"Önlem Aldık, Korkmuyoruz! -1 "

Deprem, dünya var olduğundan beri var, olağan, olacak olan. Bizi korkutan ise deprem değil, depreme hazırlıksız olduğumuzu düşünmek…

13 Haziran tarihini Birleşmiş Milletler dünya afet risklerinin azaltılması günü ilan etti. Endonezya'dan Hindistan’a, Çin’den İtalya’ya, Tayvan’dan Amerika’ya birçok devlet kolları sıvadı. 

Biz ne durumdayız, aslında mikro ölçekte Tunceli ne durumda?

Oraya gelmeden önce depreme nasıl hazır olunur?

Tunceli’nin jeolojik yapısı, depreme uygun şehirleşme, zemine uygun yapı inşası, kurumların sorumlulukları, kişilerin ev alırken sorgulaması gereken hususlar, yani depremin afete dönüşmemesi için dikkat edilmesi gereken önemli parametreler..  Tabi ki benim bir inşaat mühendisi doçenti ve konunun uzmanı olarak bu konuda sizlere söylenecek çok sözüm var, bu yazı dizisi ile  hafta hafta hepsini konuşacağız. Ancak bu hafta bu serinin ilk yazısı olarak teknik bir noktadan başlamayacağım. 

İlk sorumuz şu: Depremden nasıl korunmalıyız?

Öncelikle ahlaklı olunarak…

Ne alakası var demeyin? Her durumda olduğu gibi, deprem gibi doğal afetlerle başa çıkmak da, ancak büyük ölçüde toplumsal ahlak ve sorumluluk bilinciyle mümkün olabilir. Ahlak, bireylerin ve toplumların doğru ile yanlışı ayırt etmesini sağlayan ve aldığımız kararları yönlendiren temel bir duygudur. Peki, ahlakın deprem hazırlığındaki yeri ne?

Geçtiğimiz aylarda Tunceli’deki insanların uzun yaşamasının sırrı üzerine yerel kanalda İbiş Tan (70) adlı bir amca röportaj veriyordu. Orada o yaşlı amca aklıma kazınan şu sözü söyledi. “ Tereyağı yiyoruz, peynir yiyoruz, gulik yiyoruz, bir de haram yemiyoruz, bu yüzden uzun yaşıyoruz.” diye. Ne kadar doğru değil mi? Haram yemezsek daha uzun yaşayacağız tabi.

“Tunceli’de deprem olacak mı? “ Ancak doğru soru şu: Tunceli’de bu konuda haram yiyen var mı?

Öncelikle Dürüstlük, Şeffaflık, İnşaat ve Mühendislik Etiği: İnşaat sektörü ve ilgili kurumlarda dürüstlük ve şeffaflık ilkelerine sıkı sıkıya bağlı insanlar gereklidir. İnşaat malzemelerinin kalitesinden, bina projelerinin yönetmeliklere uygunluğuna kadar her adımda…

Yani deprem dirençli kentlerin ilk şartı ahlaklı yöneticiler, ahlaklı müteahhitler, ahlaklı mühendisler ve ahlaklı vatandaş yetiştirebilmektir. Etik ya da ahlaki değerler olmadan yasaların yeterince uygulanamadığını görüyoruz. Nihayetinde denetledik zaten, ancak denetleyenlerin ahlaklı davranması gerekiyor.. Denetleyenleri de denetledik, onları  denetleyenleri de denetledik. Devlet şu an onu yapıyor değil mi? Ama yetmiyor. Bu yüzden bu sürecin herhangi bir noktasında kendi sorumluluğunu görmezden gelen ya da kendi ehliyetinin gerektirdiği tecrübe ile karşı çıkma dirayetini çıkarları gereği satılığa çıkaran herkesin kendini ahlaken dara çekmesi gerekmekte.

İkinci nokta, devlet ve yerel yönetimlerin rolü. Tabi ki öncelikli olarak vatandaşlarına örnek olma ve önder olma  görevini yürütmesi gereken devlet ve yerel yönetimler deprem riskine karşı etkin politikalar geliştirmeli ve uygulamalıdırlar. Ancak bu, deprem yönetmeliklerinin sıkı bir şekilde uygulanması, riskli yapıların tespit edilip güçlendirilmesi ve kentsel dönüşüm projelerinin ahlaki sorumluluklarla yürütülmesi anlamına gelir.

Hadi soralım bakalım, İnşaat hakkında hiçbir bilgisi olmadan sırf parası var ve daha çok olabilir diye müteahhidlik yapmasına müsaade edenler burada mı?…

Ya türlü yasal boşluklarla bodrum katları daireye çeviren memleketim müteahhitleri de burada mı? 

Kaç belediyemiz kentsel tasarım ve dönüşüm konusunda kolları sıvadı, işi uzmanına bıraktı? En son ne zaman Belediye Meclis kararları çıkarlar gözetilmeden tartışıldı? 

Yerel yönetimleri seçen bizler, projesine bakarak değil takım tutar gibi oy veren kaç kişiyiz?

Depremde ağır  ya da orta hasar alan binayı bir alt dereceye düşürüp, allayıp pullayıp satılığa çıkaran ev sahiplerini gördük mü? Nerede yaşam hakkına saygı?

Ya vicdanlarımızı paramparça eden o büyük felaket sonrası, kaç kişi fiziki olarak deprem sonrası kurtarma çalışmalarında yardımda bulunabileceğini düşündü, AFAD aracılığı ile kurtarma eğitimlerine katıldı? Peki organ bağışı yapanlar, kaç kişiyiz? Nerede sorumluluk bilinci, yardımlaşma ruhu, tam olarak nerede kaybettik bunları?

Kaçımız ev alırken boyasına manzarasına değil de, sağlamlığını sorguluyoruz?

İşte sonra sorar vatandaşımız enkazın altıdan. 

“Sesimi duyan var mı?” Bu yalnızca bir çığlık değil; hepimize sorulmuş bir soru. Biz onları gerçekten duyduk mu? Yoksa yalnızca kendi çıkarlarımızın yankısını mı dinliyoruz?

Bu çığlık, vicdanlara bir çağrı. Dürüst olmaya, görevimizi hakkıyla yapmaya, başkalarının canını kendi çıkarlarımızın önüne koymaya yönelik bir isyan.

“Sesimi duyan var mı?” Bir enkazın altından yankılanan bu cümle, insanın çaresizliğinin dile gelişi. O enkazı çöktüren sadece taşların ve betonun değil, yılların birikmiş ihmallerinin, duyarsızlıkların ve çıkarcılığın ağırlığı...

Bu çığlık, yalnızca bir yardım isteği değil. O ses, bizi insan yapan tüm değerlerin sorgulanması talebi. 

Enkazın altındaki bir çocuğun “Anne” diye ağlayan sesi, hepimizi sorguya çekmeli: “O bina yapılırken sen neredeydin? Hangi değerlerden vazgeçtin? Hangi sorumlulukları unuttun?”

Cevap vermek için hâlâ vaktimiz var. Birlikte mücadele etmek, birlikte ahlaklı kalabilmek… Bunlar olmadan, hiçbir şey değişmeyecek.

Aslında bu konuda verecek çok örnek ve söyleyecek çok sözüm var ama hepsini bugüne ve bu köşeye sığdıramam. O yüzden haftaya daha bilimsel bir anlatım ve teknik konularla bu konuya başlayalım. Serinin devamı için beni takipte kalın dostlarım.

Ve değerli görüşlerinizi @BerivanYP twitter hesabımda (Doç. Dr. Berivan YILMAZER POLAT) benimle paylaşın.

Unutmayın, önlem alacağız ve korkmayacağız.