Hızla içeri girdi. Uzun zamandır görüşmemiştik. Ankara’da oturuyordu. Sarmaş dolaş hal hatır sormadan, “Sen, yakın zamanda uçakla bir yerlere gidip geldim mi? “dedi. Bakarak gülümsedim. “Evet” dedim. Kızgın bir halde “Sen, gazeteci değil misin? Tunceli’nin sorunlarını dile getirirken bu sorunu niye dile getirmiyorsun. Bu sorun da Tunceli’nin sorunudur. Aynı sorunla sen de yüzleşmiş olmalısın. Elâzığ havaalanında indiğinde, elinde valizlerle, sen de en az bir kilometre koşturmadın mı, İşte bunu sana anlatmak istiyorum. Elâzığ havaalanında inen Tuncelili yolculara işkence yapılıyor. Ellerinde valizlerle, bebeklerle bir kilometre marş, marş koşturuyorlar. Bu resmen bir işkencedir. Bunu yazıp yetkililere niye duyurmuyorsun. Vali Beyiniz, çok iyi bir valiymiş uçakla indiğinde bu işkenceyi göremiyor. Görmüş olsa buna izin verilmemesi için gerekeni yapar. Yaz, vali Beyin de bilgisi haberi olsun. Bu gün yaşadığım gördüğüm, beni çok üzdü. Resmen bir işkenceydi. Bayanın biri elinde iki valiz kucağında çocuk. Bir kilometre uzaktaki minibüse yetişmek için koşturuyordu. Benim de elimde valizim vardı. Bayanın o haline seyirci kalamazdım. Bayana çocuğu bana vermesini isteyerek çocuğu kucağıma aldım. Birlikte marş, marş koşturduk. Tık nefes geldiğimiz yerde Minibüs dolmuş. Nerdeyse yolcu yok diye hareket etmek üzereydi. Biraz daha gecikmiş olsaydık. Minibüsü de kaçırmış olacaktık” dedi. Kızgın bir bakışla, “Yaz bunları görevini yap” dedi.
Gülümseyerek, “Haklısın” dedim. “Aynı işkenceyi ben de hanımla birlikte birkaç kez yaşadık. Elazığ’ın taksicileri kazansın diye yoğunluktaki Tuncelili uçak yolcularına, yapılan resmen haksızlıktır. Keyfiliktir. HAVAŞ ‘IN, minibüsleri, taksileri kapıya kadar yanaşıp yolcu alırken, Tunceli minibüslerine yasak. Bu, ayırımcılıktır. Tunceli’ye, Tunceli Halkına, önyargıyla bakmaktır. Elâzığ komşu bir il, ekonomisi yaşamı ile Tunceli’yle, yakın bağları olan komşuluk hakkı olan bir il, bunu Tunceli Halkına yapmamalıdırlar. Bu konunun, şikâyetin, Elazığ Belediye Başkanına, Elâzığ Valiliğine, iletilip iletilmediğini bilmiyoruz. İletildiğinde gerekli duyarlılığı göstereceklerini umuyoruz. Umarız bu işkenceye kısa zamanda son verirler” dedim.
Konuşmalarımızı dinleyen bir başka misafirim, “Yurt dışından geliyordum. Gece yarısı, saat birde indik. Karanlık, aynı koşturmayı, benzer birini biz de yaşadık. Benim de gördüğüm, üzüldüğüm, unutmadığım, Bir annenin, ellerinde valizleri, küçük bir kızını, sürükleyerek kendisiyle birlikte koşturması oldu. Çok üzülmüştüm. Yüküm ağır olduğundan yardım edememiştim. Dahası aynı yerde, çocukların, yaşlıların engellilerin, hatta sakatların da aynı işkenceye tabi tutulduklarını, onların da minibüse yetişmeleri için nasıl koşturduklarını, işkence çektiklerini görürsünüz. Elâzığ Havaalanına inen yolcuların yüzde kırkından fazlasını Tuncelili yolcular oluşturmasına rağmen, yapılan bu ayırımcılık, işkence, büyük bir haksızlıktır” dedi.
