Dini bayramlar, halkı, toplumu birleştiren bir araya getiren bayramlardır. Dahası çocukların bayramlarıdır. Çocukların ilgi sevgi gördükleri, sevindikleri, büyüklerin küçüklerin buluştuğu ortaklaşa sevindikleri şeker tatlı yedikleri bayram harçlıklarını ceplerine indirdikleri bayramlardır.
Tatil bayramıdır. Uzaktaki akrabaların bir araya geldiği akrabalık, yakınlık duygularının paylaşıldığı bayramlardır.
Kurban bayramı bir başka farklıdır. Kutlamasının amacı, et yiyemeyen, fakir fukaranın bayramıdır. Bayramın özü, fakir fukaraya et yedirmek, tattırmaktır. Adı üzerinde kurban, adaktır. Sevap kazanmak, hayır içindir. Bu bayram, eskilerde, amacına uygun, fakir fukaralar, gözetilerek yapılırken, şimdilerde, bu özüne uygun yeterince yerine getirilmemektedir. Kesilen kurban etleri, fakir fukaraya dağıtılmayıp, buzdolaplarında saklanarak, ailenin uzun süre et ihtiyacını karşıladığı gibi, ailenin, kışlık kavurma ihtiyaçlarını da karşılamaktadır.
Çocukluğumdan beri gördüğüm, çevremde, ailede, köyde, şehirde, kesilen kurban etleri, kapı komşuya, tamamen dağıtılırdı. Kurban sahibine sadece kalabilirse küçük bir parçanın yanında kelle paçası kalırdı.
Bir kurban bayramında büyük bir ilin büyük, zengin, bir köyünde misafirdim. Kurbanlar, kesildi. Izgaralar yapıldı. Yenildi. ET kokusu, ızgara dumanları, bütün köyün üstünü, bulut gibi sarmıştı. Köyden ayrılırken, köyün girişinde çadırlarda yaşayan Güney Doğulu tarım işçileri vardı. Yolcu edenlere, “Bu çadırlarda yaşayanların buzdolapları yoktur. Verilen kurban etlerini, nerede saklayacaklar. Bütün köyün nerdeyse tamamı, kurban kestiğine göre, birer hisse de bu yoksul işçilere vereceklerinden bu kadar eti nasıl tüketecekler” diye sordum. Yolcu edenler, gülümsediler. “Kurban kesen bir tek ev bile, onlara kurban eti vermez. Kendileri gidip istemezlerse, açıkçası dilenmezlerse, kimse onlara et vermez” dediler. Şok olmuştum. Ben çevremden, kurbanın, niyaz dağıtılır, gibi kapı komşuya, fakir fukaraya, dağıtıldığını görmüştüm.
Ülke genelinde, kurban kesim manzaraları, her yıl olduğu gibi bu yılda, bayrama yakışır şekilde yapılmamıştı. Ellerinde kocaman bıçaklı adamlar, meydanları sokakları kana, bulamışlardı. Üstelik bunları küçük çocukların gözleri önünde yapmışlardı. Görüntüleri yaşayan çocuklar, hayvanları nasıl sevsinlerdi. Kanı, bıçağı, nasıl unutsunlardı. Hayvanları sevmeyenler, insanları nasıl sevsinlerdi.
Mübarek bayram, kutsallığından çok, âdeta, et bayramı, olmuştu. Fakir fukaranın bayramı değil, parası olanların et bayramı, gösteriş bayramı olmuştu. Başka zaman, yapamadıkları ızgarayı bayramda bolca yapacaklardı. Parası olanların oturdukları semtlerde hemen herkes ızgaranın başına geçtiğinden, ızgara dumanları, et kokuları, bayram boyunca, Dört gün, çevreyi, kimseyi, rahatsız etmeyecekti. Kimse şikâyetçi olmayacaktı.
