Bu yıl okuduğum kitaplar arasında Cengiz Tuncer’İn “Kerkenez” adlı eseri beni çok etkiledi. Cengiz Tuncer Denizli’nin Buldan İlçesi’nde doğmuş bir yazar. Bu romanında köyü, köylüyü, köy insanının yaşamını ve dünya görüşünü çok iyi vermiş. Yokluk ve yoksulluklar içinde yaşayan köylüleri kendi bakış açılarıyla bize anlatıyor.

         Bundan 30-40 yıl önce, belki de daha önce, Ege köylülerinin yaşama mücadelelerini bize anlatmıştır. Yaşamın sıkıştırdığı çaresizlikler içindeki bu insanlar cinayetler de işlemektedir. Köylüler, toprak damlı bir göz odalı evlerde çoluk çocuk bir arada yaşamaktadırlar. Bu romanda Salih’in çocukluğundan ölümüne kadar olan dönem anlatılmaktadır.

         Salih az topraklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babasının üç karısı vardır. Hacer Ana ve Cennet Ana’nın çocuğu olmadığından Anacık’ı eve getirmiştir. Anacık’tan Salih dünyaya gelmiştir. Salih’in Mustafacık adında bir arkadaşı vardır; sık sık ona gider. Babası Salih’in Mustafacık’la arkadaşlığından rahatsızdır. Mustafacık’ın babası köylülerin dışladığı, aralarından atmak istedikleri bir insandır. Böyle bir insanın çocuğu ile arkadaşlığı babası istemez. Bunu sert tavırlarıyla belli eder. Hatta Salih’e babası işkence düzeyinde eziyetler eder. Babasının bu eziyetlerinden evdeki üç ana da Salih’i kurtarmaya cesaret edemez. Çünkü baba anaların hepsine aynı eziyeti çektirmektedir. Tek göz oda olduğundan anasıyla babasının özel yaşamları gizlenememektedir. Baba diğer kadınların özel istekleriyle hiç ilgilenmemekte hatta bu isteklerini yok saymaktadır. İstekleri karşılanamayan bu kadınlar doğal yaşamın dışına çıkmakta, umutsuz arayışlarını sürdürmektedirler. Salih bütün olup bitenlerin açık tanığı olmasına rağmen yapabileceği bir şey yoktur.

          Cennet Ana’nın kız kardeşinin çocuğu Şadiye öksüz büyümüş, evlenecek çağa gelince karşı köylerden Mehmet adında bir gençle evlendirilir. Bir yıl sonra Mehmet’in askerliği gelir, ne yapacağını bilememenin şaşkınlığı içerisine girer. Dost ve akrabalarıyla vedalaşıp, askere gidecektir. Mehmet karısını anne ve babasına bırakıp gider. Gider ama gözü arkadadır. Korkulan başa gelir: Evde karısının yokluğundan faydalanan kayınbaba, hamile gelinine tecavüz eder, çocuğun düşmesine neden olur. O haliyle Cennet Ana’ya çaresiz sığınmak zorunda kalır. Şadiye çok güzel bir kadındır, diğer kadınlar bu durumdan çekinirler, korkarlar.  Anacık bu kuşkusunu Şadiye’ye açıkça söylemekten çekinmez. Bütün bu uyarıları, çekinceleri Şadiye sessizlikle karşılar. Evdeki tarla, bahçe ne iş olursa itirazsız yapar.

          Şadiye bütün bu olup bitenlerle ilgili kimseye bir şey söylemez. Bir gün Mehmet’in anası gelinini almak için Salih’lere çıkagelir. Kaynanasına o eve bir daha dönmesinin mümkün olmadığını söyler Şadiye. Kadın gelinini alamadan gerisin geri döner. Bir zaman sonra karısının evde olmadığını duyan Mehmet, askerden kaçıp gelir. Şadiye’yle konuşur, Şadiye olan bitenleri, gerçekleri olduğu gibi anlatır. Mehmet beyninden vurulmuşa döner. Köye döndüğünde babasıyla konuşur; bir de gerçeği onun ağzından duyunca babasını öldürür. Şadiye bu durum karşısında daha da çaresiz duruma düşer. O da bir süre sonra Salih’lerin evin’de kalmasının olanaksızlığını anlar ve evlerini terk eder. Bu Şadiye’yi sevenler için bir felakettir.

         Babanın özel ilgisinden(cinsel istek) uzak kalan annelerden biri olan Hacer Ana köyün delisiyle beraber olmak ister. Köyün delisi anneyi boğarak öldürür. Bunu duyan baba o öfkeyle köyün delisinin başını taşla ezer. Bu köylü ailesinin başına gelen ikinci felakettir. Artık baba da hapistedir. Babayı kurtarmak için tarlalarından birini satarak avukat tutarlar. Bu hapishaneye gidiş gelişler sırasında tüm varlıklarını yitirirler. Çaresiz köyden kentin varoşlarına göçerler. Varoşta kendilerine iki odalı bir gecekondu tutarlar. Evin geçimini sağlamak için Anacık evlere temizlik işlerine gider. Salih de bir demirciye çırak olarak girer. Kentte kıt kanaat geçinmeye çalışırlar.

