Dersimi oluşturan coğrafi bölge tarih boyunca onlarca uygarlığın hakimiyetine girmiştir. Asurlular, Hititler, Romalılar, Bizanslılar, Persler, Urartular, Ermeniler, Akkoyunlular, Selçuklular ve Osmanlılar gibi hakimiyet kuran uygarlıklar, derecesi farklı olsa da ister istemez kültürel etkilerini Dersim’e bırakmışlardır. Göçler ile bölgeye sonradan gelen insanların da Dersim’in kadim halkıyla kaynaşmasıyla, bugünkü kültürel şekillenme son halini almıştır. Dersim tarihini, sadece coğrafi bölge ile sınırlandırmak mümkün değildir. Yerleşik kadim halk dışındaki Dersimlilerin bölgeye göçleri toplu olarak MS. 11. ve 12. yüzyıllarda başlamıştır. Bugünkü İran coğrafyasında Hazar Denizi’nin güneyi ve batısında yaşamlarını sürdüren Dersimliler burada çeşitli uygarlılar kurmuşlardır. 8. yüzyılda İran’ın Gilan bölgesine göç eden Hz. Ali soyundan gelen Zeydiler vasıtasıyla, Şii düşüncesinin etkisine girerek, Ali yanlısı düşünceler ile tanışmışlardır. İslami düşünceden önce, Zerdüştlük, Şamanizm, Budizm, Manizm, Hıristiyanlık gibi inançların Dersimliler üzerinde büyük etkileri olmuştur. Bugünkü kültür ve inançlarının kökeninde, o yılların etkileri halen devam etmektedir. Doğa inançlarında, güneşe ve bazı doğal oluşumlara tapınmalarında ve pagan tarzı inançlarında belirttiğimiz bu inanç akımlarının büyük rolü vardır.
Hazar denizinin güneyinde Horasan ile sınır komşusu olan Deylem coğrafyasında 10. ve 11. yüzyıllarda Deylem kökenli Büveyhiler egemenlik sürmüştür. Büveyhiler devleti yıkıldıktan sonra, bir kısmı göç etmiş bir kısım Deylemler ise Hasan Sabbah’a yaklaşmış ve Hasan Sabbah’ın kalelerinde fedailik yapmışlardır. İsmailli olan Hasan Sabbah, önceleri uzun süre çalışmalar yürüttüğü Deylem yöresinde önemli faaliyetleri olmuştur. Hasan Sabbah’ın bu bölgede bulunması kendisinin bilinçli bir tercihidir. Deylem, o zamanlar bölgeyi egemenliği altında tutan Selçuklu devletinin ele geçiremediği ender yerlerden biri konumundaydı. Ayrıca 8. yüzyılda Abbasi baskısından kaçan Hz. Ali soyundan gelenler ve Ali taraftarlarının sığındığı bir yer haline de gelmişti. Şii ve İsmailli propagandasından etkilenmiş olan bu bölge, düşüncelerini ortaya koyma fırsatını arayan Hasan Sabbah için ise her anlamda çok uygundu. Hasan Sabbah yaşamı, mücadelesi ve fikirleri ile Dersimliler için çok önemli bir yere sahiptir. Sabbah, İmam Cafer’in oğlu İsmail’i tanımakta ve ölümünden sonra İsmail’in Mehdi olarak geri geleceğine inanmaktadır. Nizarilere bağlıdır. İsmailli olmakla beraber 18. imam Mustansır'dan sonra ise Musta'li değil Nizari'nin gelmesi gerektiğini savunur. Bu yönüyle de Nizariler olarak ayrı bir akım geliştirmişlerdir. Daha sonra 1256 yılında Moğol hükümdarı Hülagü Han tarafından Hasan Sabah’ın Alamut kalesi ele geçirilince, Dersimliler de yaşadıkları yerlerden Anadolu’ya doğru göç etmeye başlamışlardır. Bu göçlerle Varto, Erzurum, Dersim, Malatya, Sivas, Bingöl, Siverek gibi bölgelere yerleşen Deylemlerin merkezi Dersim olmuştur. Ayrıca göçlerle gelenlerin dışında, Dersim’de yaşayan kadim yerli halklar da bulunmaktaydı. Deylem bölgesinden gelenlerin inanç ve kültürel yapısı Dersim’deki yerli halka harmanlanınca bugünkü kültür ve inanç yapısı ortaya çıkmıştır.
