Siyasal Türk erkinin macerası olan Kemalizm, aynı zamanda sınıfsız bir toplum kurma ülküsündeki Türkiye Solu ve Kürt hareketine de sirayet etmiş Anadolu’ya özgü bir “dindir”. Mehmet Özden’in de dile getirdiği gibi “kurucusu Mustafa Kemal’in özel rolüne atıfta bulunup, 1930’lu yıllar boyunca ideolojik bir metne dönüştürülen Türkiye Cumhuriyetinin de resmi adıdır.” Oryantalist batı ile Doğu arasındaki arafta sıkışmış bulunan bu dinin en tipik ibadet biçimi de, iskeletinin omurgasını meydana getiren pragmatistliği olmuştur.

 

Marksizm ile milliyetçiliğin vatanı Batıdan esen rüzgâra, Türkiye’den Sol ve Kürt hareketi de müdahil olup, bu hususta daha önceden deneyimleri olan Kemalizm örnek alındı. Her ikisi de kategorik olarak niyette birbirlerinden farklı bir görüntü ve amaç sergilemelerine rağmen, söylemde bir biri ile iç içe geçmiş bir ortaklığa başvurmaktan geri durmadı. Böylece, ayakları yere basan bir politika yapmak adına, siyasetin doğasında bulunan öteki eleştirisi üzerinden, kendi dillerinde (ama sadece dilindeki) inşa ettikleri Kemalizm ve devletinin “düşmanlığıyla” var oldular. Zira kendi aralarındaki tartışmalar sonucu birbirlerine yönelttikleri “Kemalist” nitelendirmesi bile, uzun yıllar boyunca bir küfür işlevi gördü. En azından sözde de olsa Kemalizme yönelik gerçekleştirilen bu eleştiriler de hiçbir beis yoktur. Fakat gerçekler göründüğü gibi olsaydı bilimlere gerek kalmazdı sözüne nazire edercesine, gerçeğin hiç de böyle olmadığı görülecektir. Çünkü Kemalizm, Sol ve Kürt hareketi var olduğundan beri her ikisinin de iliklerine sızmış sinsi bir virüs olmuştur.

 

Eğreti bir ilişki

 

İktidar, çıplak şiddetten ziyade karşısındaki muhalefeti de kontrol edip yönlendirme yeteneği olarak da anlaşıldığı takdirde, Kemalist geleneğin buradaki meziyeti daha bir fark edilecektir. Bunu çok iyi başaran Kemalizm, kendisine yöneltilen yada “yönelttirdiği” eleştiriler sayesinde, toplumun gözünde korkunç bir heyula olarak görünülür kılındı. Tıpkı bugün Gülen hareketine yönelik duyulan, her yer de hazır ve nazır olduğu yönündeki korkularda olduğu gibi.

 

İktidarına yönelik yapılan muhalefeti manipüle etme başarısı gösteren Kemalizmin, Kürt hareketi ve Türkiye Solu’nun büyük bir kısmı üzerinde de etkileri olmuştur. Hatta Kürt hareketinin, doğrudan Kemalizmin kontrolündeki Türk modernleşmesinin yarattığı tepkimenin ürünü olup, “PKK’nin de bu modernleşmeden doğan istenmeyen çocuk” olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Sözü bir adım daha ileri götürdüğümüz takdirde, Tayfun Atay’ın tabiriyle, “PKK”nin Türk milliyetçiliğine katkı yapıp, milliyetçiliğin bu ülkede popülerleşerek kitleselleşmesinde de en büyük hizmeti sunduğu anlaşılacaktır.” Atay bu durumu, Kürtçülüğün Türk modernleşmesine olan borcunu ödemesi olarak değerlendirmektedir.

 

