Hafta sonuydu. Karsız, yağışsız, kurak geçen mevsimde, güneş parlaklığı, yazı çağrıştırıyordu. Munzur’un üstünde, sabah gösterilerini sürdüren beyaz martılar, gökyüzünde yağan büyük beyaz kar taneleri gibiydiler. Balkonun yakınından geçenler, bize el sallar gibi gözleriyle evleri tarıyorlardı. Süzülmeleri romanlardaki tanımları gibiydi.
Arya, annesine arattırdı. "Büyük Baba TONTOŞ" A gidelim. Tontoşun adı KONTTUR. Arya, kont diyemediğinden TONTOŞ der. KONTU, iki haftaydı gidip görmemiştik. Yalnız Arya değil hepimiz özlemiştik.
KONT’U, Sivas, KANGAL ilçesinden Dersim’e transfer etmiştik. Geldiğinde yavru olan KONT, 8 ayda büyümüş delikanlı olmuştu. Yazı, köyde bağ evinde, Ankara’dan gelen kendisi gibi asil bir aileden gelen MAVİŞLE geçirdiler. Hafta sonları, RONYANIN, ROŞVERİN, DENİZİN, ARYANIN, arkadaşları, oyuncakları olmuşlardı. Kontla mavişte, hafta sonlarını, sabırsızlıkla beklerlerdi. Bağın dışında, karşılar, boyunlarına atlarlardı. En küçükleri olan Arya, Kontun pencikleriyle yere yuvarlanırdı. Yine de korkmaz, ağlamaz, gülerdi. Kalkar peşinden koşar boynuna asılır, okşardı.
Bağ mevsimi sona erdiğinde, Maviş Ankara’nın yolunu tutarken, KONT’TA, Kışı, geçirmek üzere ünlü BÜLBÜL DERESİNE yerleşmişti. Her hafta cümbür, cemaat ziyaretine gideriz. Gözü yollarda bizi bekler. Bizi gördüğünde, bağlı olduğu bağından, kurtulmaya çalışır. Ayağa fırlar, sevinçten çığlıklar, atar, havlar. Sırası ile hepimizin boynuna atlar. Hepimizi koklar, yalamak ister. Aryayı, yine altına alır, pencikleriyle topla oynar gibi onunla oynamaya çalışır. Elinden zor alırız. Yanından ayrılıp gittiğimizde resmen bize küser, arkasını döner.
Arya’ya, "hazırlan gidiyoruz" dedim. Ablası Roşver’le ,’Oley,’deyip sevinçle çığlık attılar. Biz de Deniz’i aradık. "Hazırlan konta gidiyoruz" dedik. O da sevinçten çığlık attı. RONYA yurt dışında olduğundan ona yaşadıklarımızı, cepten iletecektik.
Büyük bir coşku ile BÜLBÜL DERSİNİN, yolunu tuttuk. BÜLBÜL DERSİ, baraj canavarı, sulara boğmadan önce, bülbüllerin şakıdığı, yeşillikler arsındaki ünlü restoranı ile hafta sonları uğrak yerimizdi. Meşe közünde, en güzel et ızgaraları orada yenirdi. Biz içkilerimizi yudumlarken Yanı başımızda akan derede çocuklarımız balık avlar, kelebekleri, kovalarlardı.
Baraj canavarı o güzellikleri, sulara boğunca, ünlü restoran, suların boğamadığı kıyının kenarına taşındı. Geniş bir alana kurulan restoran, modern bir tesis olarak, Dersimlilerin, yine ilgi odağı oldu. Hafta sonları, tercih edilen bir mekân oldu. Dikilen ağaçların büyüdüğü, yeşillikler arasında, plajlı, kamelyalı, her akşam sahne alan canlı müzik programları ile modern bir tesis oldu.
Kontun bağdaki arkadaşları, arabadan inip konta koşarken, onları gören KONT, sevinçten adeta çığlıklar atıyordu. Herkesin boynuna sırası ile atlayan kont, arkadan gelen Aryayı sevmek için hamle yapınca, annesi alıp kaçırdı. Sakinleşen, bir ölçüde özlemini gideren kontu, okşayan, elini başına süren ARYA,’Tontoş, sana et getirdik.’Dedi.
Önüne koyulan etleri iştahla yerken, çevreden kokusunu alıp gelen arkadaşlarına et verilsin istemiyor, büyük tepki gösteriyordu.