İnanç olarak Aleviliği benimseyen bölge halkı, Dersim’i bir Alevi yurdu haline getirmiştir. İslami şeriat düşüncesinden büyük farklar ile ayrılan Alevilik ve Dersim inancının temelinde ise insan vardır. Dersimliler ve Aleviler; özüne insan sevgisini alan kamil insan düşüncesini savunan her dine ve görüşe saygı duyan, hoşgörü ile bakan, bütün ulusları bir gören ve ayrım yapmayan, eşitlikçi, paylaşımcı, haksızlığa baş kaldıran, Hallac-ı Mansur’un şekillendirdiği Eneli-i Hak ( Ben tanrıyım ) düşüncesini savunan, yaratan ile yaratılan birliğine yani varlık birliğine ( Vahdet-i Vücud ) inanan Batıni ( öz ) bir anlayışa sahiptir.
Dersim Aleviliği Anadolu’nun Türkmen Alevilerinden bazı yönleri ile ayrılmaktadır. Ortak değerlerin yanında Dersim Alevililiğinin kendine has farklılıkları da bulunmaktadır. Özellikle Ermeni, Hıristiyan etkilenmeler, Batıni Hasan Sabah ve İsmaillik fikirleri ve İslamiyet öncesi İran coğrafyasında hakim olan Zerdüştlüğün etkileri Dersim’i farklılaştırmıştır.
Bugün Dersim Alevileri kendilerini İmam Cafere yakın görseler de, Dersim kültürü ve Aleviliği derinlemesine irdelendiğinde İmam Caferi Sadık’tan ziyade İsmaillilere daha yakın bir anlayışa sahip oldukları görülecektir. İmam Cafer 12 imam içerisinde 6. imamdır. İmam Cafer özellikle İran resmi din teolojisinin fikir babasıdır. Şiiliğin teorik dini önderidir. Bugünkü İran Şii din anlayışı ise laik Alevi anlayıştan ziyade şeriatçı Sünni İslam anlayışına daha yakındır. İsmailliliğin gelişimine ise kısaca değinecek olursak; İmam Cafer kendisinden sonra büyük oğlu İsmail’in yerine küçük oğlu Musa Kazım’ı desteklemesi üzerine Batıni İsmailliler İmam Cafer ile çatışarak İmam İsmail’i 7. imam olarak desteklemiş sonraki imamlara itibar etmemişlerdir. İsmail’in öğretileri ile daha sonra Batıni İsmaillik akımı iyice yayılmıştır. İsmailler 9. yüzyılda Hazar Denizi’nin güney bölgesinde de taraftar bulmuş, Suriye ve Kuzey Afrika’ya kadar yayılmıştır. Özellikle Fatımi devleti döneminde en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Bugün İran, Afganistan ve Hindistan’da da İsmailliler bulunmaktadır. İsmailliler kutsal metin ve dini emirlerde zahir (dışrak) ve batın (içrek) şeklinde iki temel yapı olduğunu kabul etmişlerdir. Batıni İsmailliler için zahirden ziyade, Batin yani iç ve öz daha önemlidir. Örneğin namaz ve şeriat kuralları gibi şekli hareketler yerine tanrı aşkı ve tanrıya öz ile ulaşma daha anlamlıdır. Batıni anlayış, Anadolu Aleviliğinin de temeli olmuştur. Baba İlyas ve Baba İshak, Yunus ve Nesimi bu düşüncenin önde gelen savunucuları arasındadır. Dersim ve Alevi inancı da felsefesi ile her zaman şekilci İslam anlayışında uzak durmuş ve hak aşkını temel almıştır. Bu anlamda Dersim’in dervişleri meşhurdur. Bu anlayış zamanla bir felsefi yaşam tarzı gibi