Her şeyin birde, birin her şeyde olduğu; fiziksel evreni büken, elektron gibi aynı anda her yerde olma becerisine sahip bir düş gücü devreye girebilir mi? Böyle bir düşün denklemi var mıdır acaba?
Hawking diyor ki: “Eğer zamanda yolculuk mümkünse, gelecekten gelen turistler nerede?” Söyleyeceğim şey muhtemelen Hawking’e hakaret olacak ama “Evrim varsa şimdiki maymunlar neden insan olmuyorlar” sorusunu soranların da aynı mantıkla hareket ettiğini düşünüyorum.
Düş kurmayı seviyorum. Olmayacak yerlerden olmayacak fikirlerle çıkmayı da. Gelin birlikte serbest çağrışım yapalım. Fiziğin temel yasalarından biri diyor ki her şey dağılmaya ve onu oluşturan parçalara ayrılmaya mahkumdur. Çok büyük kütleye sahip sönmeye yüz tutmuş bir yıldızın kendi kütle çekimi altında sıkışıp patlamasıyla, dış katman uzaya savrulurken yıldızın merkezi çökerek bir kara deliğe dönüşüyor değil mi? İlk patlama ait olduğu evrene doğru oluyor, peki sonrasında gelen çökme ne tarafa ve nasıl gerçekleşiyor? Hiçi esneterek hiçe doğru. Şöyle düşünelim, biz sayfanın bu tarafındayız, öteki yüzdeki çöküntü bizim sayfamıza düşüyor ve bu devasa yıldız enkazının parçacıkları hiçin içine doğru (iç neresiyse artık burada) yayılmaya başlıyor. Üstelik bu iç öyle kuvvetli bir çekime sahip ki onun olay ufkundaki ışık kara delikten kaçamayıp sonsuza kadar orada hapsoluyor. Bundan sonrası için bütünün parçalanarak kendi bileşenlerine, bileşenlerin parçalanarak kendi parçacıklarına dönüştüğü şeklinde devam eden bir süreç hayal edelim. Buradan hareketle bizim evrenimizi oluşturanın aslında bir yıldız çöküntüsü olduğuna inanabiliriz. Biz ise gerçekten yıldız tozu oluruz o vakit. Her şeyin durmadan birbirine dönüştüğü bu sarmalda, gelecekten gelen turistler neredeler diye sorulunca nereye bakmamız gerekiyor? O zaman işte yeryüzüne düşen ilk canlılık belirtisi gelecekten gelen turist olur. Bizim daha gelişkin versiyonlarımızın devasa uzay gemileriyle gelmesini beklemek nafiledir. Ama bütün maksat canlılığın devamını sağlamaksa bu doğrudur. Ya maksat o da değilse?
İnsan bilgisinin genel tıkanıklığı, varsayımın yanlışlığından gelir. Bilim ve felsefenin, iki bin yıl hareket yerine durağanlığı koyması buna en güzel örneklerden biridir. Eğer zemini masa kabul ederseniz toprağı ıskalarsınız. Zemin her daim bir başka katmana seyrelebilen bir yapıda olmalıdır ki üzerine bastığınızda sizin de orada kalıcı olmayışınız açıklanabilsin. Kalıcı ve ebedi olma isteğindeki insanın hikayesi ise hep hüzünlü bir sonla bağlanmaktadır. Freud eline cinselliği aldığında onunla her şeye bir açıklama buldu; elindeki çekiçle hem çivi çakan hem kalp ameliyatına giren bir cerrah gibi. Aslında durum çoğu zaman o kadar abestir; ama anlaşılmasının zamanı hemen oracıkta gelmez. Oysa sadece rastlantısallık dahi bu olasılıklara her daim gebe değil midir? Canlılık tam da bu noktada yeniden cansız olana dönme eğiliminde? Velhasıl canlılık da sona erer.
Konumuz zamanda yolculuktu değil mi? O zaman hazır fizik konuşuyorken ışıktan söz etmesek olmaz. Evrende bilinen en yüksek hız -eğer yeni bir güncelleme gelmediyse- ışık hızı. Herhangi bir madde ışıktan daha hızlı hareket edemez. Zaten madde ışık hızına eşdeğer hıza ulaştığında ise tamamen enerjiye dönüşüyor. İşte maddi dünyanın bu sınırlılığını aşan şey düş gücüdür. Bir yılanın kendi bilincinde 50 milyon yıl öteye bir adım atıp geri dönmesinin -öte burada ileri ya da geriyi tarif etmemektedir, çünkü zaman doğrusal akmaz- ışık hızı ile ölçülür bir değer yaratacağını düşünmüyorum. Çünkü kilo ile alıp metre ile satan bir hırdavat dükkanının hesabı kadar karışmaya başlıyor burada her şey. Işık hızını da yakalasan, bir ölçeğin üzerinden belli bir mesafeyi katettiğin için, hep bir sınırlılık ile baş başa kalıyorsun.
İki nokta arasındaki en kısa mesafenin çizgi olduğunu biliyoruz ama evrenin bükülebilirliği fiziği solucan deliklerini düşünme noktasına getirdi. Yani bir sayfayı ikiye katlarsanız iki nokta arasındaki en kısa mesafe artık bir çizgi olmuyor. Kalemle ikiye katladığınız kağıdı delip karşıya geçebiliyorsunuz. Böylece bilindik anlamda mesafe, diğer bir deyimle yol ortadan kalkıyor. Yalnız burada da mutlaka hatırlamamız gereken bilgi, ışığı oluşturan fotonların bir yaşının olmamasıdır. On üç milyar yıl öteden gelen ışık da yola çıktığı ilk andaki hali ile bize ulaşır. Eğer yol yolcuyu dönüştürmüyorsa bizim bildiğimiz anlamda yolun aslında hiç olmadığından söz edebilir miyiz? Yolcu yolun kendisi olur böylece. Her şeyin birde, birin her şeyde olduğu; fiziksel evreni büken, elektron gibi aynı anda her yerde olma becerisine sahip bir düş gücü devreye girebilir mi? Böyle bir düşün denklemi var mıdır acaba?
Hawking’den yaptığım alıntı ile başladığım yazıyı başka bir yazarla bitireyim. Céline’nin çok sevdiğim kitabının daha ilk sayfasında diyor ki, “Bizim yolculuğumuz ise tümüyle düşseldir. Gücünü buradan alır. Yaşamdan ölüme doğru gider.” Bir gün bunun bir fizik denklemi için ilk ışık olabileceği aklına gelir miydi bilmiyorum ama ben öyle ummaktan kendimi alamıyorum. Maddenin bilinen bütün sınırlılıklarını aşan bir düş gücü.