Birçok düşünürün “halk merkezcilik”, “elit karşıtlığı”, “tek ve ahlaksal” olanı ortaya koyan halk idaresi olarak tanımladığı popülizm, özünde politikada yapılan bir strateji, dar ideoloji, siyaset yapma dilidir.
Popülist Siyaset ve Mağdurlar
Birçok düşünürün “halk merkezcilik”, “elit karşıtlığı”, “tek ve ahlaksal” olanı ortaya koyan halk idaresi olarak tanımladığı popülizm, özünde politikada yapılan bir strateji, dar ideoloji, siyaset yapma dilidir.
Popülist siyaset, halkı “elitler” ve “kusursuz halk” olarak ikiye böler ve bunların kendi aralarında uzlaşmaz, taban tabana zıt gruplar olduğunu vurgular.
19. Yüzyılın sonlarına doğru Amerika ve Rusya’daki halk hareketleriyle başlayan, 1950-60’lı yıllarda Latin Amerika’da ve 2000’li yıllarda da Avrupa’da görülen popülist hareketler tarih ve coğrafya değiştikçe farklı argümanlar kullanarak ortaya çıkıyor.
Avrupa’da son yıllarda genelde kaynağını mülteci karşıtlığından alan popülist hareketler, dışlanmış; daha önce iktidara gelmemiş ve bir statü kazanmamış kesimlerden destek almaktadır. Bunun bir sonucu olarak son yıllarda popülist partiler giderek oyunu artırmakta ve iktidarda olan partiler de giderek güçlenmektedir. Economist dergisinin yaptığı habere göre Avrupa’da popülistlere verilen oylar, 2000’de %8,5 iken 2017’ye gelince bu oran %24,1’e yükselmiştir. (Economist, 2018).
Türkiye’de Popülizm
Türkiye’de Cumhuriyet devrimleri hariç, popülizm 1950’lerden itibaren sağ ve sol siyaset cephesinde farklılıklar göstermektedir. İslami ve milliyetçilik temasıyla gelişme gösteren muhafazakâr popülist siyasetinin ana argümanı ‘’mağduriyet’’ olmuştur. “Mağdurlar”, Cumhuriyet tarihi boyunca dışlanmış, sistem içinde hiçbir zaman ayrıcalık sahibi olamamış, kendi dinsel aktivitelerini ifa edememiş, inançları doğrultusunda okuyamamış -okullardan atılmış, “aşağıda kalan” kesimlerden oluşmaktaydı.
Popülizm, siyasetini bu argümanlar üzerine inşa ederek 2002 yılında ‘demokratik yöntemlerle’ iktidara gelmişti. Başlangıçta, dışlanmış, iktidarda ve onun nimetlerinden uzak bırakılmış, hırpalanmış sağdan-soldan; Aleviler ve azınlıklar dâhil ve aydın denebilecek, AB süreciyle beklenti içinde olan kesimlerin de desteğini almıştı. Artık büyük bir coşkuyla “mağdurlar” iktidardaydı! O bütün “mağdurlar”ın sesiydi!
Popülist Siyaset Kin ve Hınç Biriktirir
Popülist siyaset beraberinde kin ve hınç biriktirir; “mağdurlar”, her fırsatta kendilerini hakir gören “elitler”den intikamını almak ister ve paradoksal bir şekilde elitlere benzemeye başlar… Artık “biz” (mağdurlar), “onlar” (elitler) vardır! İktidar netleşip güçlendikçe “gerçek mağdurlar” ve diğerlerinden intikamını almalı, yerini güçlendirmelidir!
İlk önce desteğini alıp iktidara geldiği zayıf kesimleri tasfiye etmeye başlar; onlar zayıf halkalardı, üstelik onların tasfiye edilmesine “elitler” de ses çıkarmaz, hatta destek verirdi. Türkiye’de öyle de oldu, “zayıf halkalar” tasfiye edildi, iktidar güçlendi; güçlendikçe sıra “elitler”e geldi.
Halkın güçlü fanatik desteğini alan parti / lider iktidarı elitlerin ellerinden almak için ilk önce bürokrasiyi, sonra medyayı, yargıyı, orduyu ve giderek eğitim sistemini ele geçirdi. Demokratik yöntem ve yollarla iktidara gelen hükümet artık demokrasiye ihtiyaç duymadı, atamalarla her kurumu kendi kontrolüne aldı.
