Anneciğim uzun zamandır aramadım. Sakın beni vefasız bir evlat olarak görme anne. İnan ki özlemin bir bıçak gibi göksümün sol yanına saplanmış gibidir. Hasretini gurbetime yol etmiş gibi yoruldum seni özlemekten. Ama ne çare, ne fayda, yüreğimde akan ırmakların dalgaları beni bir türlü senin sahiline vurmuyor.” yüreğindeki kışta yollar mı kapandı” gelemiyorsun diye aklına gelirse şayet. Uzat ellerini hayallerime de, ellerinden öpeyim bari. Uzat ki; çocukluğum olsun ellerinde.

            Aklımdan çıkmasan da, yüreğim viran olmuş bir köy gibidir. Yangın yeridir gurbetin soğukluğunda. İnan ki hasretlerimin adını koyamıyorum. Ne desem gözlerim kanıyor, anlatmakta zorlanıyorum tükenen yanımı. Son bir umudu yaza sakladım. Sana gelmek ve avuçlayarak hasretinden içmek isterim. Yüreğimin muhtaçlığını gidermek için bir yaralı ceylan gibi düşeceğim yollara. Gelmek, sana gelmek içimdeki hasreti susturmak içindir. Güzel annem, sensizlik dünsüz kalan bir ömür gibidir. Hele gurbet yoksullaştırır yürekleri. Gözlerinde çoğalsa da hasret, sadece topladığım anılar, sensizlik, kırbaç gibi şakırdıyor yüzüme. Maalesef iyi bir evlat olamadım. Bir kenti yıkan sarsıntı gibi, yüreğimden yıktı beni gurbet.

            Meğer yaşamak ne zor imiş, uzaklardan sana doğru sürgünken. Ne yaman bir boyun eğiş ve ne yaman bir çelişki, içimizdeki karanlıkların kölesi olmak. Biliyorum gözlerin hep yollarda, belki de telefonların her çalınışında bir bakış, bir gülümseyiş kaplar içini. Sabahın sevinci gibi. Bir evlat sıcaklığında ses, bir özlemi gideren, paylaşan ve gökyüzünün maviliği kadar berrak bir ses bekliyorsundur. Uzaklarda tam hasretin ortasında. Oysa o an yeniden kanıyor yüreğin, ve susuşun yorgun ve dalgasız deniz gibi yağmalanıyor. Ne oldu bize anne? Hangi sığınaklarda unuttuk, hangi gecenin karanlığında unuttuk sıcaklığımızı, bilemem. Bildiğim göğüs kafesime hapsettiğim sensizliğimi yaşıyorum, yanaklarımdan akan yaşlarım senin okşamana benzesin diye. Evet çok özledim, gözlerim özledi, ellerim sana dokunmayı özledi...

            Ne desem yorgun düşer sözlerim. Kendimi tüketirim, bir anneyi anlamak ve anlatmanın çaresizliği kaplar bu garip yüreğimi. Ben ki ayrılığı, hasreti sesinden tanırım. Ben ki, gözlerim seni dilenirken gurbette, mahçupluğum yüzüme dalgalar gibi çarptıkça bu şehri sırtımda taşır gibi oluyorum. Ne yazık ki, bu yaşamışlığımız her birimizi sonsuz bir boşluğa savurmuş gibi uzağız. Ve gittikçe de hasret bizi kucağına çekiyor. Adeta şafağıma fırtınalar esti de, sabahımı arar gibiyim. Aslında dünya kadar yorgunum ve bu ayrılık, bu şehir eskitti bütün insani yanlarımı...

            Seni çok özledim. Hayatın kendisi kadar özledim. Senden ve kendimden uzaklaştığımı hissedebiliyorum. Zaten bu yüzden yazıyorum. Hani fırtınalardan korunmak için kuytuluklara sığınır ya insan. Veya üşüdüğünde ısınmak ister ya. Ya da susadığımızda su içmek isteriz. İşte öyle bir şey. Denizi dalgalandıran, çiçeği açtıran ne ise beni sana doğru çeken de odur. Bütün bunlar sol yanımı acıtıyor, acılara katlanmaya çalışıyorum. Ve biliyorum ki, uzakların bir anlamda çaresizlik olduğudur. Ama sana kavuşacağım günün umutlarını her gün yenileyerek başka güne taşıyorum. Bu özlemi giderebilecek yolculuğumu beklerken, biliyorum sen ötesiz hasretlerle tükeniyorsun. Hayat böyle güzel annem... Yani anlayacağın gurbeti cebimizde gezdiriyoruz.

            Anlatmak; hasreti, özlemi, ayrılığı ve içimi yakan bir şeylerin olduğunu. Bizde gurbete rehin düşmüşüz. Ancak bak mevsim beni sana çağırıyor, içimden şimdiden sana kavuşacağım günün sevincini hissediyorum. Seni çok seviyorum ve öpüyorum annem...

            *Bütün annelerin ellerinden öpüyorum.                                    Hüseyin KAYA