Türkiye’de nasıl bir devlet aklı var?’ diye ne zamandan beridir kafa yoruyorum. Yanı sıra, ‘AKP ve bu cümleden olarak Erdoğan, var olduğu söylenen bu devlet aklının (ipleri elinde tutan tepenin) sahnedeki başrol oyuncusu mu’... ‘Devlet mi deriyi, deri mi devleti değiştiriyor’ gibi sorular da aklıma takılmıyor değil. Evet, halen de takılmıyor değil! Çünkü bunlara cevap üretebilecek bir bilime, zihniyete ve her ikisine de yuvalık yapacak üniversitelere yeterince sahip olmadığımızı düşünüyorum.

 

Tıpkı, laf olsun diye ‘ol denen’ ve bilmem hangi yöreye ait ‘leblebi koydum tasa el vurdum basa basa’ türküsündeki leblebileri anımsatan taşra üniversiteleri gibi. Yıllarca ‘adam yerine’ konulmayıp, bir anda kendini üniversitenin rektörlüğünde bulanların fantezi geliştirme merkezi hâline gelen bu üniversitelerden bazıları hakkında çıkan haberlere şöyle bir göz atınca, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Eee tabii, adam artık üstün zekâ timsali milletvekilleri, bakanlar, olursa bir de başbakan ve cumhurbaşkanıyla oturup- kalktı mı keyfinden de, egosundan da geçilmez. Çevirir üniversiteyi bir malikâneye, oturur kendisi de tahta, gel keyfim gel... Diline de bazı dönemler bir ‘hazretler’, bazı dönemler de bir ‘devlet büyükleri’ lafını doladı mı, al sana idarecilik! Bu durum, o dilinden düşürmediği devlet büyüklerini ‘mal’ olarak görmesinden ziyade, daha çok kendini onlara bir ‘mal’ olarak sunmasından kaynaklanır. Bir de, o büyükler birbirleriyle kavgaya tutuşmaya görsün. Bir anda, gözüne araba farı vuran tavşanın afallaması misali, asıl kendisinin nasıl bir ‘mal’ olduğunu cümle âleme gösteriverir... Oraya yanaşsa burası, buraya yanaşsa orası... Velhasılıkelam, ‘tek kullanımlık’ bir şeyi anımsatmak zor iş...

 

 

AL TAŞRAYI VUR KARŞIYA

 

Şimdi, buram buram Anadolu kokan taşra üniversitelerini eleştirdik diye bize gönül koymasınlar mı? En iyisi mi biraz da genelden bahsedip, yüklerini hafifletelim. Nerede kalmıştık?

 

Bugün hâlihazırda sosyal bilimler ile meşgul olan ‘ilim-irfan’ mensuplarının, Erdoğan ve yapıp ettikleri karşısında dile getirdiklerinin bir türlü karşılık bulamamasının gerekçesi nedir? Buradaki kastım, bu çevrenin, olacakları sonradan yorumlayacak bir ‘meziyet’ sergilemesi değildir. Hoş bunu ne kadar becerdikleri de ayrı bir tartışma konusudur ya! Yani, hem olacakları henüz öncesinde ortaya koyup, buna dair güçlü bir öngörüde bulunmanın, hem de bu öngörüler çerçevesinde geleceği dizayn etmenin birçok eksiğine sahibiz. Nihayetinde de mesele, Marx’ın yıllar öncesinde felsefeye getirmiş olduğu eleştirilerin bugün birçok sosyal bilim dalı için genel-geçer bir hâle bürünmüş olduğuna işaret ediyor: “Felsefe bugüne kadar dünyayı sadece yorumladı, önemli olan onu yorumlamaktan çok değiştirmeyi amaçlamaktır.

 

Ülkece, tabiri caizse burnundan kıl aldırmayan ve her birinin, kendinin sanki dünyanın en önemli işini yaptığına kanaat getirdiği bir bilim insanı profiline sahibiz. Ama gel gör ki, bu önemin kerameti sadece kendinden menkul. Bir nevi, karanlık bir kuyunun dibine düşen kurbağanın, gökyüzünü sadece kuyunun ucu sanması gibi...

 

Evet, yine başa dönersek, Erdoğan ve nasıl bir ilişkinin parçası olduğu meselesinin bugüne değin tatmin edici bir şekilde ele alınmadığı fikrindeyim. Aynı şekilde, onca hercümerce rağmen AKP ve Erdoğan’ın hâlâ yerli yerinde duruyor olmasının ve bunun da yanı sıra başarılarını devam ettirmelerinin nedenlerinin yeterince anlaşılmadığı kanaatindeyim. Burada beni asıl ilgilendiren, olanı yorumlamak değil, neden bu şekilde olmaması gerektiği hususunda rasyonel bir aklın hâlihazırda halen sözkonusu olmamasıdır. O yüzden de, yok şöyleydi, böyleydi, öyleydi’li cümlelerin pek bir kıymet-i harbiyesi kalmadı gibi. Mesele yorumlamaksa şayet, bunun için akademik unvanların kibrine de, sahte tevazuuna da gerek yok derim.

 

Kimse kusura bakmasın falanca yerdeki hamalla, filanca yerdeki köylünün gerçek ile olan temasları birçoğumuzdan daha güçlü. Bir hocamın da ifade ettiği gibi, ‘sabah üniversiteye gelip akşam lüks semtlerdeki evlerine giden’, hadi bilemediğiniz, yılda bir iki proje ile toplumun arasına karışıp, üç beş anketle sosyologluk ve de siyaset bilimcilik yaptığını sananların yoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Toplumu anlamak sadece bundan ibaretse, bu bölümler tasını tarağını toplayıp ‘dükkânlarının anahtarını Konda ya da A&G gibi araştırma şirketlerine bıraksa daha iyi olur derim. Esasında, bu durumdan en çok rahatsız olanlar da, yine bu disiplinler içerisinde çalışmalarını yürüten ve yukarıda bahsettiğim çoğunluğun dışında kalan ve bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar az olan bilim insanlarıdır. Hadi bilemediniz, biz bir de ayak parmaklarını ekleyelim!

 

Not: Hacettepe Üniversitesi rektörüne bir kez de buradan çağrıda bulunuyorum. Kampusun üzerinde uçup duran askerî helikopterlerin varlığından ziyadesiyle rahatsızız, STOP. Hava sahamızı askeriyeye kapatın, STOP. Netice burası ‘da’ bir üniversite, STOP!

 Yalçın ÇAKMAK

*Hacettepe Üniversitesi, Tarih Bölümü