldürülmüş ve topraklarından koparılarak sürgüne yollanmıştır. Harekâtta binlerce çocuk ailesinden koparılmış, yurtlara gönderilmiş, özellikle kız çocukları batıdaki ailelere evlatlık olarak verilmiştir. Dersim sürgünü çocuklar, asimilasyona tabi tutularak Dersim ile bütün bağları koparılmıştır. Bugün bu şekilde tarihlerini bilmeden yaşayan yüzlerce insan vardır. İsmet İnönü’nün Dersim harekatı öncesinde açıkladığı önlemler arasında  “Türklerin yoğun olduğu yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim’den beş yaşını doldurmuş kız ve erkek çocukların burada okutulup büyütülmesi, evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi ” önerileri bulunmaktaydı. Bu öneriler kabul görmüş ve uygulanmıştır. Yine Dersimlilerin yaşam alanları yok edilmiş, köyler ve ormanlar yakılmış, bombalanmış ve insanlara yönelik toplu imha kastı ile zehirli gazlar kullanılmıştır. İnsanlar toplu halde kurşuna dizilmiş, yüzlerce insanda süngülenerek öldürülmüştür. Munzur ve Harçik nehirleri kan ve cesetlerle dolmuştur. Yaşanan bu vahşet soyut iddialardan ibaret değildir. Onbinlerce mağdurun anlatımı ile olaylar birbirini doğrular şekilde bugüne aktarılmıştır. Yaşayan tanıklar halen mevcuttur. Yüzlerce tanık, ses ve görüntü kayıtları ile katliamın boyutunu dile getirmiştir. Ayrıca son dönemde harekâta katılan askerler de görsel kayıtlara geçen beyanları ile silahsız insanların belli merkezlerde toplanarak öldürüldüğünü dile getirmiştir. Seyit Rıza ve diğer aşiret liderlerinin idam sürecini Ankara adına yürüten Emniyet Müdürlüğü ve Dışişleri Bakanlığı yapmış İhsan Sabri Çağlayangil de, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile yaptığı ve internet ortamında ulaşılabilen bir röportajında, zehirli gazlar ile Dersimlilerin mağaralarda fareler gibi zehirlenerek öldürüldüğünü dile getirmiştir. Yine CHP’li Onur Öymen’in şoven sözleri ile başlayan süreçte yaşanan Dersim tartışmaları sırasında, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Tayyip Erdoğan, Dersim’in uçaklar ile bombalandığını ve onbinlerce masum insanın öldürüldüğünü ve Dersimde katliam yapıldığını kabul etmiştir. Olaya ilişkin gizli bilgilere ulaşma imkânına sahip ve bir anlamda da devleti temsilen konuşan Başbakan Erdoğan, 1937-38 olaylarını en tepeden bir kişi olarak ikrar etmiştir. Ortada ceza yargılamaları açısından en önemli delillerden olan ikrar sözkonusudur.

 

                   Dersim harekâtı sırasında yaşananlar bir insanlık suçudur. Yaşanan olayların boyutu dikkate alındığında Dersim olaylarının ulusal ve ulusal üstü hukuk açısından,  yukarıda kısaca belirtmeye çalıştığım olgular ışığında,  nasıl nitelendirileceği ve yaşanan vahşetin hangi boyutlarda olduğu kavramsal olarak, çok açık bir şekilde tespit edilebilecektir.   Ortada bir soykırım kastı mevcuttur. Bu kavramın hukuki şartları;  Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler diplomatik konferansı sonucunda Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü ile Roma Statüsü suçları ve Türk Ceza Kanununda yer alan düzenlemelerde açık bir şekilde belirlenmiştir. Bu normlar açısından değerlendirecek olursak; 9 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve 12 Ocak 1951'de yürürlüğe giren Soykırım Suçunun Önlenmesi Ve Cezalandırılması Sözleşmesinde şu hükümler bulunmaktadır. 

“Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 11 Aralık 1946 tarihli ve 96(I) sayılı kararında soykırımın, Birleşmiş Milletlerin ruhuna ve amaçlarına aykırı olan ve uygar dünya tarafından lanetlenen, Uluslararası hukuka göre bir suç olarak beyan edilmesini dikkate alarak, Tarihin her döneminde soykırımın insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini kabul ederek, İnsanlığı bu tür bir iğrenç musibetten kurtarmak için Uluslararası işbirliğinin gerekli olduğuna kanaat getirerek, Aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır:

1. Madde 

Önleme ve cezalandırma görevi

Sözleşmeci Devletler, ister barış zamanında isterse savaş zamanında işlensin, önlemeyi ve

cezalandırmayı taahhüt ettikleri soykırımın Uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eder.

