Denilir ki ulu kuvvet, yaratıcı güç, Ulu Allah arşı kürsü, yeri göğü, karayı denizleri yarattıktan sonra bir de insanoğlu yaratmayı düşündü. Ve bu düşüncesini daha evvel yarattığı meleklerine söyledi. Fakat melekler buna razı olmadılar. Yaratılacak insanın yeryüzünde huzursuzluk çıkaracağını buna gerek olmadığını söylediler. Hatta şairler, bunu şiirsel olarak da dillendirmişler. Allah diyor ki,
Ben bir insan yaratmak
Yeryüzünde çoğaltmak
Fikrini beslerim
Sizlerden o insana sevgi saygı isterim.
Melekler de diyor ki ey yerleri gökleri yaradan Allah’ımız, yeri kaplarsa fesat, göğü kaplar ahımız. Cenabı Allah insanı yarattı. Ve bu yaratılan insan henüz yaradılışının ilk yıllarından kardeş kardeşi öldürdü. Kabil Habil’i öldürdü. Ve o gün başlayan öldürme neredeyse bir kahramanlık kaynağı, bir gelişmişlik düzeyi nişanesi, bir geçim kaynağı olarak medeniyet düzeyi anılarak dünyayı kasıp kavurdu.
Bu olumsuz gidişat bütün hızıyla devam ediyor. Güya yeryüzünün halifesi olarak yaratılan Ademoğullarının elinden gelen bütün güçleriyle dünyayı tahrip ediyor. Bütün canlı cansız varlıklar Adem denilen halifeden adalet değil de zulüm görüyor. Acı çekiyor; perişan oluyor. Medeniyet denilen çirkef torbanın insanlığının başına karabasan gibi çöktürdüğü çok ama çok tablonun karşısında insanoğlunun düştüğü şu çaresizliğe bakın.
İnsanlık alemi çaresiz; zar ağlıyor. Eğer o zalim halife insanoğlu atom bombaları, nükleer başlıklar, dünyanın bir ucundan bir ucuna giden füzeler yapmasa idi bunun yerine çok basit olan beş santimetrekare olan bir maske yapsaydı insanoğluna daha iyi hizmet yapmış olmaz mıydı?
Fen veya ilim denilen o bilgi ve becerilerini adam öldürmek için değil de Adem’e yararlı tarafta kullanılsaydı bugün virüs denilen gözle görülmeyen bu illet karşısında bu kadar acze düşmezdi. Bu virüs denilen varlığın bataklığını yaratan o medeniyet denilen çalışmalar yaratmıştı.
Bunu iki kere ikinin dört ettiği kadar herkes bilir. Bataklık olmazsa sivrisinek üremez. Bu virüsün yaşayıp vücuda geldiği bataklık mutlaka bulunup kurutulmazsa daha çok ağlayan eşler, anneler, evlatlar, torunlar, akıbeti belirsiz bir ateşle insanoğlu karşı karşıya kalmış, hastaneye girilmez, radyasyon var, sokakta geziyorsun baz istasyonu, şehre iniyorsun kömür, egzoz dumanları, kırk günde tavuk kesiliyor, inek günde yirmi kilo süt veriyor, sebzenin rengi görünümü güzelleşti ama tat değişti. Köylerden mera ve arazilerden bol bol su kaynakları var idi. Hepsini topladık borulara soktuk. Getirip musluklardan akıttık. Arazideki böceği, yılanı, kurdu, kuşu susuz bıraktık. Şimdi de yüz yüz elli metre derinliklerde su aramaya başladık. İşte halife insanoğlunun yarattığı zeminden canlanıp var olan bu virüs denilen belaya duçar olmuş çareler arıyoruz.
Allah yardımcımız olsun.
Şıx Delili Berğecan Evlatların HÜSEYİN ERDOĞAN