Tahsin YÜCEL, Türk Edebiyatı'nın önde gelen çok önemli yazarlarındandır. Daha önce “Yalan” adlı bir romanını okumuştum. Gerçekten güzel ve derinlikli bir eser. Üzerinde çok durulması, değerlendirilmesi gereken emek ürünü bir çalışma. Gerek biçim, gerek anlatım olarak insanı etkileyen, ülkemiz ve dünya üzerine düşünmemizi sağlayan, evrensel bir eser olarak nitelenebilir.
“Kumru ile Kumru” adlı romanı da en az “Yalan” kadar güzel ve etkileyici bir eser. Toplumda insanlarımızın yaşadığı gerçekleri cesur bir anlatımla sergilemektedir. Büyük medyanın desteğini almadan bu nitelemeyi hak ediyor. Bu romanda köy ortamından alınıp, İstanbul'a giden bir kadın anlatılıyor. Kumru Hanım Pehlivan adında bir kapıcıyla evlidir. Evin ihtiyaçlarını gidermek, yükünü hafifletmek amacıyla evlere hizmetçiliğe gider. Kendi çocukları ( ikizleri ) ile bir kapıcı dairesinde kalmaktadır. Gittiği evlerin güzelliği, düzenliliği, zenginliği karşısında şaşkına döner, adeta dengesini yitirir. Hizmetçiliğe gittiği Tuna Hanım'ın evinde buzdolabı doludur, içinde her şey vardır. Dolap boşaldıkça doldurulur. Kendisi de bir buzdolabına sahip olmak ister. Biriktirdikleri ile zor bela bir buzdolabı satın alırlar. Boşaldıkça buzdolabının içindeki yiyecekler yerine konmalıdır. Hizmetçilikten aldıklarıyla yapabildiği kadar dolabın içini doldurmaya çalışır. İçini doldurabilmek için her geçen gün daha çok çalışmak gerekmektedir. Kumru da Tuna Hanım gibi yaşamak ister. Tuna Hanım'ın yaşam düzeyine ulaşmak hem ekonomik, hem kültürel olarak pek kolay olmaz. O şekilde yaşamaya ne ekonomisi yeterlidir, ne kültürü. Tuna Hanım'ın kocası bir mağaza işletmekte, yüksek bir gelire sahiptir.
Eve televizyon, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi lazımdır. Bütün bunlar ne ile karşılanacaktır? Bunlar birer soru işareti olarak ortada durmaktadır.
Kumru çok güzel, etkileyici bir doğal çekiciliğe sahiptir. Başta Tuna Hanım olmak üzere çevredeki kadın erkek herkes bu güzelliğe tutkundur. Pehlivan da bu güzelliğin farkındadır. Zaman zaman kıskançlığını Kumru'ya belli etmektedir. Kumru'nun eşya tutkusu ailesini felakete doğru sürükler. Tüm kapıcı aileleri ve bulunduğu çevre bu gidişi şaşkınlıkla izlemektedir. Neredeyse kendisi gibi olan ailelerden yaşayış olarak kopmuşlardır. Giderler karşılanamayacak duruma gelmiştir. Karısını çok seven Pehlivan eski işine, İsmail Bey'in yanına geri döner. İsmail Bey bir gazino işletmektedir, O'nun yanında koruma olarak çalışacaktır. Pehlivan kapıcılıktan ayrılır, kapıcı dairesinden çıkarlar bir apartman dairesine yerleşirler. Bu daireye bir çok şey alınır, İsmail Bey'in yardımıyla. Kumru artık Tuna Hanım ve çevresi gibi yaşamaktadır. Migros'tan kredi kartları ile alışveriş yapmakta, tüketimin bir nesnesi olmuştur artık. Bir süre sonra Kumru otomobil almayı düşünür. Okuma yazma bilmemesine rağmen sürücü belgesi alır, direksiyon çalışması yaparak otomobil kullanmayı öğrenir.
Kendisine Peugeot marka otomobil alınır. Peugeot ile her yere gitmekte, farklı bir atmosferde yaşamaktadır. Otomobil Kumru için her şey olup çıkmıştır. Yanına kimseyi yaklaştırmaz, mahallenin çocukları bile yaklaşamaz. Bu otomobil yüzünden diğer kapıcı aileleriyle araları bozulur. Otomobil sık sık çocuklar tarafından çizilir. Otomobili çizen ailelerin çocuklarını korkuturlar yine olmaz. Pehlivan kapıcı ailelerinden bazılarını evlerinde çok kötü döver.
Pehlivan gazinoda koruma olarak çalıştığı için bazen iki üç gün eve gelmemektedir. Yine gecikmiştir, kimseye de haber bırakmamıştır. Bir süre sonra kapının zili acı acı çalar Pehlivan'ı getirmişlerdir arkadaşları. Pehlivan tabanca ile vurulmuştur. Kumru şaşkına döner delirmiş gibi evin içinde döner durur. Hızla evden çıkar, kızını alır otomobili ile İstanbul sokaklarına dalar. Herkesin şaşkın bakışları arasında bu gösterişli yaşam paramparça olmuştur. Eşya tutkusu sonucu ortaya çıkan zengin yaşam ağır bir bedel ödemesine neden olur.
Bir tutkunun esiri olan bu insan hayatını hızla beklenen sona doğru götürmüştür. Reklamlar, televizyonun yönlendirmesi ile kendimiz olmaktan çıkarak zor durumlara düşebiliyoruz. Artık kendimiz için değil, eşyalar için yaşamaya başlıyoruz. Ömrümüz eşyaların taksitlerini ödemekle geçiyor. Yarın ne olacağını bilemediğimiz, kestiremeyeceğimiz sürprizlerle dolu bir yaşam bizi bekliyor. Tabii bu sürprizler çoğunlukla hüsranla sonuçlanıyor. Eşya alma tutkusu, tüketim ekonomisi hayatımızı yönlendiriyor. Kendimiz olmazsak, hızla kişiliğimizi de yitirerek aşınmaya uğruyoruz. Yabancılaşmanın böylesi çılgınca davranışlar yapmamıza neden oluyor. Bazıları bu tüketim çılgınlığının baskısı altında kalıp eziliyor, hiç düşünemeyeceğimiz davranışlar içine girebiliyor. Günümüzün geçerli insanı, tüketim ekonomisine ayak uyduran insan gibi görünüyor. Farklı yaşayış biçimlerinin arayışı içindeki insanlar, var olan sisteme göre gereksiz sayılıyor. Sonu ne olursa olsun anamalcı düzen insanların bu gidişe çılgınca uymasını istiyor. Bizi eşyalar yönlendirmemeli ancak gerektiği kadar almalı tüketim ekonomisinin bir nesnesi olmaktan çıkmalıyız. Düşünen, bireyselliği gelişmiş insanlar ancak kendi olmayı başarabilir.