BİR ANI, BİR ÇAĞRI

 Sene 1995 Mart ayı, doktorlar babama tüberküloz (verem) tanısı koydu. Tedavi için Heybeliada sanatoryumuna yatması gerekli. Bir kaç gün sonra annem, abim ve ben babamı alıp hastaneye götürdük yatış işlemlerini yaptık, yatırdık. Karşılaştığım manzara beni çok etkilemişti. Hastanenin içi konfor olarak çok kötü ve yatan hastaların durumu bir o kadar içler acısı ve birde aramızda deniz var yani ha dedin mi adaya gidemiyorsun... Kendimce bir karamsarlığa kapıldım.  Üstelik tarihe kötü bir miras bırakan bir hastalığa ( vereme) kapılmış babam... Yıllar sonra Yılmaz Erdoğan’ın kelebeğin rüyası filmini izlerken o günler bir, bir gözümün önünden geçti... Film Zonguldak’ta hayat dolu şiir yazıp şiirlerini bir edebiyat dergisinde yayınlatma için çaba gösteren iki gencin daha sonra vereme yakalanmasını anlatır ve o gençler Heybeliada sanatoryumuna yollanır... Ancak gençler hastaneden kaçar ve daha sonra gençlerden birinin sonu hazin olur... Neyse yaklaşık iki ay gibi bir tedaviden sonra korktuğum olmadı babam sağ salim aramıza döndü... Demem o ki o hastanenin ne kadar içi kötü bir durum arz ettiyse doktorların ve hastanenin bulunduğu coğrafi konum verem hastalarının tedavisi için bulunmaz bir mekandı. Sonraki süreçte AKP hükümetleri orayı işlevsiz hale getirtip boşalttılar şimdi duydum ki bu güzelim mekanı diyanet Kurumunun uhdesine bırakacaklarmış. Sağlığın bu günlerde çok önemli olduğu bu durumda bu gibi hastanelere ihtiyaç varken buraları işlevsiz hale getiren AKP.  Şehir hastaneleri yoluyla halkın parasını birilerine peşkeş çekmeye devam ediyor. Sağlık haktır parayla satılamaz, ilkesinden hareketle Geçmişte Anadolu’nun bütün şehirlerinden buraya tedaviye gönderilen hastalar için umut kapısı olmuş,

 Heybeliada sanatoryumuna Türkiye halkının sahip çıkmaya çağırıyorum...