Kerbela olayı, İslam tarihinin en felaketli, en can alıcı olayı, süregelen lanetli bir tarihtir. İslam adına en büyük felaketin yaşatılmasıdır.

Kerbela yalnız bir tarih trajedisi değil, İslamiyet`in bağrındaki uyuşmazlıkların, farklı yorumların ne kadar köklü ve tehlikeli olduğunun ilk göstergesidir. Daha doğuş sürecinde en temel değerlerini hiçe sayan, fanatikleşen ve vahşete yol açan bir süreci Kerbela olayıyla başlatmıştır.                

Ortadoğu, diğer büyük dinlerin olduğu gibi İslamiyet`in de çıkış ve yayılış merkezidir. Dinler beraberinde devrimsel gelişmeleri getirmekle birlikte,  hemen akabinde başlayan devletleşme ve bin yıllara yayılan çelişki ve çatışmaları da getirmişlerdir. Söz konusu İslam tarihi olduğunda mezhepler arası çatışma, aydınlanmadan ziyade içinde bulunduğu tıkanıklık, dağılma ve yozlaşma durumu İslam tarihi boyunca sürmüş, İslam dininin fanatik yorumlanması Taliban, IŞİD, Boko Haram gibi yapılanmalarla devletleşme düzeyine kadar yükselmiştir. Bunlar bir anlamda değişmemenin sancıları, bedelidir. İslam bunlarla adeta icranı (irin) çıkarmıştır. Ama değişim gösteremezse bu hastalık onu öldürecektir.

Doğuş      

Hz. Muhammed önderlikli İslam, genel anlamda, köleci sistemin sonu, feodal toplumsal gelişmenin başlangıcı ve birçok yönüyle devrimsel özellik taşımaktadır.

Böyle olmasına karşın cenazesinin üç gün yerde kalması ve vefatının hemen akabinde çıkar çatışmalarının, ihanetin ve yabancılaşmanın baş göstermesi, gelişmenin ne kadar özümsendiği veya kurumlaştığı yönünden de öğreticidir. İslam’da geriye dönüşü, Emevi hanedanlığıyla, daha da özgün olarak Kerbela olayıyla başlatmak bize en haklı gerekçeleri sunmaktadır.                     

Emevi Hanedanlığı İslamiyet`e karşı hiç dürüst içten olmamış, İslam`ın tüm başarılarına ve değerlerine el koymuş ve pervasızca dağıtarak bir “geriye dönüş” hareketi başlatmış olan bu hanedanlık egemen sınıf konumundadır. İslam bunların iktidarlarını ellerinden almıştır. Ailelerinin birçok ferdini karşı saflarda yitirmiş olan Emeviler, İslam`a inanarak değil, zoraki ve en son katılmış ve bu da Emevi ailesinde, İslam`a karşı bir kin birikimine ve karşı bir hareketi yönetmelerine yol açmıştır. Genelde İslam`a, özelde ise Ehlibeyt ailesine karşı bir ihanet veya kindarlık içinde olmalarının temel nedenleri bunlardır.

Bugün insanlığın en büyük dinlerinden olan ve başta Ortadoğu, Küçük Asya, Kafkasya, Alt-Kıta, Kuzey Hindistan; Güney Asya, Endonezya, Kuzey ve Doğu Afrika`da hakim bir din olan İslamiyet, ilk kurumlaşma ve yayılma sürecini Emevi Hanedanlığı sürecinde yaşanmıştır. Emevi Hanedanlığının yükselişi ve iktidarı ele geçirişi bir “karşı devrim” hareketiyle mümkün olmuştur.

Hz. Muhammed, Haşim`i Kabilesinin Kureyş koluna mensuptur. Buna karşılık Osman ve Muaviye Emevi koluna dayanmaktadır. Mekke`nin yönetimi daha çok bu kolun elindedir. Hz. Muhammed dar anlamda, iktidarı bu kabile topluluğun elinde almakta ve yeni bir devlet kuruluşuna dönüştürmektedir. Hz. Muhammed hareketi kabileciliği aşan yeni siyasi ve askeri kurumlaşmaya gitmekte; bunları bir ideolojik kimliğe ayet ve sünnetlere dayandırarak geliştirmektedir. Emevi Hanedanlığında gelişen sistem ise, tamamıyla bir geriye dönüş hareketidir. İslam kabileciliğe, köleciliğe son verirken, Emevi Hanedanlığı tekrar köleci sisteme dönüşü ve İslam`a en hassas olduğu noktalarda yozlaşmayı dayatmıştır.

Muaviye-Ali Çatışması Ve Kerbela`ya Giden Yol

Muaviye Şam`da validir. Başta Bizans ve İran iktidar geleneği olmak üzere komplo ve entrika yöntemleriyle kuşanmıştır. Kinlidir ve iktidarını kurumlaştırmak ve süreklileştirmek için büyük hazırlıklar yapmıştır. Fakat her şeyden önce “iç temizliğe” ihtiyacı vardır. Bunun içinde en büyük tehlike olarak kabul ettiği ve halifelikte iddia sahibi olan Ehlibeyt ailesinin biat etmesini veya tavsiyesini şart göstermektedir.              

İlk komplo Sıffin savaşında (657) meşhur “Hakem olayı”yla başlamıştır. Başta Hz. Ali olmak üzere, Ehlibeyt ailesinin giderek iktidardan uzaklaştırılması, güçten düşürülmesi; yine hakem olayından sonra, Hariciler’in Ali`ye karşı tavır almalarıyla halife ilan edilen Muaviye`nin ilk planı böylece hayata geçmiş bulunuyordu. Öyle bir oyundu ki bu Hz. Ali Muaviye`yi bırakıp bir zamanlar en önemli müttefikleri olan Haricilere karşı savaşmak zorunda kalmıştır.              