şekillenirken, Hz. Ali’ de bu inancın temeline yerleşmiştir. Aslında Aleviliğin teolojisi ve tarihsel şekillenmesinde Alevi ozanların yaşam tarzları, deyişleri, tarihsel rolleri belirleyici olmuştur. Ali sevgisi de özünde ideal insana duyulan özlem ile şekillenmiş, özüne insan sevgisini alan anlayışın sonucunda doğmuştur. Dönemin mazlumu görülen Ali, bu yönüyle benimsenmiş ve desteklenmiştir. Oysa dönemin hakim İslami şeriat düşüncesi, Ali’nin düşüncelerine de hakimdir. Hz. Ali’nin düşünce yapısı ünlü eser Nehc’ul Belağa ile anlaşılabilir. Nehc’ul Belağa Hz. Ali’nin hilafeti döneminde dillendirdiği 239 hutbe, 79 mektup ve 480 kısa sözden oluşan bir kitaptır. Seyyid Razi adıyla meşhur olan ve büyük Şii alimlerinden biri sayılan Muhammed Hasan Musevi söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri bir araya toplayarak bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır. Bu eserde geçen Hz. Ali’ye ait bazı sözleri inceleyecek olursak, örneğin; “Savaş İslam'ın en yüce rüknüdür” “Biatten dönenlerle savaştım, gerçekten sapanlarla mücadele ettim, “dinden çıkanları kahrettim” der. Hz. Ali. “Benim sözlerimi duydukları halde itaat etmeyip isyan edenlere, öleceğim güne kadar yürür de yürürüm, vurur da vururum” tarzındaki düşüncelerin Alevi düşüncesiyle tezat düşünceler olduğu açıktır. Ancak her şeye rağmen Ali, Alevilerin Şahı ve Piri olmuştur. Aleviler bu durumu, çok fazla sorgulama gereği de duymamışlardır. Bugün gelinen aşamada “ideal insan” Ali den yoksun bir Aleviliğin de toplumsal hayatta sürekliliği imkanı ortadan kalkacaktır. Sade, bir felsefi akım olarak Alevi düşüncesinin etkili olabilmesi ve düşüncesini devam ettirilebilmesi de mümkün görünmemektedir. Ali bugün Aleviler için bir birleştirici güçtür. Önemi bu anlamda yadsınamaz.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Dersim kültür ve inancının şekillenmesinde Hıristiyanlığın çok büyük etkisi olmuştur. Bu duruma örnek vermek gerekirse, Sako Zulalyan tarafından yapılan R.H. KEVORKIAN P.B. PABOUDJIAN Ermeni dokümanların çevirisinde, Dersim kültüründeki Hıristiyan ve Ermeni etkileri, açık bir şekilde dile getirilmiştir. Dersim Ermenilerinin bir kısmı Aleviliği kabul ederek değişime uğrarken mevcut Dersim kültürü de Ermeni toplumundan ciddi şekilde etkilenmiştir. Bu açıdan Ermeni Hıristiyan etkilerinin somut olarak belirtildiği bu belgeye göz atmakta ciddi fayda vardır. Söz konusu dokümanlarda şu tespitlere yer verilmiştir. “ Aziz Sarkis tapınmalarına paralel kutlanan Hızır İlyas yedi günlük oruç, ya da on iki havari, on iki imam paralelliği, Aziz Haç, 'Haké Soun' (Kırmızı yumurta bayramı yani paskalya, Hıristiyan Ermenilerle birlikte kutlanır) gibi dışa yönelik kutlama ve ibadetler Ortodoks Müslümanları çileden çıkarmaya yetiyordu. Bu Batınîliğin müminleri doğuya dönüp dua