2. Madde

Soykırım oluşturan eylemler: Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik,  ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soykırım suçunu oluşturur. ( Bu yok etme maksadı soykırımı diğer insanlık karşıtı suçlardan ayırır.)

a) Gruba mensup olanların öldürülmesi; (Dersim’de onbinlerce insan öldürülmüştür. )

b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; (Dersim’de yaşanmıştır )

c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek; ( Dersim’de yaşanmıştır. Sürgün ve sonrasında yaşanan travmalar…  )

d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;

e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek; (Dersim’de yaşanmıştır. İsmet İnönü tarafın ileri sürülen tedbirleri hatırlayınız. )

3. Madde Cezalandırılacak eylemler

Aşağıdaki eylemler cezalandırılır:

a) Soykırımda bulunmak; b) Soykırımda bulunulması için işbirliği yapmak; c) Soykırımda bulunulmasını doğrudan ve aleni surette kışkırtmak; d) Soykırımda bulunmaya teşebbüs etmek; e) Soykırıma iştirak etmek;

4. Madde

Kişilerin cezalandırılması

Soykırım suçunu veya üçüncü maddede gösterilen fiillerden birini işleyenler, anayasaya göre yetkili yöneticiler veya kamu görevlileri veya özel kişiler de olsa cezalandırılır.

5. Madde 

Uygulama mevzuatı Sözleşmeci Devletler, bu Sözleşmenin hükümlerine etkililik kazandırmak ve özellikle soykırımdan veya üçüncü madde belirtilen fiillerden suçlu bulunan kimselere etkili cezalar verilmesini sağlamak için, kendi Anayasalarında öngörülen usule uygun olarak gerekli mevzuatı çıkarmayı taahhüt eder.

6. Madde

Soykırım suçu ile suçlanan kişilerin yargılanması

Soykırım fiilini veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi veya yargılama yetkisini kabul etmiş olan Sözleşmeci Devletler bakımından yargılama yetkisine sahip bulunan Uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır. …” Hükümleri bulunmaktadır.

 

      Yine Türkiye bu sözleşmeyi 23 Mart 1950'de onaylamıştır. 5630 Sayılı Onay Kanunu 29 Mart 1950 gün ve 7469 Sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Anayasanın 90 maddesine göre “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” bu sözleşme bu yönüyle bir iç hukuk hükmüdür ve kanundan da üstün konumdadır.  

 

      İlgili sözleşme ile onaylanan soykırım suçu, yıllar sonra 2005 tarihinde yürürlüğe giren Yeni Türk Ceza kanununun 76. maddesine eklenmiştir. Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar başlığı altındaki düzenleme şu şekildedir.  Soykırım, Madde 76 - (1) Bir plânın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur: a) Kasten öldürme. b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme. c) Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması. d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması. e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi. (2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır. (3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur. (4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez. İnsanlığa karşı suçlar Madde 77 - (1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plân doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur: a) Kasten öldürme. b) Kasten yaralama. c) İşkence, eziyet veya köleleştirme d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma da güvenlik tedbirine hükmolunur. (3) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez. 

            İç hukuka da uyarlanan ilgili hükümlerin belirginleştiği Soykırımın Önlenmesi Sözleşmesi uyarınca bir uluslararası Ceza Mahkemesinin de kurulması öngörülmekteydi. 1998'de İtalya-Roma'da toplanan bir Birleşmiş Milletler diplomatik konferansının sonucunda Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü, oyçokluğu ile kabul edilmiştir. Roma Statüsü'ne göre Şubat 2003'te mahkemenin ilk yargıçları seçilmiş ve mahkemenin ilk savcısı, Nisan 2003'te göreve başlamıştır.

            Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran Roma Statüsü'nün 6. maddesi, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin 2. maddesinde tanımlanan soykırım suçunu aynen benimseyerek yargılama yetkisini Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne vermiştir. Bu tanımlama, uluslararası örf ve adet hukukunun emredici bir parçası olarak (jus cogens) kabul edilmiştir, bu nedenle Soykırım Sözleşmesini onaylamış olsun olmasın, tüm devletler için bağlayıcıdır. 

