Küçük yerleşim yerlerinde yada kentlerde insanlar hep başkaları ne der diye yaşarlar. Koca bir ömrü başkalarının fikir, akıl ve düşüncelerine göre harcarlar. Aslında o başkaları çoğu zaman toplumun namus bekçiliğine soyunmuş olan; kim kim ile? Falancanın evine biri girdi. Bak o kadın o evden çıktı? O adamın yanındaki kadın kim? Adam malı götürüyor. Şu kadın erkekler ile geziyor.
Hala günümüzde bir kadın bir erkek arkadaşının evine gittiğinde acaba beni görenler hakkımda ne düşünürler? diye tedirginlik yaşıyor. Ya da bir erkek kadın dostları ile oturduğunda veya evlerine gittiğinde tedirginlik yaşıyor. Toplumsal dedikodunun, kapıdan ve pencereden insanların birbirini gözetlediği bir yerde insan ilişkileri sakat yaşanır.
Bu uzay çağında insanlık bilimde, sanatta ve yaşamda çok büyük değişim ve yenilikler yaşarken. Ufak kentlerin küçük insanları; kitap okumak, faydalı işler ve iyi şeyler üretmek yerine zamanlarını bu kirli dedikodular ile harcarlar. Bu durumda ise o toplumu ilerleme göstermesi oldukça zordur. Böylesi durumlar toplumu durmadan geriye götürür. O toplumlarda ne gençler sağlıklı bir ilişki ve aşk yaşayabilirler ne de büyükler güven duygularını geliştirebilirler. Baba kızının peşine takılır hafiye gibi, abi erkekler ile görüşme diye hırpalar kız kardeşini. Koca eşine giysileri üzerinden hakaret eder. Çünkü kadınlar uslandırılmaya itaatkâr kölelere dönüştürülmeye zorlanırlar.
Bir kadın ya da genç kız neyi giyeceğini bile efendilerine sorar. Çünkü onların mutsuz ve kızgın olmalarını istemez. İşi en zor olan kadınlar ise eşinden ayrılmış olanlardır. Çünkü toplum gözünde onlar artık kötü olacak her duruma açık hale gelmişlerdir. En çok onlar gözetim altında tutulur, en çok onlar yargılanır ve en çok dedikoduları edilenler onlar olur.
Bütün bu Sakat yargılar onların hayatlarını hallaç pamuğuna çevirir. Onlar iğneden ipliğe sorgulanırlar. Bir gram mutlu olmalarına izin verilmez. Hem ayrıldığı eşi tarafından rahatsız ve tehdit edilirler hem de toplumun küçük insanlarına hayatlarını teslim ederler. Aman kimseler hakkımda kötü konuşmasın diye düşünerek geri kalan ömürlerini kendilerine zehir ederler. Sevginin ve aşkın bu kadar çürütüldüğü ele ayağa düşürüldüğü, cinselliğin bu kadar tabulaştırıldığı toplumların gizliden gizliye ahlaki bir çöküntü yaşaması tabi ki kaçınılmazdır. Sonra o toplumların bireyleri feryat ederler yaşadıkları ahlaki çöküntüden dolayı. Legaliteye izin vermedikleri bütün şeyler karşılarına derin bir çürümüşlük ile çıkar ve buda illegal yollar ile yaşanır.
Peki, burada birey mi suçlu toplum mu? Bu üzerine çokça konuşulacak ve tartışılacak bir konu. Anlama, algılama ve empati yetisini kaybetmek yargıyı getirir ve o yargı da güzel olan her şeyi çirkinliğe büründürür kanısındayım.