Artık ülkede tek halk vardır; bir vatandaş, bir din, bir kültür, bir dil, bir kadın, bir erkek, bir siyasi görüş, bir milliyetçilik vardır. Bunların dışındakiler ülkeyi bölmeye çalışan dış mihraklardır!
Kutuplaşma
Benzerlerinde olduğu gibi Türkiye’de de halkın kutuplaştırılması, kutuplaşmanın giderek derinleştirilmesi popülizmin ana siyaset aracıdır: Kutuplaşma en küçükten başlayarak, en genel farklılıklara kadar geniş bir yelpazede yapılırken, ikiye veya üçe ayırmayı esas alır. Halk ve onun karşındaki elitler ve diğerleri! ( Popülizmin azınlık haklarına ve güç paylaşımına kapalı olduğuna işaret ediyor. (Müller, 2017).
Popülist siyaset şöyle seslenir: “biz gerçek halkız, onlar elitler, gerçek halkın halinden anlamayan lortlardır. Onlar Batı’nın, emperyalistlerin uşaklarıdır! Onlar, ülkeyi satanlardır! Onlar halkın halinden anlamayan, dünya yansa umurlarında olmayan , ancak sadece içenler!”
Popülizmin konuları din, sınıf, ulus, kültür veya milliyetçilik, kadın, çevre veya ekoloji de olabilir; her zaman bir pazarı bulunan, satışı rahat, müşterisi bağlı ve fanatik ürünler siyasetçiler veya popülist operatörler tarafından tüketiciye sunulur ve gerekli karşılık alınır. Yanılma payı neredeyse sıfıra yakındır.
Mağdurlar İktidarda!
Düşünmekten, soru sormaktan ve sorulara yanıt vermekten nefret eden “mağdurlar”; bunların yerine inanmayı yeğleyen ve bunu da bir liderle veya partiyle duygusal bağ kurarak tamamlayan kesimlerden oluşur. O artık bir kimlik edinmiş, iktidarda yer almış ve en tepeyle ittifak kurmuştur! Bu siyaset ilerledikçe taraflar kendi kimliklerine sımsıkı sarılır ve kutuplaşma giderek daha da derinleşir.
Halk giderek fanatik bir şekilde liderin veya partinin etrafında toplanır, artık ekonomi kötüye gidiyormuş, ülke batıyormuş, yolsuzluklar, hukuksuzluklar diz boyu olmuş, umursamaz… ‘Her söz lideri veya partiyi karalamak için dış mihrakların uydurduğu komplodur!’ Ülkede ekonomik, sosyal, kültürel, hukuksal vb. sorunlar dile getirildiğinde; “bunlar teröristlerin diliyle konuşuyor, ülkeyi bölmeye çalışıyorlar! Bu sözler dış mihrakların oyunudur!” denir.
Popülizm siyaset içindeki konumunu kurumlara ve aktörlere göre belirler. Bu sayede güç odaklarına, elitlere, onların değerlerine ve medyaya karşı halkı harekete geçirir.
Artık güçlü bir lidere bağlanmış ve onunla iktidara gelmiş topluluk –kişi ikinci sınıf değil, birinci sınıf vatandaşa dönüşmüştür. O lideri; onu o mevkiye getiren liderine asla ihanet etmez! O lideri için yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
Popülizm Çekicidir!
Popülist partiler, diğer partileri etkilemekte ve uyguladıkları yöntem ve politikaları empoze etmektedirler. Temel refleks oy kaygısıdır. Oy da eğitim düzeyi düşük toplumlarda popülist politikalarla gelir. Buna örnek olarak mevcut hükümetin her sıkıştığında savaşa sarılması ve diğer partilerin de bu siyasete alet olması…
Popülist siyaset toplumun geneli ve kişiler nezdinde de düşüncelerini kolaylıkla benimsetebiliyor. Örneğin Türkiye’de son aylarda sürekli gündeme getirilen mülteciler konusu/sorunu gibi… Bu sorunun çözümsüzlüğü halka yansıyor, siyaset de bunu çözmek veya nedenlerini irdelemek yerine; suçlayıcı ve dışlayıcı önermelerle oy toplama peşine düşüyor ki, bu konuda da başarılı oluyor.