Her bayramda olduğu gibi bu bayramda da sevgisine doyamadığımızı, sonsuza dek yattığı mekânında, ziyaret ettik. Annesi her zaman yaptığı gibi, kapanıp sarılarak, gözyaşları içinde, “Acelen neydi oğlum. Biz dururken, bizim sıramızken, sen niye acele ettin. Hani DENİZ’İ, büyütecek, yüksekokullara, gönderecektin. DENİZ ilkokulu bitirdi. Ortaokula başlayacak. Babası yanında yok. Acelen neydi oğlum. Bu bitmeyen, sönmeyen, sürekli bizi yakan, bu acıyı bize niye yaşattın. Seni yüce tanrıya emanet ediyorum. Sevgili oğlum.” Gözyaşları, önündeki çiçeklerin üstüne dökülüyordu. Ben de “Acelen neydi oğlum. Senin yokluğuna, hiç ama hiç dayanamıyoruz. Yaşamın her anında, o acıyı yaşıyoruz. Annenin gözyaşları hiç dinmiyor. Niye bu acıyı bize yaşattın.” Yanı başımızda, elma ağacına konmuş kuş. Bizim acımıza, eşlik eder, paylaşır, gibi, bizi seyrediyor. Ötüyordu.
Devlet katında yapılan bayram kutlaması, programı, biz basın mensuplarına da iletilmişti. Kutlama, SEYİT RIZA’DA, Kahve arasında düzenlenmişti. Bayram kutlamaları, uzun zaman halktan uzak, halkın katılmadığı resmi mekânlarda yapılmaktaydı. Son iki dini bayram, halkın olduğu bir mekânda, halkla birlikte kutlanmıştı. Vali Beyin, mekânda oturanları oturdukları yerlerde, tek tek ellerini sıkarak kutladığı bayram töreninde, Vali Beyin dostları, çocuklar da vardı. Oyuncakların yanında çocuklara, kimsenin görmediği bir köşede, bayram harçlığı da vermişti. Biz bayramını kutlayan DERSİMLİLERE DE, sevindirici, bayram müjdesi vermişti. Elinde, içtiği MUNZUR Suyunu göstererek, “Size, Müjde, en kısa zamanda MUNZUR Suyunu, pet şişelerde değil, evlerinizde, her yerde, akan musluklardan, içeceksiniz” dedi. Bu, sevindirici güzel bir bayram hediyesiydi.
DERSİM, bayramda, sevenleriyle, buluşmada büyük bir yoğunluk yaşadı. Sokaklar, kahvehaneler, Restoranlar, yüzme havuzları, piknik alanları, nehir kıyıları, doldu taştı. Arabalar, caddelere, park alanlarına, sığmadı. Trafik durma noktasına geldi. Mameki parkındaki havuzda yüzmeye gitmiştim. Havuz ve çevresi, deyim yerindeyse, iğne atsan, yere düşmeyecek kadar tanımadığım insanlarla doluydu. Tunceli ilgi odağı olmuştu. Çevre illerden, bayramını Tunceli’de geçirmek isteyen çokça insan gelmişti. Avrupa plakalı arabalar, her yıl olduğu gibi yine her sokak başında vardı.
Bayramda, beni sevindiren bir başka bayramlığı, trafiğin olmadığı bir sokakta, yaşadım. Sokak çevresinde oturan ailelerin çocukları, akşamın karanlığında, serinliğinde, sokakta toplanmış, oyun oynuyorlardı. Konuşup şakalaşıyorlardı. Tıpkı bizim, çocuklarımızın, geçmişte yaşadıkları gibi durup onları seyrettim. Sokakların, çocuklara kapatıldığı günümüz dünyasında, aynı sokaktaki çocukların, bir araya gelmesi sevinilecek, seyredilecek, renkli bir görüntüydü. Mahallenin sokağı çocuklar için bir başka eğitim yeriydi. Kendi dünyaları ile buluşma yeriydi. Ne yazık ki günümüz dünyasında bu görüntülere artık yer yoktu.
Yeni bayramlarda buluşma dileğiyle.