İsa’dan 500 sene evvel, Doğu’da Hahamaniş adlı bir imparatorluğun yıldızı yükseldi. Günümüz İran’ından başlayarak tüm Ortadoğu’yu ve sonra Libya’ya kadar olan tüm toprakları Tanrı “Ahura Mazda” adına ve “Ahura Man”a karşı egemenlikleri altına aldılar.
Medeniyetin Beşiği olarak Historika’nın bize öğrettiği bereketli toprakları, ünlü asma bahçelerine sahip Babil kulelerini, Yahudiye ve İsrael topraklarını, Hicazı, Yemen’i, Antik Mısır’ı ve Libya’yı Tanrı “Ahura Mazda” adına ele geçirdiler. Ancak haklarını yememek gerekir ki, hiçbir halkın ne inancına ne tanrılarına ne Rab’lerine ne de heykellerine zarar vermediler.
İşte Bu “Hahameniş” Hanedanı içerisinden, ismi Zazaca’da kulağa yabancı gelmeyen “Daraweş” adlı Şahinşah ( Şahların Şahı ) Batı’ya, bugün bizim “Antik Yunan“ dediğimiz medeniyete gözlerini dikti. Şimdi sıra onlardaydı. Onlarda, Perslerin gücünü görmeli ve yeşil, beyaz, kırmızı renkli Pers bayrağına boyun eğmeliydiler.
Antik Yunan’ın Ege’de ki şehir devletleri çetin ceviz çıkmıştı, kendilerinden beklenilmeyecek bir şekilde ismine “Darius” dedikleri Pers Kralına karşı savaşıyorlardı. İyon devletçiklerine, karşı kıyıda ki Atinalılar lojistik destek yolluyor ve Batı’nın Kapısını Perslere karşı koruyorlardı. Darius, hırslı bir Şah’tı. İyon direnişine aldırmadı, çoğu İyon devletini kendisine bağladı. Atina önlerine ise damadını yollayarak (damat, diye geçemeyin… Damatlar, devletler tarihinde her zaman mühim roller oynamıştır) Marathon denilen yerde büyük bir cenge sebep oldu. Atinalılar, Tanrılarının yardımıyla imkansızı başarmış, kendi zamanlarının süper gücünü Marathon’da yenmişlerdi. Marathon savaşının sonucunu Atina’ya duyurmak için bir Atina askeri 42 km boyunca hiç durmadan koşmuş, Atina’ya vardığında Persleri yendiklerini söylemiş ve yorgunluktan yığıldığı yerde canını Zeus’a teslim etmişti.
Antik Yunan Batı’ydı ve de kazanmıştı.
Ancak Darius’tan sonra oğlu Serxas’ta boş durmadı. Batı’ya karşı milyonlarca Persli savaşçıyı seferber etti ve Ege kıyılarına dayandı. Binlerce saldan köprü yaptı ve Çanakkale boğazını ordusuyla geçmeye çalıştı. İlk seferinde başarısız olunca, Tanrı “ Ahura Mazda” adına denizin kırbaçlanması emrini verdi ve Ege Denizi günlerce (şaka değil, gerçek) Pers askerlerince kırbaçlandı. Deniz duruldu, ordular Helen topraklarına geçti ve Sparta Sovyetlerini de Atina Demokrasisini de Pers ordusu ezip-geçti.
Antik Yunan ve Batı bu sefer kaybetmişti. Ancak bir konuda şanslıydılar çünkü Persler, ne onları, dinlerini değiştirmeye zorladı ne de Yunan Tanrılarıyla kavgaya tutuştular. Pers/Hahameniş Topraklarının her yerinde olduğu gibi geniş bir dini liberalizm içinde varlıklarını sürdürdüler.
Taa ki… Büyük İskender çıkana değin… M.Ö 300’lü yıllarda Aristo’nun öğrencisi olan İskender adlı genç delikanlı Batı’yı temsil adına Doğu’ya ordusuyla yürüyordu. Bu kez karşısında cesur bir Pers Şahı yoktu. 3.Darius savaşta ordusunun yenildiğini görünce kaçmıştı ancak kelle avcılarından kurtulamamıştı. İskender, büyük bir zafer sarhoşluğuyla Babil’e girdi. Darius’ın kız kardeşleriyle evlendi ve bu evlilik yoluyla Doğu-Batı Sentezini yaratmayı hedefledi. Ancak bu evlilik dahi İskender’in, Pers İmparatorluğunun başkenti Persepolis’i yakıp-yıkmasına mani olamadı. İskender, 2 asır önce yanan Atina ve Sparta’nın intikamını almış ve modern İran Tarihçiliğinin kendisine “ Pis İskender” demesine yol açan süreci başlatmıştı.
Batı, Doğu’yu mağlup etmişti. Durum şimdi 1-1 berabereydi. Ancak çok geçmeden tarih sahnesine Doğu’da Partlar batıda ise Romalılar çıkmıştı. İskender’in Doğu-Batı Nizamı yıkılmıştı. Çok Tanrılık ve Dini Liberalizm devam ediyordu ancak Doğu ve Batı’nın mücadelesi kaldığı yerden devam ediyordu. Romalılar Batı’da küçük bir köyden yola çıkarak tüm Akdeniz’e ve Kartaca’ya hükümran olurken, Partlar ve onların halefleri olan Sasaniler de Orta Asya’dan Mısır’a kadar uzanan Ortadoğu’yu ( kime göre Orta ?) kontrol altına almaya başlamışlar ve zamanla Doğu ve Batı’nın savaşı kaçınılmaz olmuştu.