Dördüncü halife olarak iktidara gelen Hz. Ali aslında iktidarda tecrübesizdir. Dürüst ve doğruluktan yanadır. İslam`ın ezilen kesimlerini, emekçilerini, direnişlerini temsil etmektedir. İslam`a ve özüne bağlıdır ve herkesi de bir anlamda böyle saymaktadır. İktidar hırsı olmadığı gibi İslam`ın doğup büyüyüp gelişmesinde oynadığı militanlık rolünü, İslam`ın korunup kurumlaştırılması söz konusu olduğunda oynayamamıştır.  Dolayısıyla Muaviye ile çatışmasında gün geçtikçe kan kaybeder ve haricilerin yaptığı bir saldırı sonucu Hz. Ali öldürülür.           

Fakat Muaviye için sorun hallolmamıştır; hala Ehlibeyt ailesi potansiyel bir tehlikedir. Hz. Ali`nin büyük oğlu Hasan, Muaviye ile bir anlaşma ve uzlaşı sağlamasına rağmen zehirlenerek öldürülür. 674`te Muaviye`nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Yezit ki adı küfürle anılır, çok daha gözü kara ve İslam`ın özüne yabancıdır. İktidarı tüm ihtiraslarını, kinlerini, güdülerini ve bencilliklerini gidermek için kullanmakla birlikte, aynı zamanda İslam`ı özünden uzaklaştırmak için elinden geleni yapmaktadır.             

Yezit tarafından Hz. Ali`nin ikinci oğlu Hüseyin`in önüne iki seçenek konmuştur: Ya biat edecek; Yezit`in halifeliğini sonsuz kabul edecek ya da Medine`yi terk edip Mekke ve Küfe`ye doğru bir yolculuğa çıkacaktır.

Biat, İslam`ın iç düşmanı, muvafıkların temsilcisi Yezit`in iktidarını tümden meşrulaştırmak, İmam Hüseyin şahsında tüm İslam âlemi ve müminlerini teslim almak ve boyun eğdirmek anlamındaydı; kabul edilebilecek bir durum değildi.

Umuda Kerbela!                

Terk etmek, kalıp savaşmanın ikinci alternatif olacak bir seçenekti. Bir anlamda Fırat`a uzanmak, Medya diyarına ermek ve zalimden hesap sormaktı. Umut hesap bu yönlüdür.

Küfeliler üst üste elçi göndermektedirler; “yandaşız, Ehlibeyt`iz” diye. Küfelilere güven olmaz ama “Ali ilahi” diye “Hü” çekip selam duran Kürdistanlılar Hüseyin`in içini ısıtmakta, umut kazımaktadır.

Bu yolculuk umuda olabilir. Bu yolculuk öze dönüşle sonuçlanabilirdi… Bu yolculuk Gılgamış`ın, Musa`nın, Hz. İsa`nın, Hz. Muhammed`in yolculuklarına benzeyebilir ve büyük devrimsel gelişmelere yol açabilirdi.

Hüseyin 445 Ehlibeyt yandaşıyla yola çıkmaya karar verir. Fırat`a 150 metre kala tehdit, sindirme, şantaj, para, mevki vs. yöntemlerle zayıflatılır, sonunda 235 kişi kalırlar. Savaşabilecek 63 can, o sabah uyandıklarında etrafında Yezit`in ordusuyla çevrili olduklarını görürler. Hüseyin yine iki seçenekle karşı karşıyadır. Ya kusursuz biat ya da savaşmak!

Kerbela mazlumlarla zalimlerin, haklılarla haksızların, emekle hırsızların, İslam`ın özüne sadık kalanlarla münafıkların savaşı olacaktı. Kendinden binlerce yıl önce başlamıştı ve kendisinden binlerce yıl sonra da devam edecekti. “Ölmeye öleceğiz” diyordu İmam Hüseyin, “ama onurluca, biat etmeyerek, direnerek!” 

Hazreti Hüseyin ile beraberindekiler Irak'ın Kufe kenti yakınlarındaki Kerbela Çölü'nde 10 Ekim 680'de kurulan çadırda savaş öncesi misk ve hamam otuyla bedenlerini temizledi. Sudan uzak, ölüme yakındılar. Ömer bin Sa'd, bizzat ilk oku atınca savaş başladı. Savaş meydanında Hazreti Hüseyin tarafından çok kişi öldü, geriye ehlibeytten başka kimse kalmadı. Önce Hazreti Hüseyin'in 19 yaşındaki oğlu Ali Ekber, sonra Hazreti Hüseyin'in diğer çocukları Cafer ve Abdullah Kufeliler tarafından mızrak ve kılıç darbeleriyle öldürüldüler. Ölen Ehlibeyt mensuplarının başlarını kesmek için Küfeliler adeta birbirleriyle yarıştılar. Hazreti Hüseyin'in başı kesilerek, bedeni atların ayakları altında ezildi, kesik başları mızrak başlarına takılarak Yezid'e gönderildi.  

Yass-ı Muharrem

Atalarımız yüzlerce yıldır bu matemi tutmaktadır. Adeta kendi acılarının başlangıç simgesi olarak acı çekip durdular. Yasaklı acılarını Kerbela’la bütünleştirip hep birlikte Kerbela Çölünde Hüseyin’in çocuklarıyla birlikte öldüler.