Kavurma yemeyi seven Deniz.’Büyük baba açıktım. Kavurma yemek istiyorum.’Dedi. BÜLBÜL DERESİNİN kavurması ünlüydü. Hep birlikte, büyük modern bir şekilde döşenmiş, şöminesi olan Restoranın salonuna doluştuk. Şömineye, yakın camın önündeki büyük masanın etrafına dizilen kontun sevenleri, sık, sık, camdan konta el sallayarak hala burada olduklarını söylüyorlardı. İki ön ayakları ile ayağa kalkıp camı kucaklayan kont, camın arkasında, adeta onlarla tokalaşıyor, sevinçle havlıyordu.
Yenen lezzetli kavurmaların arkasından, yanan şöminenin, kaloriferle birlikte ısıttığı büyük salonda, saklambaç oynayan kontun küçük sevenleri, çok mutluydular.
Bülbül Deresi, yalnız büyükler için değil, küçükler içinde ideal bir mekândı. O mekânda çocukların tanışmak, sevmek, okşamak istedikleri dostları vardı. Gazeteler yazmıştı. ’Çocuklarınızın sağlıklı gelişmesini, sevmeyi, sevgiyi, almaları için onlarla, tanıştırın. Köpek besleyin.’Diyordu.
Şöminenin ısıttığı büyük salonda oyuna doyamayan, çocuklar, karanlık basınca akşam olduklarını anladılar. Camın önüne gidip dışarıya bakan ARYA,’büyük baba bak karanlık olmuş. Evimize gidelim.’Dedi.
Gecenin karanlığında gözleri parlayan konta el sallayan çocuklar.’büyük baba bir daha bir daha gelelim.’Diyorlardı.
‘Gelelim.’Dedim.
+ + +
ŞAFAK VAKTİ.
Gecenin sona erdiği, aydınlığın başladığı vakittir. Uykunun en güzel saatidir. Çoğunlukla insanların derin uykuda olduğu saattir. Ansızın, beklenmeyen bir saatin ifadesi olan,’Bir şafak vakti,’Romanlarda, tarih kitaplarında sık, sık, geçer.
İki yıl önce, ülkesinin kendi uçakları ile katledilen ULUDERELİ ailelerin evlerine, Jandarma, Büyük Taarruzun başladığı şafak vakti gibi baskın düzenlemiş. Henüz uykularında olan ailelerin çocukları, kadınları, konut dokunulmazlığının olduğu evlerinde, yataklarında, yatak kıyafetleriyle, silahlı jandarmaları, karşılarında bulmuşlar.
Daha önce 34 gencecik çocuklarını, uçakların bombaları ile kaybeden aileler, yeni bir katliam mı yapılacak diye büyük bir korku yaşamışlar.
Televizyon kanallarına yansıyan görüntülerde, evleri jandarmalar tarafından darma, dağın edilmiş.
Bu baskını yazdığımı gören okurum.’Hocam o baskın değil haneye saldırıdır. Tecavüzdür. ’Dedi.
‘Haklısınız. Size katılıyorum.’Dedim.’bir şafak vakti bu yapılan, insan hak ve özgürlüklerine resmen saldırıdır. Tecavüzdür.’Diye ekledim.
Geçen yıllarda, Dersimde yapılan gözaltına almalarda da benzer hukuksuzluklar yaşanmış, Şafağı beklemeden gecenin bir vaktinde, şafak vaktinde, evlere baskınlar yapılmış, Geç açılan kapılar kırılmak istenmiş, Ayakkabılarla, paldır küldür içeri girilmiş, çocuklara, kadınlara, unutamayacakları büyük korkular, yaşatılmıştı.
Yapılanların, insan hak ve özgürlüklerine aykırı olduğunu, bu köşede defalarca yazmış. Eleştirmiştim.
Benzer gece baskını iktidara yapılınca, bu baskınların hukuksuz olduğunu, bundan böyle gece, şafak vakti baskınların, yapılmayacağını, kaldırıldığını, gazeteler yazmıştı.
Buna rağmen bütün dünyanın izlediği ULUDEREDE yine yapıldı.
Aslında bu baskın, ULUDERELİLERE yapılmadı. Ülkemize yapıldı.
Bu böyle bilinmelidir.
+ + +
YEDİ YIL GEÇTİ.
HRANT DİNK, kardeşimizin katledilişinin yedinci yılında,’BİZLER DE HRANT DİNKİZ’ diyen kardeşleri, katilleri lanetleyen pankartları ile İstanbul un sokaklarını doldurmuşlardı.
Onlar, hangi ırktan olursa olsun, bütün insanları kardeş kabul eden, ırkçılığı, insanlığın utancı, yüz karası olarak gören, ülkemizin, insanlığın, aydınlık yüzleriydi.
Ülkem adına, onlarla övündüm. Onları alkışladım.
Fikri TAŞ