1990’lı yıllardı. Rahmetli annem sağdı. Sevgisine doyamadığımız oğlum gözaltına alınmıştı. Yasal süresinden fazla emniyette gözaltında tutulmuştu. Hürriyet muhabiriydim. Valiye, hatta emniyet müdürüne rağmen, sorguya bakan polisler, yaptıkları işkence izleri silinsin diye bin bir bahane ileri sürüp, oğlumu mahkemeye çıkarmıyorlardı. Terör şubesine bakan İSMAİL KERİMOĞLU, adlı Müdür, Ankara’dan,  özel atanmıştı. Ünlü bir FETULLAHÇIYDI. Terör şubesinde görevli polisler de onun kadar FETULLAHÇI polislerdi. O zamanın belediye başkanı ile anlaşıp, kurban bayramında, 400 adet kurban kestirmişti. Emniyet Müdürünü, dinlediği yoktu. Valinin Emniyet Müdürünün, yanında gördüğü bana kin duymaktaydı. Oğlum yetmemişti. Beni de yasak gazete satmaktan gözaltına aldırmıştı. Saatlerce gözüm bağlı ayakta bekletildikten sonra, adet yerini bulsun diye ifadem alındıktan sicilime işlemek için fotoğraflarım çektirildikten sonra, bırakılmıştım.
   İçişleri Bakanlığına, Genel Müdürlüğe, atandığı İzmir Emniyet Müdürlüğüne şikâyet dilekçeleri yazmış, Onun nasıl bir Müdür olduğunu anlatmış, şikâyetçi olmuştum. Cevap alamamıştım. O günlerde, devlet içinde devlet olan FETULLAHCILAR, PARALELCİ OLARAK, darbeyle suçlandığında tekrar Bakanlığa yazdım. “Darbecilerin içinde o da mutlak vardır. Onun hakkında da gerekli incelemelerin, soruşturmaların, yapılmasını istedim. Şikâyetçi oldum. Bakanlık, emekli olmuş. Yapacakları bir işlem yok. Cevabını vermişlerdi.
    1990’lı, yıllar, sıkıntılı, çokça üzüldüğüm yıllardı. Rahmetli annem benden daha çok üzülmesine, benden gizli, gizli ağlamasına rağmen, bana hissettirmeden, sürekli “Üzülme oğlum. Bu da geçer” derdi. Ona çok inandığımdan, teselli olurdum. Geçeceği umuduna kapılırdım.
  Gazete başbayiliği yapıyorduk. İnternet gazeteciliğinin olmadığı, promosyonlu gazetelerin kapışıldığı yıllardı. Bu günlerin benzeri kavgalı çatışmalı yıllardı. İlçelere gönderdiğimiz gazeteler, alınıp suya atılıyordu. Satmamız yasaklanıyordu. Aylarca gazeteleri, emniyet Müdürlüğü satmıştı. İlçelere gidememiş, gazete, sadece şehir merkezinde, Emniyet Müdürlüğünün açtığı büfede satılmıştı.
   Bu yılda, 1990’lı yıllara benzer bir yıl oldu. Seçim sonuçlarında, devrilen masayla başlayan yangın, bütün ülkeyi sardı. Yalnız toprağa düşenlerin yakınları değil, bütün ülke, acıdan payını aldı. Özgürlükler askıya alındı. Hukuk devleti demokrasi çok büyük yara aldı. Askeri rejimin, Sıkıyönetimin uygulandığı yılları aratan demokrasi ile bağdaşmayan uygulamalar oldu. Hukuk Devletinde, bağımsız, tarafsız olması gereken makamlar, yetkililer, tarafsızlıklarını yitirip taraflı oldular. Adalet mekanizması, adalet dağıtan kimliğini büyük ölçüde yitirdi. Güçlüleri koruyan, haksızlıklara uğrayanlara, acımayan, haklarını korumayan bir kimliğe büründü.
   Devlet adamlığı kimliğini taşıyan çoğu yetkililer, Devlet adamlığı kimliğini yitirdiler. Güçlüden, iktidardakinden, gelecek beklentilerinden, yana taraf oldular. Devlet baba kimliğine, saygınlığına, gölge düşürdüler.
  Tarifinde yazılı gibi dalkavukluk değil tarafsız, gazetecilik yapmak isteyen gazetecilere, organizeli bir şekilde saldırılar düzenlendi. Ulusal düzeyde yayın yapan, kamuoyu tarafından çokça okunan büyük gazetelerin yayın organlarının, binaları basıldı. Kendilerinden yana taraflı yayın yapmaları istendi.
  Devleti soyanlar, çalanlar, çaldıkları paralarla yakalananlar korundu, adalet kimliğini kaybetmiş, taraflı, savcılar, yargıçlar tarafından suçsuz bulunarak aklandılar.
   Aralarına katılmak istediğimiz uygar ülkeler, olup bitenleri şaşkınlıkla izlerken, bu ülke bizim topluluğa yakışmaz demeye başladılar.
   Daha kötüsü, doksanlar, benzeri insanlık, panzerlerin arkasına bağlanarak yerlerde sürüklendi. Mühimmat saklanıyor. Gerekçe gösterilerek mezarlar, ibadet yerleri bombalandı. Onlarca yıl süren bu kardeş kavgasında toprağa düşenler. Yattıkları yerde bir kez daha
 bombalarla vuruldular.
 Giderek düzelmiş, kendi yağı ile kavrulan ekonomi, üst üste yapılan seçimlerle, çatışmalarla, tahrip olan ülkeyle, o da payını aldı. Borç veren ülke konumundan, borç isteyen ülke konumuna düştü.
  Bütün bunları yaşamak, vicdanı olanı, insanım diyeni, ülkesini seveni, bütünlüğünü isteyeni, farklılıkları, ülkenin zenginliği sayıp, birlikte yaşamayı isteyenleri, özgürlüklerden, hukuktan, insan haklarından yana olanları, üzdüğü gibi o değerleri paylaşan beni de çok üzmektedir.
  Rahmetli annem sağ olsaydı.
 “Üzme kendini Oğlum. Bu da geçer” derdi.
  Annemin dediği olacak.
   Bu da geçecektir.