            Roma Statüsü'nün 6.maddesine göre aşağıda sıralanan beş eylem, ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen ya da kısmen yok etmek kastıyla işlenirse soykırım suçunu oluşturur:

  • Bir grubun üyelerinin öldürülmesi
  • Bir grubun üyelerinin ciddi bedensel veya zihinsel zarara uğratılması
  • Bir grubun yaşam koşullarının, üyelerine fiziksel zarar verilmesi amacıyla bilerek zorlaştırılması
  • Bir grup içinde yeni doğumları önlemeyi amaçlayan önlemler alınması
  • Bir grubun çocuklarının zorla başka bir gruba aktarılması.

             Uluslararası Ceza Mahkemesi, bu eylemleri yargılayabilen tek mekanizmadır. Ancak bu Mahkemede yapısı itibari ile devletleri değil kişileri yargılayabilmektedir. Mahkemenin ayrıca belli bir tarihten sonra (1 Temmuz 2002 ) meydana gelen suçları yargılayabileceği hüküm altına alınmıştır. Roma Statüsü'nün uluslararası alanda kabullenebilmesi amacıyla böyle bir tarih konulmuştur. Zira çoğu devletin tarihinde kirli sayfalar bulunmaktadır.

Ama her şeye rağmen Soykırımın Önlenmesi Sözleşmesi,  UCM’ nin kurulduğu Roma statüsü ve iç hukuktaki hükümler ile soykırım suçunun bir tarifinin ve hukuki şartlarının belirlenmiş olması da çok önemli gelişmedir. Soykırım suçu açısından yapılan tarifler de göstermektedir ki bütün hukuki şartlar, Dersim’de yaşananlara birebir uymaktadır. Dersimde, insanların öldürülmesi bir grubu tamamen veya kısmen ortadan kaldırma kastı ile gerçekleştirilmiştir. Gruba, ciddi bedensel ve zihinsel zararlar verilmiş, yaşam koşulları ortadan kaldırılarak, çocukları zorla başka gruplara aktarılmıştır. Bütün bu hususlar somut dayanağı olan olgulardır. Gerçekleştirilen fiiller ile soykırım suçunun maddi unsuru oluşmuştur. Bir suçun maddi unsuru, suç teşkil edecek fiilin gerçekleştirilmesidir. Maddi unsur kapsamında değerlendirilecek olan yukarıda belirttiğimiz fillerin tamamı Dersim’de meydana gelmiştir. Ayrıca hukuki anlamda kasıt unsuru olan suçun manevi unsuru da gerçekleşmiştir. Yani suç işleme kastı ile hareket edilmesi de manevi unsuru oluşturmaktadır. Kasıt kavramı bir cürümü işlerken o cürümü işlemenin niyetinde olma anlamına gelmektedir. Gerçekleştirilen fiiller belli bir kasta hizmet etmektedir. Planlı ve programlı, bir amaç doğrultusunda eylemler gerçekleştirilmiştir.

 

Bütün bu verilerin ışığı altında zamanaşımına tabi olmayan, insanlığa karşı bir suç ve bir soykırım suçunun varlığı, artık ulusal ve uluslararası kamuoyunda ciddi şekilde tartışılmalıdır. Türkiye Cumhuriyetinin yakın tarihinde ki bu vahşet ile hesaplaşması için daha ne kadar bir süre geçmelidir. Devlet tüm gizli kayıtlarını, arşivlerini kamuoyunun bilgisine sunmalıdır. Sorumlular tüm çıplaklığı ile açığa çıkarılmalıdır. Bugün iktidar ile muhalefet partileri arşivlerin açılması hususunda karşılıklı politik manevralar yaparken, ortaya çıkabilecek malum gerçekler ile yüzleşebilecekler midir?  Ayrıca bir başka husus da, zaman zaman dile getirilen mağdurlara tazminat verilmesi hususudur. Dersim 38 sorunu, Terörle Mücadelenden doğan zararların karşılanması türünde valilikler bünyesinde kurulacak idari komisyonlardan dağıtılacak paralar ile halledilebilecek bir sorun değildir. 90 yıllardaki köy boşaltmalarda devlet sorumluluğunu kabullenmiş midir? Dersim için formalite bir özür de sorunu çözmeyecektir. Türkiye Cumhuriyeti tarihiyle yüzleşmelidir. Dersim de soykırım kastı ile yakın tarihin en büyük insanlık dramlarından birinin yaşandığı gerçeği artık kabullenilmelidir. İnkar politikaları ile “ileri demokrasi” ler  tesis edilemez.     

Özgür Ulaş Kaplan

[email protected]