Abdullah Öcalan’ın cezaevi sürecinde sıklıkla yaptığı Kemalist vurgu ve kendi koşullarını Atatürk ile özdeşleştirme durumu, söz konusu olan ilişki bağlamında önemli bir stereotiptir. Bu durum aynı zamanda Kürt siyaseti içerisindeki entelektüel kanadın diline de yansımıştır. Özellikle de Aysel Tuğluk bunların başında gelmektedir. Tuğluk’un 2008 yılında Radikal 2’de kaleme aldığı “Geri dönüş” başlıklı yazısı içerisindeki bir takım ibareler, AKP’ye karşı Kemalistlere tavsiyeler ve birlikte hareket etmenin manifestosuydu. Hâsılıkelâm, söz konusu yazıda yer alan şu seçki Tuğluk’un bu yöndeki düşüncelerini en iyi şekilde özetlemekte: “Kemalistler, sol, muhalif ve aydın çevreler Kürtlerle uzlaşmanın kaçınılmazlığına inanıyorsa, ılımlı İslam denilen ve aslında ne olduğu, nasıl tanımlanacağı çok da belli olmayan ve tamamen “imparatorluk” güçlerinin imalatı bu projeye karşı modern aklın ve demokratik kültürün birbirini kabul eden zemininde buluşabilmelidir... Cumhuriyet’in savunucuları olduklarını iddia edenler gerçekten samimilerse Kürtlerle hesaplaşmaktan vazgeçip, kendileriyle hesaplaşacağı aşikâr gerici güçlere karşı Kürtlerin desteğini aramalıdır... Cumhuriyet’in kazanımları Türk-İslam karışımı bir milliyetçilik/dincilikle bitirilmek isteniyor. Kemalizm eğer Cumhuriyet aydınları tarafından sol ve demokrat yorumla güncelleştirilebilseydi bunun önüne geçilebilirdi.” Buradan da anlaşılan odur ki, Tuğluk bugün Kürt halkının yaşadığı acıların nedeni bir devletin ruhu olan Kemalizm ve takipçilerini, “cumhuriyet kazanımları” adına AKP’ye tercih etmektedir!

 

Diğer yandan, Sol açısından da durum pek iç açıcı değil. Deniz Gezmiş’in M. Kemal’e olan açık hayranlığı ile Mahir Çayan’ın Kemalizmi “küçük burjuva sol ideolojisi” olarak nitelendirip solcu gösterme çabaları, Kemalist etkinin tesiri altında ne denli kaldıklarının da işaretidir. Onları takip eden siyasal fraksiyonların bu hususta ciddi bir eleştiri sunmamış olması, bu hayranlığın hâlâ sürdürülüyor olduğunu göstermekte. Hakkını iade etmek gerekirse, 68 Kuşağı içerisinde Kemalizme karşı tutarlı bir ideolojik eleştiri sunan tek gençlik önderinin, ‘Solun Hallacı Mansur’u ya da Nesimi’si olarak görülen İbrahim Kaypakkaya’ olduğu söylenebilir.

 

Çıkarın perdelenmesi

 

Gerek Kürt hareketi gerekse de Sol açısından dile getirilen bu eleştiriler, benzeri birçok pratik ve ifade ile çoğaltılacak bir kapsama sahiptir. Bu yüzden de bugün özellikle de Sol’un sınıf siyasetini bir kenara bırakıp, AKP karşıtlığı üzerinden CHP ile aynı noktada buluşmuş olması bir tesadüf değildir. Yıllarca AKP öncesi dönemin iktidar eleştirisini yapanlar her ne hikmetse birden mal bulmuş mağribi gibi daha düne kadar eleştirdikleri cumhuriyet kazanımlarının da farkına vardı. Böylece AKP’nin neden olduğu mağduriyetler, bir nevi Solun derinindeki Kemalizmi ifşa eden bir turnusol kağıdı işlevi de görmüş oldu.

 

Bazı sol grupların legal siyasete soyunarak parlamento içerisinde yer edinme arayışları, takkesi düşmüş kel misali Kemalizm ile olan flörtlerini de ortaya koymakta. Çünkü bunların tek başına parlamentoya girmek gibi bir güçleri olmadığı için sığınabilecekleri tek sığınakları da Kemalizmin şatosu işlevini gören CHP’dir. Ülkeyi kurtarma ülküsünün, kendilerini kurtarmaya evrildiği bu süreçte sırf milletvekili olmak için koca bir geçmişi yok sayanlar, bugün hâlâ Marksizm soslu dudaklarıyla kendi siyasetlerinin kulübelerinde bu şatoya dahil olacakları günlerin hayalini kurmakta. Bu da, bağlı bulundukları parti veya sendikaların dümenini CHP’ye kırarak rüştlerini ispatlamakla sergilenmekte.

 

Netice olarak, Kemalizm’in kucağında büyüyen bu muhalefetin ona yöneltmiş olduğu her türlü eleştirinin, aile içi “ensest bir ilişkiden” öteye gitmediği söylenebilir...

 

Yalçın Çakmak

 

Taraf Gazetesi/26.08.2012