Roma- Part/Sasani savaşları yüzyıllar sürmüştü. Ancak zaman geçtikçe bu mücadele sahasında kaybeden en önemli şey ise “dini liberalizm” olmuştu. Roma artık İsa’nın ülkesi ve Yahudi düşmanıydı.
Sasaniler ise “Ahura Mazda ” adına, sıradanlığın “ Zerdüştlük” olarak adını bildiği dini; başta Hay’lar olmak üzere tüm farklı inançlara dayatıyorlardı.
Milattan sonra 400’lerde Doğu ve Batı savaşında artık ilk kaybeden zayıf Tanrılar, barışçıl inançlar ve ilahlardı. Ve tabii ki birde itibardı. Çünkü Roma İmparatorlarından Valerius , Part’lar tarafından esir alınmıştı. Durum böylece 2-1’di…Doğu yine Batı’ya galip gelmişti.
Milattan sonra 500’lere gelindiğinde Batı’da gelişen Yahudi Kilisesinin temelleri üzerine kurulan Hristiyanlık, Nietzsche’nin deyimiyle Antik Yunan ve Roma’nın ruhuna Fatiha okuturken,
Doğu’da ise Sasani Hanedanı soyluları arasında sonu gelmez taht savaşları ve dinsel hoşgörüsüzlüğün tavan yapması sonucu Maniciler/Mazdekiler dahil tüm rakip inançlar kaçıp-sığınacak kaleler arıyordu kendisine.
Milattan sonra 600’in ilk çeyreğinde Sasani Orduları bir gece ansızın Kudüs’e girip, “Gerçek Haç” dahil Hristiyanlığın tüm kutsal eşyalarını yağmalayıp, İran’a kaçırdılar. Batı dünyası büyük bir şok içindeydi. Kudüs’ün yağmalandığı ve Gerçek Haç’ın Sasaniler tarafından alıkonulup, götürüldüğü haberi, Konstantiniye’de öğrenildiğinde Kiliseler derin bir mateme bürünmüşlerdi. Batı, Gerçek Haç’ın kurtarılması için savaşmak yerine diplomasiyi seçti ve bunda başarılı da oldu. Bir şekilde ( büyük bir maddi bedel karşılığında ) Roma, Gerçek Haç’ına kavuştu. Ancak O Gerçek Haç, o travmadan sonra bin-bir parçaya bölünüp yeryüzünde ki kiliselere zamanla dağıldı yada dağıtıldı. Ancak Roma İmparatoru Herakles çok geçmeden, Sasani topraklarını yakıp-yıkarak Batı’nın intikamını aldı ve Sasaniler’in çöküşünün zeminini hazırladı. Bu sefer de Batı galip gelmiş ve Doğu’yu temsil eden Sasaniler yenilmişti.
M.Ö 500’lerden M.S 600’lere kadar çeşitli aralıklarla süren Batı ve İran arasında ki savaşı; Hristiyanlık gibi Sümer-Babil-Yahudi Kilisesinin temelleri üzerinden yükselen İslam sona erdirmiş. Ve Halife Ömer’in orduları Batı’nın amansız Pers Rakibini 1979’a kadar tarih sahnesinden indirmişlerdi. 1979’da ise İran, tekrardan Batı’nın rakibi olarak tarih sahnesine çıktı.
Batı’yı şimdi Antik Yunan, Antik Roma, Hristiyan Roma değil Amerika Birleşik Devletleri temsil ediyordu. İran’da ise 2500 yıldır yönetimde olan Şah yoktu artık… Şah’ın yerine Ayettullah ünvanlı bir Şii din adamı vardı.
Sasani Zerdüştlüğünün Ruhban sınıfı, 1979 yılında farklı bir dinle asırlar önceki yönetimde ki güçlü konumlarına geri dönmüştü. Onları, durduran tek güç Safevi Şahlığının Dini-Politik gücüydü. Ancak 1722 yılında Safevi Şahlığı da sevapları ve günahlarıyla İran siyasetinde yok olduğunda, Safevi Hanedanının karizmatik dini-politik otoritesinin boşluğunu, tüm İran şehirlerinde Çarşı Esnafıyla sıkı bir işbirliği içinde Şii Mollalar doldurdu. Ve iki yüzyıl boyunca yükselişini sürdüren Şii Molla Hareketi, 1979’da hem İran hem de Dünya tarihinde kan ve barut kokusuyla yerini aldı.
Ahura Mazda’nın yerini Allah, Ahura Man’ın yerini ise Şeytan almıştı. Ve laiklik, demokrasi ve insan haklarına zerre kadar önem vermeyen Humeyni’ye göre şeytan da ABD, İsrail ve Saddam gibi Arap Milliyetçisi diktatörlerdi.
2020 yılının ilk günlerine girdiğimizde ise ABD, düşman rejim olarak gördüğü ve terör örgütü olarak adlandırdığı İran İslam Cumhuriyeti’nin Devrim Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’yi, Şii Irak’ın Şii bölgesinde öldürdü. İran ise “düşmanca saldırı olarak” adlandırdığı ABD’ye karşı misilleme yapacağını resmi olarak duyurdu. Ve şu an ortada ki manzara, 1914 yılında Saray-Bosna’da Rusya destekli bir Sırp Milliyetçisi tarafından öldürülen Avusturya İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Ferdinand ve eşinin ölümünün sonuçlarından daha ciddi vaziyette.
1979’da İran’ın Batı ile olan Uzun Barış’ı bittiğinde dünyanın dengesi alt-üst olmuştu. Ve şimdi yine köklü bir alt-üst oluşa Batı ve İran hazırlanıyor. Savaşın sonu ne olursa olsun ortaya çıkacak manzara şimdikinden çok daha kötü olacağı kesin. Doğu ve Batı arasında sıkışan Trakya ve Anadolu ne olacak peki?