Biz bunları konuşup çaylarımızı yudumlarken, Ankara’da oturan bir başka dostum da kapıdan içeri girdi. Her iki dostumu arkadaşımı da özlemiştim. Onlar da DERSİM’İ, bizleri özlemiş olacaklar ki gelmişlerdi.
Elazığ Havaalanından, şikâyetçi olan dostum, yeni gelen misafirimle hoş beş etmemize fırsat vermeden, bana dönüp, “sor bakalım. Arkadaşta, gelirken, Elazığ Havaalanında, bizim yaşadıklarımızı yaşamış mı, yaşamamış mı, Sor” dedi.
Hep birlikte gülerken, yeni gelen arkadaşta, “Sormaya gerek yok. Minibüslerle gelen bütün Tuncelili yolcular, aynı koşuşturmayı yaşamaktadırlar. Üstelik hava alanı hizmete girdiğinden beri” dedi.
Misafirler, sık, sık basına, sosyal medyaya yansıyan Tunceli’deki değişimleri merak etmişlerdi. Hep birlikte, değişimleri görmek için çıktık. Sanat Sokağı çevresindeki değişimler, ilk durağımız oldu. Misafirlerimiz, Yeraltı çarşısının üstündeki değişimlerin, hemen herkesin uğrak yeri olan meydana, alana, yakıştığını söylüyorlardı. Gezdiğimiz YERALTI ÇARŞISI DA, meydandaki değişimleri, tamamlayan büyük değişimlerin, düzenlemelerin, yapıldığı modern bir çarşı kimliğine, kavuştuğunu söylüyorlardı. “Gelip görmek, yaşamak, lazım. Bunları” diyorlardı.
Çarşının bir üstündeki ÇARDAK RESTORAN, DA, oturulacak yer kalmamıştı. Boşalan bir masaya yönelirken, DERSİM’İN vefalısı, DERSİM sevdalısı, iş adamı Ali BÜYÜKDAĞLA, yakın masada buluştuk. Hoş beş sonrası, heyecanla ilk sorum, “Atatürk İlkokulu inşaatı, ne zaman bitecek. Ne zaman hizmete girecek” oldu. Tuncel’inin, eskimiş, yetersiz, tarihi okulunu, karşılıksız yeniden inşa etmeyi gönüllü olarak üstlenmiş. Ali Bey, “En kısa zamanda bitirmek istiyoruz. İnşa edeceğimiz okul, eksiksiz modern bir okul, eğitim yuvası olacaktır. Bildiğim kadarı ile Atatürk İlkokulu, tarihi sayılacak, şehrin en eski okuludur. Bu okulda okumuş, DERSİM Tarihinde, ülke çapında, ünlü isimler vardır. Bunlar içinde okulda bir mekân yer düzenleyeceğiz. Bulabildiklerimizin resimlerini, hayat hikâyelerini sergileyerek yeni nesillere tanıtacağız” dedi.
Heyecanlanmıştım. Çünkü ben de o okulda, liseyi okumuştum. “Bu konuda ben de size, yardımcı olmaya çalışacağım” dedim.
Dostların bir arada olduğu sofrada, yemekler çok lezzetliydi.
Ankaralı dostlarla şehrimizde, yaşanan değişimleri, birlikte görmeyi bir başka güne bırakarak, ayrılırken, Ankaralı, arkamdan sesleniyordu.
“Unutma, işkenceyi yaz” diyordu.
Tunceli’yi, ülkeyle, dünyayla buluşturan Sayın Valimiz, umarız Tuncelilerin, yeni havaalanı açıldığından bu yana, çektikleri, işkence boyutunda sayılacak eziyete, son verdirir.
Fikri TAŞ