ederler, hamur teknesinden çıkmış henüz pişmemiş ekmeğin üzerine haç işareti koyarlar, her fırsat da Ermeni manastırlarını ziyaret eder, bu manastırları kendi ulusal varlıkları gibi dışarıdan gelen tehlike ve saldırılara karşı kahramanca korurlardı. Ali, Hüseyin ve Musa’yı her zaman anmalarına rağmen Ramazandan habersizdiler. Hazırlanmış bir düzene göre en bilgililerin öncülüğünde evlerde kapalı olarak danslar ve şarkılar eşliğinde yapılan ayinlere herkes katılırdı. Bu ayinler, hemen hepsi aynı aşiretin üyesi din görevlilerinin gözetiminde olurdu. Bu bölgede 107 kilise, 50 manastır bulunmaktaydı. Bunların dini inançlarında Hıristiyanlık öğelerine de rastlamaktayız ki, bunların çoğunluğu bu halka Ermenilerden geçmiştir. Bir kısmı aşırı Şiilik gelenekleriyle benzerlik göstermekte,(21) bir kısmı da Dersim’de yaşayan Ermenilerin etkisini taşımaktadır. Tören sırasında Zaza dilinde dualar okunur. Bazı araştırmacılar (G.Halacyan, V.Gordlevski) Zazaların vaftiz olduğu görüşünü ileri sürerler. Ancak bu sadece dış görünüşte böyledir ve Zazalar ve Hıristiyanların adet ve gelenekleri arasındaki belirli benzerliklerin ifadesidir. Halacyan ayni zamanda Zazaların komün, yani cemaat hayati yaşadıklarına işaret etmişti (34). Ona göre cemaat belirli zamanlarda toplanarak günah çıkartırdı. Bu geleneğin erken Hıristiyanlık döneminin "agape'sini" ya da "Carmat's Meals'i" hatırlattığı söylenebilir (35). Zazalarda cemaat, ilk Hıristiyanlarda olduğu gibi, idari bir birimdir. Ev sahibi, Sufilerin kullandığı lokmaya haqi (Tanri Payi) terimi gibi, çiçeklerle süslenmiş halis tereyağının, tuzu ve ekmeği bir siniye doldurup Pirin evine götürûr (37). Armağan gülbang adlı tören sırasında verilir. Bu terimin Ermenice "Avedis" (Muştu, mutlu haber) ile ayni anlamdadır (38). 34.Ibid,466.35. Ibid, 46736.Ibid., 468.37.CI.Huart, a.g.y., 1053.38. I.P.Petruşevski, a.g.y., 308 2.9. Zazaların dinsel yaşamında "kirva" kurumu önemli rol oynar. Zazalar arasında Hızır İlyas'a tapma geleneği Ermenilerin Surp Sarkis inancıdan kaynaklanmaktadır ve adi geçen bayramdan üç gün sonra kutlanır” (46). 39. G.Halajyan, DAN V, 539.
Görüldüğü gibi Ermeni Hıristiyanlığı Dersim kültürüne ciddi etkiler bırakmıştır. Hıristiyanlıkta yer alan üçleme ( baba, oğul, kutsal ruh - Ali, Muhammed, Allah ) özellikle doğu kiliselerinde hakim olan vahdet-i Vucud anlayışı, 12 imam 12 havari benzerliği vb. bir çok ortak yön bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra Hallac ı Mansur da, Yunus ta, Nesimi de tipik yansımalarını bulduğumuz farklı inançlardan etkilenen Batıni Alevi teolojisi Selçuklu ve Osmanlı döneminde büyük baskılara maruz kalmıştır. Bu baskılardan inanç farklılığı nedeniyle Dersim de nasibini almıştır. Özellikle Yavuz Sultan Selim dönemi bu anlamda ayrı olarak ele alınması gereken bir dönemdir.
