Mes’ele: Kızılbaş taifesinin şer’an kıtali helal olup, katl eden gazi ve Kızılbaş taifesinin ellerinde maktul olanlar şehid olurlar mı?
Elcevap: Olur, gaza-i ekber ve şehadet-i azimedir.
Yukarıdaki sözlerin sahibi olan kişi, başbakan Erdoğan’ın “kendisiyle gurur duyduğunu söylediği” Şeyhülislam Ebussuud Efendi. Çoğu insan onu, bir aralar yine başbakanın şu meşhur çıkışıyla topa tuttuğu Muhteşem Yüzyıl dizisinde Tuncer Kurtiz’in canlandırdığı rol vesilesiyle tanımakta. Dünden bugüne bu isme en aşina olanların başındaysa, yukarıdaki fetvadan da anlaşılacağı gibi, o zamanlar Kızılbaş bugün ise Alevi olarak adlandırılan topluluk gelmekte. Nedeniyse, Ebussuud’un kendileri hakkında verdiği katliam fetvalarıdır! Olur da bir gün başbakan gerçekten de aklı başında bir Alevi muhalefetiyle karşı karşıya gelirse, o her zaman dilinden düşürmediği “gerekirseli” özür faslına Ebussuud’u da ekleyip Alevilerden özür dilerse hiç şaşırmayın! En azından şimdilik ufukta böyle bir “tehlike” belirmediğinden olsa gerektir ki, modern Cumhuriyetin fetva kurumu olan Diyanet de her defasında ellerini sıvazlayıp, Alevilik ve Aleviler hakkındaki güncel konulara dair ahkâm kesmeyi elden bırakmamaktadır.
Yok saymanın bitevi argümanları
AKP milletvekili Haluk Özdalga’nın cemevlerinin ibadethane olmasına yönelik başbakana sunmuş olduğu teklif, kabuğunu henüz çatlaşmamış bulunan devlet aklı tarafından, malumun ilamı bir tekrarla “yeniden” geri çevrildi. Buna göre, cem evlerini kültürel bir mekân olarak değerlendiren Başbakanın vermiş olduğu cevap ile Aleviliğin sunni İslam refleksleriyle tanımlanmasına bir kez daha tanık olduk. Buna rağmen, söz konusu meseleye yönelik gerçekleştirilen refleksin sadece AKP iktidarı dönemiyle sınırlı tutulup, indirgemeci bir AKP düşmanlığı üzerinden tarif edilmesi de tek başına doğru değildir. Zira şanlı cumhuriyetimizin Osmanlı düşünce dünyasından devraldığı bu “endemik hastalığın” devletin maşası olan Diyanet İşleri tarafından Sunni halka belirli tozlar ile nasıl aşılandığı da göz ardı edilemez. Yıllardan beridir Sunni İslam’ın ideologluğuna soyunan bu kurumun Mustafa Kemal tarafından hangi saikler ile kurulduğu malumdur. Bu aralar Diyanet’e bir de, “ilim dünyasının hakkı yenilmiş yetim evlad” süsü verilen İlahiyatçı “bilim adamları” da kavuştu ki, sormayın. Her gece bir kanalda başka bir eğlencedir almış başını gidiyor!
Mesele malum: Alevilerin ibadethane olarak talep ettiği cem evleri ibadethane midir, değil midir? Bu çevrece kullanılan argümanlar, tamamen iktidar olmanın verdiği rahatlık ile diş geçirdikleri “ötekiyi tarif etme keyfiyetini” yansıtmaktadır: “Alevilik İslam içi olduğu için, cami dışında bir ibadethane kabul edilmesi zinhar yasaktır (vallahi günahtır).” Alevilikten anladıkları da sadece ‘Hz. Ali’yi sevmek’ ile eş değer olduğu için, İmam Şafi’yle ağız birliği etmişçesine ‘onlardan ala Alevi de’ bulamazsınız! Yetmedi mi, bu iddialar hemen “bilimsel icatlar” ile desteklenir ve Hacı Bektaş Veli’yi namazında, niyazında gösteren “Makalat” adlı eser başucu örnekleri arasındaki yerini alıverir. Aleviliğin geçmişinde de zaten cem evlerine rastlanmadığı için, bütün hak arayışları boşa çıkarılır ve hakkını arayan Aleviler de kuru gürültüleri ile çevre kirliliğine neden oldukları için, ya dış mihrakların elinde bir piyon ya da yine bu mihrakların uzantıları olan Sol’un kandırdıkları “din kardeşleri” oluverirler. Hal böyle olunca da bir de bakarsınız ki, ortada zaten Alevilik diye bir sorun da aslında hiç olmayı vermiştir!