         Derken Salih’in askere gitme zamanı da gelir, askere gider. Asker ocağında da genç insanlar cinsel sorunlar yaşarlar. Herkes kendince bu sorunları gidermeye çalışır. Arkadaşlarından bazıları bu ihtiyaçlarını süvari birliğindeki atlarla gidermek ister. Salih de arkadaşlarına uyarak bu serüvene atılır. Atın tekmesiyle karşılaşır ve göğüs kaburgaları kırılır. İyileşmesi için uzun süre hastanede yatması gerekir. Hava değişimi için evine döner, durgundur, sessizdir. Anacık ne sorduysa hiçbir şey öğrenemez Salih’ten. Babası da hapislik süresini tamamlayıp çıkmıştır. Baba hapishaneden koyu bir Müslüman olarak çıkar; evde mahallenin çocuklarına bile din dersleri verir. Anne bu durum karşısında büyük sevinç duyar, onun hidayete erdiğini düşünür.

           Anacık’ın bir derdi vardır, o da Salih’i evlendirmek. Komşu kızlarından Gülşen’le tanıştırırlar Salih’i. Gülşen hazırdır Salih’le beraber olmaya ama Salih kendini hiç hazır hissetmemektedir bu tanışıklığa. İşsiz olması, hastalıktan yeni kurtulması Salih’i korkutmaktadır. Salih çok güvensizdir. Gülşen’le olan beraberlikleri Salih’in kendine olan güvenini azaltmıştır. Salih kendine güvenemediğinden karşı cinse karşı içinde bir istek uyanmamaktadır. Bu durum onu rahatsız ettiğinden acaba düzelebilir miyim diyerek kentin genelevine gider. Karşısına Şadiye çıkar, Şadiye’nin Salih’i uyandırma çabaları da boşa gider. Şadiye durumu anlayışla karşılar yine gelmesini ister.

           Salih evlerinin yakınından geçerken Sevim adlı küçük bir kızla karşılaşır. Küçük kız ona niçin benimle evlenmiyorsun Gülşen’i bırak benimle ol der. Küçük kızın bu cıvıl cıvıl hareketleri Salih’in içindeki uyanmayı başlatır. Salih uyanır ama küçük kızı da boğarak öldürür. Salih oradan koşarak uzaklaşır, bir uçurumdan kendini aşağı atarak parçalanır.

          İnsan, insanca yaşayabilmek için doğal yaşamı sürdürmelidir. Salih çok zor koşullarda yaşadığından tam dengesini buldu dediğimiz sırada kendini kaybetmiştir. Eksikli bir yaşamın getirdiği sonuçlar bunlar. Eğer Salih gibi çocuklar doğal yaşamını sürdürebilselerdi, bu tür felaketlerle karşılaşmayacaklardı. Yaşamın bu kadar sınırlandığı, bu kadar kısıtlandığı bir alanda dengeli olabilmek o kadar kolay değil. Bu roman çok eşli ailelerin durumunu da gözler önüne sermektedir. Burada da zaten hiçbir konuda denge kurulamaz, kadınların çekişmesi alttan alta sürüp gitmektedir. Çocuğun ruhsal gelişimi açısından da sağlıklı değildir. Aile içinde ve dışında çeşitli sapkınlıklara elverişli bir ortam oluşmaktadır.

          Toplumumuzun gizlenen yaralarından biri olan ensest ilişkiler de açıkça verilmektedir burada. Bunların konuşulması, tartışılması, bilinmesi sağlıklı ailelerin kurulması açısından son derece önemlidir. Tam tersine bu tür ilişkiler gizlendiğinde onulmaz yaralar açılmaktadır aile ortamında.

          Cinselliğin bilinmemesi, yaşanmaması da önemli bir sorun olarak durmaktadır. Bilgisizlik, insanın kendisine güvensizliği yanlışlıklara neden olmaktadır. Gençliğin belli bir evresinde bu bilgiler ve deneyimler insanı olgunlaştırır, sağlıklı hareket etmesini sağlar.

           Konuşulmayan birçok konu Cengiz Tuncer’in romanında kahramanlar aracılığıyla dillendirilmiştir. Köyü ve köylüyü sadece görünüş olarak değil, psikolojik derinlik katarak da verebilmiştir. Dili, anlatımı çok güzel, okuyan insanı hiç sıkmıyor, bir solukta alıp götürüyor. Birçok insanın bilmediği, unutulan bu romanın okunması ve değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum. 40 yıl önce E Yayınları tarafından basılan bu romanın yeniden basılması edebiyat tutkunları için bir okuma şöleni olacaktır.