Yavuz Sultan dönemi, Dersim ve Anadolu’nun kaderini belirleyen bir dönem olmuştur. Sofu Sünni Arap düşüncesi ile Şii Alevi düşüncesinin savaşını kazanan Yavuz, katliamları ile Anadolu’yu Sünnileştirmiştir. Bu döneme hakim olan gerici düşünce, toplu Alevi katliamları gerçekleştirmiştir. Bu süreçte Alevileri katletmek için halkın dini farklılıkları körüklenmiştir. Kadınlara okuma yazma haramdır diyen, sazın içinde şeytan arayan müftüler, padişahın direktifleri ile başrollerde yer almışlardır. 7 Alevi’yi öldürenin cennetlik olacağı düşüncesinin sahibi Ebu Sud Efendi ve İdrisi Bitlis gibi dini liderler de katliamda büyük rol oynamıştır. Yavuz Sultan Selim Anadolu’yu Sünnileştirmek için doğu seferine Sasani devletine yönelerek başlamıştır. Bu sebepten dolayı gerçekleşen Çaldıran Savaşı, Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim arasında 1514 yılında meydana gelmiştir. Savaş, Şah İsmail’in yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Savaş öncesi ve sonrası Anadolu toprakları, tarihinin en büyük en büyük Alevi katliamlarına sahne olmuştur. Bu dönemde kılıç zoruyla bazı Aleviler Sünniliği kabul ederek katliamdan kurtulmuştur. Zazaların büyük kısmının bu dönemde Sünnileştiği tespitleri de bulunmaktadır. Ayrıca saldırılardan kurtulmak için binlerce Alevi de Dersim’in sarp dağlarına sığınmıştır. O dönem Yavuz Selim tarafından Erzincan Valiliğine atanan Bıyıklı Mehmet Paşa ve danışmanı İdris Bitlisi tarafından bölgede baskıcı bir ortam yaratılmıştır. Osmanlı muhafızları ile birlikte Alevilere saldırarak binlerce Alevinin kafasını kesip Erzincan meydanlarında sergilemişlerdir. Ayrıca Bıyıklı Mehmet Paşa Osmanlı Ordusu ile İdrisi Bitlisi de topladığı 10 bin kişilik gönüllü ordusuyla; Munzur dağlarına çekilen Şah İsmail’in Erzincan Valisi Nur Ali Halife ve Kızılbaşları, 1515’de Ovacık’ta kılıçtan geçirmiştir. Yine Dersim yöresinde Osmanlı Ordusu ile Çemşid ve İdris Bitlisi komutasındaki gönüllüler; on binlerce Aleviyi katletmişlerdir. Bu tarihten sonra artık Yavuz’un adı Aleviler arasında Yezit ile birlikte anılmaya başlanmış ve adına lanetler okunmuştur. Daha sonra Yavuz Selim’in Mısır’ı alması ve İslâm Halifesi olması ile Sünnilik Osmanlı’da resmi ideoloji haline gelmiştir. Bu dönemden belli bir süre sonrada bu kez sahneye Kuyucu Murat Paşa çıkmıştır. l606 yılında sadrazam olduktan hemen sonra Anadolu’da geniş çaplı Alevi katliamı harekatı başlatmıştır. 100 bine yakın Aleviyi diri diri kazdırdığı kuyulara gömdürmüştür. İlerleyen yıllarda da küçük çaplı yöresel de olsa, Alevi kırımları ve topraklarına el koyma işlemleri; İttihat ve Terakki dönemine kadar devam etmiştir. Daha sonra Dersim’in Cumhuriyet döneminde maruz kaldığı katliamlar ve son olarak ta 1938 katliamıyla bugüne kadar gelinmiştir.
Dersim tarih boyunca hep dışlanan, hizaya getirilmek istenen, bir çıbanbaşı olarak görülmüştür. İnancı ve kültürü yok sayılmış, asimile edilmek istenmiştir. Bu sebeple Dersim, Enel-i Hakçı, Vahded-i Vucud anlayışı ile Batıni insani inancından ve eşitlikçi, hoşgörülü, çağdaş, ilerici yaşam felsefesinden ödün verdiğinde bu farklılığını ve benliğini kaybedecektir. Aykırılığına, kültürüne ve inancına yönelik tehditler bugün belki de en had safhaya ulaşmıştır. Dersim’de açılan tarikatçı okullar ve bu zihniyetin yöneticileri, Yavuz’un bayrağını taşımaya devam etmektedir. Dersim bu Yavuzlara karşı, Hassan Sabbah’ın duruşunu sergilemek zorundadır.