Bir sabah uykunuzun en tatlı saatinde şiddetle sarsılmış ve savrulmuş bir şekilde, üstünüzde bilmediğiniz, can yakan bir ağırlıkla gözleriniz açılır. Ne olduğunu anlamaya bile vaktiniz olmaz. Ağır betonların altında kalmışsınızdır. Kısmen ezildiğinizi anlamadan önce üşür ve titremeye başlarsınız. Hissetme duygunuz azalmıştır. Yolun sonuna doğru geldiğinizi düşünür ilk sevdikleriniz aklınıza gelir. Yaşadıklarınız bir film gibi gözünüzün önünden geçer. Dünkü yaptığınız verimli sohbetleri hatırlarsınız. Sonra küçük şeylere kızıp kalbini kırdıklarınız eklenir... Onlara sarılmak istersiniz de kucağınızda olan sadece evinizin yıkılan soğuk bir kolonun parçasıdır. Sevdiklerinizin varlığı size güç verse de yine de hareket edemezsiniz. Damağınız kurur. Nefesiniz daralır. Bir damla su ister diliniz. Ama sadece yerinizi ve yaşlarınızı hissedersiniz. Gözyaşlarınızla beraber, sızan kan, ter, toz, toprak ve tuz, ayazla birleşip yaralarınızı deşer... Sırtınızda derin bir yaranın dayanılmaz ağrısı, bir mızrak yemiş gibi hissettirir. Ama siz o yarayı göremezsiniz. Sadece canınız yanar. Zaten hissetme duygunuz da gittikçe azalmıştır. Uzaktan belli belirsiz ugultular duyarsınız. Sırtınızdan akan ter ve kan sıcaktır. Ama siz üşümeye devam edersiniz. Can havliyle bir yerlere tutunmak için elinizi güçbela uzatırsınız. Elinizden tutan olmaz. Daralmış nefesinizle son bir umutla sesinizi duyurmak istersiniz. Duyan olmaz. Zifiri karanlık, sussuzluk, üşüme, titreme ve kabus gibi üstünüze çöken enkazın altında hiçbir şey yapamadan donarak ya da kan kaybından ölümü beklersiniz. Son bir umutla derin bir nefes almak istersiniz ama ciğeriniz acır. İşte o zaman ölümcül çaresizliğin ne olduğunu bilirsiniz. Gözleriniz kapanır ve bir daha uyanmamak üzere derin uykuya dalarsınız. Sonra aniden bir çığlıkla kan - ter içinde uyanırsınız. Gözleriniz nerede olduğunuzu anlamaya çalışır. Sıcak ve yumuşak bir yatakta olduğunuzu anlayıp bedeninize dokunursunuz. Ellerinizin eksik birşeyleri aradığını farkedersiniz. Acısız derin bir soluk alırsınız. Antakya'dan Tunceli'ye geldiğinizi hatırlarsınız. Sonra sizi sevgiyle kucaklayan insanları hatırlarsınız. Dudaklarınızı ısırırsınız. Her gün kabuslar görüp gözyaşlarıyla uyanmak içinizi acıtsa da sizi anlayan, acınızı, kayıplarınızı hisseden, güzel kalpli Tunceli insanları, yalnız olmadığınızı hissettirir. Yüreklerini ortaya koyan Tunceli insanları tüm acılarına rağmen hayatın devam ettiğini sizlere bir kez daha gösterirler. İç dunyanızda derin bir acı ve umutsuzluk içinde, garip bir umut hissedersiniz. Ruhunuzdaki depremin acısı ve tüm kabuslarınız azalmaya başlar. Yaşadığınız memleket Antakya, tarihte 7 defa yıkılmış ve 7 defa ayağa kalkmıştır. Antakya size, o memleketin bir çocuğu olarak yeniden ayağa kalkmayı öğretmiştir. O sebeple tüm karanlıklara rağmen geleceğe umutla bakarsınız.