GÜNE BAŞLARKEN

  Yağışlı bir günün sabahıydı. Şehrin içinden geçen Munzur’un, iki yakasına kurulacak dolgu parktaki çalışmalar, kış, kar, soğuk, yağış, demeden büyük bir hızla sürdürülmekteydi.

   Dolgusu tamamlanan park alanında, her zaman olduğu gibi çalışmalar, yine günün erken saatlerinde başlamıştı. Kurulacak parkın iki yakasını, birleştirecek iki köprünün, kazılmış, açılmış, ayaklarına demirler döşenmekte, betonlar dökülmekteydi.

   İş makinalarının çalışmalarından çıkardıkları sesler, Munzur’un, kıyısını mesken tutmuş, martıları korkutmuştu. Yüksekten daireler çizerek, bir zamanlar, sabah güneşinde, fokların Güney Kutbunda dizildikleri gibi dizildikleri, güneşlendikleri alanda yapılanları adeta izliyor gibiydiler.

    Dolgu yapılacak park alanını, Munzur Suyunu, bir başka mesken tutmuş, şarkılardaki yeşilbaşlı ördekler de yoktu. Park yapıldığında, şehir halkı ile birlikte onlar da orada olacaklardır. Munzur’da süzülürken, söyledikleri şarkılarını, martıların çığlıklarını, yine dinleyeceğiz.

    Yolumun üstündeki, SEYİT RIZA Parkı’nın, yağışa rağmen, günün erken saatlerinde yine konukları vardı. Büyükler, Seyit RIZA ile buluşurken, Munzur’u, seyrederken, küçükler, parkın devamlı sakinleri köpekleri, uzaktan izliyor. Bakışıyorlardı.

   Yağmurdan korunmak için açtığı şemsiyesinin altından elindeki mendille el sallayan CEMİL,  “mendil al” diye çağırıyordu.

   Belediye otobüsüne binmek için, ON ADIMLIK ÇARŞININ yanında toplanmış, otobüs bekleyen yolcular, yağmurdan ıslanmamak için çatıların korumasından yağmur almayan yerlere dizilmişlerdi. Şemsiyesiz yağmura yakalananlar, trafiğe dikkat etmeden koşturuyorlardı.

   Yakında hizmete girecek barınaklarına taşınacak sokak sakinleri köpekler, kaldırımların üstünde, yatmış, adeta yağmur sularından yıkanıyorlardı. Onlar, bizlere, dahası, çocuklarımıza, sevmeyi, hayvan sevgisini vermişlerdi. Sokaklarda, her gün, selamlaştığımız, bakıştığımız, gülümsediğimiz, dostlarımız olmuşlardı.

   Yeni evlerine taşındıklarında, onlarsız sokaklar, kimsesiz boş kalacaktı. Onlarla dostluklar kuranlar, onları, sevenler, özleyenler, onları, CUMHURİYET Mahallesindeki evlerinde ziyaret edip, onlarla yine buluşacaklar. Onlara, “sizleri unutmadık. Sizleri sevmeye devam edeceğiz” diyecekler. Sevgi dolu gözlerine bakıp konuşacaklar. Onlar da havlayıp, anladıklarını, sevindiklerini, söyleyeceklerdir.

   Gazete yerimin kapı kenarında, GÜRAY’IN, diktiği sahiplendiği, bize bıraktığı emaneti, dut ağacı, baharın geldiğini müjdelercesine tomurcuklanmış.

   Yaşam, yeni bir bahara yelken açarken, yaşamın yongası doğa, yine bin bir renge boyanacak. Umutlar, yeniden yeşerecek.

   Yeni bir Baharda.

   +    +    +

  BİR KATLİAMIN GÖRÜNTÜSÜ

   Katliamın tanımı, sayılarla ölçülmez. Doğayı süsleyen, zenginleştiren doğanın bir parçası olan, bir dağ keçisini katletmek te bir katliamdır. Doğanın katliamıdır.

  Önümdeki ÖZGÜR DERSİM Gazetesi’ndeki resim bir doğa katliamının, insan olanı üzen bir vahşetin görüntüsüydü. Doğa katilleri, DERSİM DOĞASININ, bir canına daha kıymışlardı. Munzur’da su içmek için barındığı, yükseklerden inmiş bir dağ keçisini daha katletmişlerdi. Gazetedeki görüntüye baktığımda insanlığımdan utanmıştım. Bu vahşeti yapanlar, insan olmasalar da insan kılığındaki yaratıklardı.

    Yıllar önceydi. İlkbaharda, aynı güzergâhta, HALBORİ GÖZELERİ, piknik alanına bıraktığım bir arkadaşın, önünde fırlayan bir dağ keçisine, taşla vurup tuttuğunu gördüm. Arabamla hızla piknik alanına koştum. Arkadaş, tuttuğu keçinin başında bekliyordu. Yere yatırılmış dişi keçinin kapalı gözlerinden yaşlar akıyordu. Ağlıyordu. Başını ellerimin arasına alıp okşadım. Öptüm. “Korkma, kimse sana bir şey yapmayacak, gözlerini aç. Ayağa kalk. Yuvana, yavrularına git” dedim. Gözlerini açtı, önce bana, sonra çevresine baktı. Kalktı ayağa,  “Haydi durma git. Yavruların seni bekliyor” dedim. Sıçradı. Koştu.

    Arkasından el salladım.

+  +   +

 KIRMIZI IŞIKTA

  Günlük gazete dağıtımında kırmızı ışıkta bekliyordum. Arkamda, sağımda, bekleyen arabalar vardı. Arkamızdan gelen beyaz bir araç, sol taraftaki boşluktan hızla kırmızı ışık yasağını dinlemeden son sürat gitti.

  Bu katı yasağı dinlemeyen, biri, olsa olsa, resmî bir kurumun görevlisi olmalıydı. Yoksa başka biri bu tehlikeyi, göze alıp, bu katı yasağı çiğneyemezdi.

   Trafik kurallarına uymadan, yasağı dinlemeden geçmesi, resmen bir trafik kazasına davetiye çıkarmaktı. Trafik yasakları, kuralları, yalnız siviller için geçerli değil, sivil olsun, resmi olsun. Acil sağlık, araçları ambulanslar, büyük devlet adamlarının güvenliği için, kavşak geçişleri, trafiğe kapatılarak yapılan geçiş üstünlüklerinin dışında, bütün sürücüler, araçlar, için geçerlidir. Zorunludur.

   Resmi kurumun, Emniyet Müdürlüğünün, aracı da olsa, acil bir durum da olsa, trafik kurallarına uymak zorunludur. Uyulmalıdır. En çok ta resmi görevliler buna özen göstermelidirler. Trafikte, keyfiliğe yer yoktur. Uymamak, üzücü kazalara davetiye çıkarmaktır. Gidilecek yere 2 dakika geç gitmek herhangi bir kayba yol açmaz. Kurallara uymamak çok üzücü kazalara yol açabilir.

   Kurum Yetkilileri, kurum görevlilerini, bu hayati konuda uyarmalıdırlar.

Fikri TAŞ