Nedense umutlarımız boşluğun ufuklarında birer birer yitip gidiyor. Hepimiz abartılmış güzelliklerin, dayatılmış doğruların, bizleri kuşatan sahte olgularla ayakta durma telaşına kapılmış ve bir anlamda yüreğimizde göçler taşıyan bir halde gerçeğin ritmini yakalamaya çalışıyoruz. Oysa yaşam dediğimiz kısacık süreçte tükettiğimiz bütün değerleri üreterek ödeyebilmektir, yaşam.

 

                Yaşantımızda çizdiğimiz sınırlarla, etrafımıza ördüğümüz duvarlarla nereye varacağız. Zaten gözlerimizdeki gülümseme dahil olmak üzere, sevgilerimiz, sevdalarımız, umutlarımız zamanın kıskacında değil mi? O zaman neden yaz güneşi kadar sıcak yüreklerimizi biri birimize açma zahmetinde bulunmuyoruz da, halimize ağlayan bir coğrafyayı ellerimizle kapatıyoruz. Neyi arıyoruz, neyi seviyoruz, ne yapmaya çalışıyoruz, belli değil. Tutunamıyoruz, güzelliklere, güzel olana. Ve bir uçurumun kenarında olduğumuzu bildiğimiz halde.

 

                Bunalıyoruz, içimiz ürperiyor öncesiz akşamlarda. Beklentilerimiz bir türlü sökmeyen şafağa döndü, gölgelerimiz ise çoktan gecelerin karanlığında kaydı zamana. Sevinçlerimiz yosun bağladı, anılarımızı ise sabahlara astılar. Bizler ise rüyalarımızı taşıyoruz titreyen ellerle gerçeğe. Derin uykuların sarhoşluğuyla bir türlü tan yeri ağarmıyor. Halbuki; günler uzun da olsa içimizdeki sevdada boğuluveriyor. Bakışlarımızı bakışlarımızda kaçırarak Ağustosların sabahlarını yakıyoruz. Ve dönülmez bir yolculuğun yollarını adımlayarak.

 

                Kozalar öreriz kendimize ve sonra güneşi görmez olur gözlerimiz. Karanlığı masallarla kıskandırır yolları”gidilmez” ederiz. İçimizdeki yollar kapanır bu mevsimde. Ve tutuklu kaldıkça kozamızda bin yıl geçse de rüyalarımızın mağlubu olarak kalacağız. Bağrımıza ateş düşmüş Ağustoslarda yankılanırken, bu akşamlar sabaha saklamaz geleceğe dair umutları. Mevsimin sıcaklığı yetmez gözlerimizdeki buz dağlarını eritmeye.

 

                Oysa sevinçlerimiz sığmazdı avuçlarımıza. Gözlerimizdeki ırmaklar coşardı güzel bir yaşam adına. Ne de çabuk sinmişti üstümüze gecikmiş yolların özlemişliği. Yüreklerimizden çoktan sürdüler özlemlerimizi, çoktan unutmuştuk vaktin bir gülü koklayamayacak kadar kısa olduğunu. Zamanları bir nefeste tüketmiş, geriye bir tek hasret ve sokaklarda yankılanan sesler bırakmıştık sanırım. Parmağımızla gösterdiğimiz güzellikler neredeydi acaba.

 

                Dersimde günler silinen hafızalarımızın kucağında. Günler sıcak yaz mevsiminin sorgulanışında. Aslında zordur orada azaltılan yaşamlarda közlenen yüreklerin sesini dindirmek. Ancak kendimize bile yar değilken, yüzlerimiz ve gözlerimiz mevsimlere göre değişiyorken, kendimizi başkalarına nasıl anlatacağız. Korkularımızı, alışkanlıklarımızı bir cümle halimizi yaşam denilen geçmiş kırıldıkça bir çift ela göze nasıl anlatacağız. Her gün yalnızlaşıyor ve gün bizimdir diyemezken, sokaklarda kendileriyle göz göze gelsinler, sokakta geçenler. Her yürüme bir yüreğe doğru olmadıkça, yetmiyor şu masmavi gökyüzünden aşağı sızan sıcaklık.

 

                Ancak anlamsız ve olumsuz düşüşlerde daralsa da yaşam, daha çok hülyalı mevsimler yaşayacağımız kaçınılmazdır. Daha çok yürüyeceğimiz yolumuz olacak. Aslında yerimizden ayrılmasak da dönülmez bir yolculuğun yollarını adımlamıyor muyuz?

 

                                                                                                                   Hüseyin KAYA