Başından belirtelim, bu iddia sahiplerince dile getirilenlerin, ne bilimin ahlakıyla ne de insanlık vicdanıyla uzaktan yakından bir alakaları yoktur. Neden mi?
Kimse kusura bakmasın, taraf oldukları apaçık belli olan devlet yetkilileri ve onlara organik olarak bağlı bulunan bu kurumların, Alevilik ve onun nezdinde diğer inançları tarif etmek gibi bir hakları yoktur. Bir inancın mensuplarını iktidar aklıyla değerlendirip nitelendirmek, o inanca dair tarihsel ve sosyolojik gerçekliği yok saymakla eş değerdir. Özellikle de bunu yaparken söz konusu inanç (Alevilik) içerisinde bir çatlak yaratıp buradan resmi söyleme alan açmaya çalışmak, doğrudan o inancın kendisine müdahale etmektir. Alevilik içerisinde önemli bir külte konu olan Hz. Ali ile Hacı Bektaş’a isnat edilen Makalat üzerinden Aleviliğin İslam içi olduğu yönünde yapılan değerlendirmeler, Alevilerce talep edilen cem evi istemini alakasız bir şekilde gölgeleme ve en nihayetinde de bu talebi “zorbaca” akıl oyunlarıyla yok saymaktan başka bir şey değildir.
Burada bilerek görmezden gelinen husus, Aleviler tarafından takdis edilen bu şahsiyetlere yüklenilen anlam ile Sunni çevrelerin bakışı arasında koca bir uçurumun olduğudur! Bunun da yanı sıra, bugün bilim çevrelerince Hacı Bektaş’a ait olmadığı hususunda mutabakata varılan bu eser üzerinden Alevileri “doğru yola” sürüklemeye çabalamak hiç de şık bir davranış değildir. Kaldı ki, birebir cem evlerinin Aleviliğin tarihsel geçmişinde bugün ki haliyle var olmaması dahi, kimseye, onları ibadetlerini yapmak üzere camiye çağırma hakkını da tanımamaktadır. Söz konusu mekânlar dün olmamasına rağmen bugün bütün Aleviler tarafından bir ihtiyaç olarak görülüyorsa, “laikliğine” halel getirmeyen bir devletin kendi vatandaşlarına karşı despotça bir yok sayma tavrına bürünmekten ziyade, onların bu ihtiyaçlarını karşılama yoluna gitmesi gerekmektedir. Kendi hukukundaki “laiklik” ilkesini alenen bir inancın korumasına hizmetkâr kılan bir devletin her gün demokrasi naraları atması, esasında demokrasiden şuncağız nasiplenmediğinin de göstergesidir.
Devlete birkaç soru
Bugün haksızlığa uğrayan Alevilerin büyük bir çoğunluğunun kendilerini İslam’ın içinde görüyor olmasıyla, onları İslam içinde değerlendiren devlet aklının aynı anlamlar üzerinden konuştuğu söylenemez. Bunun da yanı sıra, bu inancı İslam dışında farklı bir din olarak değerlendiren Alevilerin olduğu da inkâr edilemez. O halde iktidar ve bilumum taraftarlarının şu sorulara cevap vermesi gerekmektedir: Kendilerini İslam’ın dışında gören Aleviler bir gün gelip de “biz İslam’ın dışındayız ve ibadethanelere ihtiyacımız var. Laik devletimiz bize bunu sağlasın” diye bir istemde bulunduklarında ne olacaktır? İslam’ın dışında olduklarına inanan bu inançlılar zorla İslam içindesiniz yönünde bir dayatmayla yok mu sayılacaktır? Ya da “Diyanet ve İlahiyatçı alimleri” derin bilimsel araştırmaları ile böyle bir inancın olmadığına mı kanaat getirecektir? Öyle de olursa şayet “Kızılbaşları sapkın olarak değerlendirip, onları İslam dışında gören Ebussuud Efendi’nin kemikleri mezarında sızlamayacak mıdır?”
Diyelim ki Alevileri bir şekilde yok sayıp, ötelediniz. Yarın ola ki bu topraklara barış geldiğinde, başbakanın Zerdüşti olarak nitelendirdiği insanlar dağlardan aşağı inip “evet biz Zerdüştiyiz ve ibadethanelerimizi istiyoruz” yönünde bir talepte bulunurlarsa onları da, “Zerdüştlük İslam içidir, ibadethanesi de camidir” şeklinde mi oyalayacaksınız? Yoksa bin yıllık bir macerası bulunan “Zerdüştlük diye bir din yoktur mu” diyeceksiniz?
Yalçın Çakmak, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü