Genç bir kız gazete yerime geldi. Heyecanlıydı. Benden bir şeyler soracağını bekledim. Teklif edilmeden geldi oturdu. Sormamı beklemeden başladı anlatmaya.
“Siz gazetecileri, halkın sorunlarını izleyen, dile getiren, kamuoyunu aydınlatanlar, olarak bildiğim için size geldim” dedi. “Siz bir insanın ekmeğinin, işinin, hatta geleceğinin, elinden alınmasının insana ne kadar acı verdiğini, ne kadar büyük bir haksızlığa yol açtığını bilir misiniz? Ben o acıyı çeken biri olarak size geldim. Benim uğradığım bu haksızlığı, kıyımı da dile getirmeniz için geldim” dedi.
Bakışlarından, heyecanlı, soluksuz anlatımından, zaman, zaman dolan gözlerinden çok üzgün olduğu acı çektiği belliydi.
Adının Emel olduğunu söyleyen kız anlattı. “8 yıldan beri Özel İdare Genel Sekreterliğinde güvenlik elamanı olarak çalışmaktaydım. Mesai arkadaşımla kendi aramızda ufak bir sözlü tartışma sonrası tutanak düzenlendi. Arkadaşıma kurumlar arası yer değişikliği yaptırılırken, bana önce yazılı uyarı yapıldı. Görevime devam edebileceğim bildirildi. Kısa bir süre sonrada bana çalışabileceğin başka bir kurum bul dediler. Benim böyle yasal bir olanağım imkânım olmadığından kurum bulamazdım. Beni görevlendiren şirketten iş çıkışımı vermelerini istediler. Şirket, işlenmiş bir suçu yok diye kabul etmedi. Genel Sekreter, çıkışını vermezseniz. Sizinle olan antlaşmamızı iptal ederim. Tehdidinde bulununca şirket çıkışımı vermek zorunda kaldı. İşime son verilmesinin ardından şirketin isteği ile değil Sekreterin isteği ile makam şoförünün kızını güvenlik elamanı olarak işe aldı. Aldığı elemanda bizim gelinimiz. Benim işime son vermekle kalmayan Genel Sekreter, Aile içi çatışmayı başlatarak bana aileme ikinci daha büyük bir kötülüğü yaptı. Hiç bir kurum amirinin yapmadığı, yapamayacağı keyfiliği, kanunsuzluğu, yaptı.”
Gözlerini gözlerime dikerek, “Bugünün ortamında işsizliğin kol gezdiği bir ortamda bir genç kız olarak geleceğe umutla bakacak bir dünya kurmuştum. Geleceğe umutla bakmıştım. Genel Sekreter, çalıştığım kurumun, devletin yasalarla yönetilen bir kurum değilmiş te, kendi özel kurumuymuş gibi keyfince dünyamı, geleceğimi yıktı. Bu o kadar kolay mı? Size soruyorum” dedi.
“Demek ki kolay oluyormuş” diyemedim. Bakışlarından uzaklaştım. Olumsuz anlamında başımı salladım.
Çok ağlamış olacak ki, ağlamak istediği halde ağlayamadı. Gözlerini kaçırdı. Gazeteciliğimde yaşadığım bir dramın öyküsü gibiydi. Ismarladığım çayı içmemişti. Soğumuştu.
Yeni bir çay söylemek isterken, içeri biri girdi. Yerinden kalkarak “babam” dedi.
Babası da kızının durumuna çok üzülmüş olacak ki, kızını, gölge gibi takip etmiş. Gelmişti.
Babası da anlattı. “Kızımın suçu olduğuna, bu ağır cezayı hak ettiğine inanmış olsak. Hak etti. Diye teselli olurduk. Kızımın suçunu öğrenmek için kuruma gittim. Üç gün üst üste gittim. Genel Sekreter emir vermiş. Beni içeri almadılar. Burası devletin halka hizmet veren halka açık olması gereken bir kurumu, Nasıl vatandaşın kuruma girmesi engellenir. Bu kurum Genel Sekreterin özel kurumu, şirketi değil ki. Keyfine göre yönetsin. Bizi içeri almayınca konuşmak, kızımın suçunu öğrenmek için geçiş yolunda bekledim. Beklediğimizi görünce, polis çağırmış. Polis geldi. Karakolluk olduk. Mahkemelik olduk. Kızımı işten atması, ekmeğini elinden alması yetmediği gibi suçlu kendisi olduğu halde devletin kapıların vatandaşa kapatan kendisi olduğu halde bizi suçlu göstermeye çalıştı. Bu da yetmedi. Aile kavgası başlatmak, ailenin huzurunu kaçırmak için kızımın yerine şoförlüğünü yapan oğlumun eşini yani gelinimi işe aldı. Allah için söyleyin bir devlet yetkilisi bütün bunları nasıl yapar. Devletin kurumunu kullanarak insanlarla nasıl bu kadar kötülük yapabilir. Alay edebilir. Güvenlik şirketi dururken bu keyfiliği nasıl yapar. Yetkililer buna nasıl izin verip seyirci kalabilirler. Devlet, nasıl böyle birini devletin önemli bir kurumunun başında yönetici olarak görev yapmasına izin verir” dedi. Sinirli, üzgün, bir halde kalkarak, “Kalk gidelim kızım. Belki bizi dinleyen bu haksızlığa seyirci kalmayan yetkileri buluruz. Buluncaya kadar kapıları çalmaya devam ederiz” dedi. Özür dileyerek çıktılar.
O halleri beni de üzmüştü. Özel İdare Genel Sekreterliğini aradım. Bana dönmediler. Güvenlik şirketinin yetkili sahibini aradım. Söyledikleri kızın anlatımlarını doğruluyordu. Eleman veren güvenlik şirketinin yasal hakları olduğu halde bütün bunlara engel olamamış. İlgili kurumun istedikleri, dedikleri olmuştu.
Güvenlik şirketi yetkilisine, sordum. “Bir kurum, güvenlik elamanı talebinde bulunduğunda, verilecek elamanı siz mi belirliyorsunuz. Yoksa talepte bulunan kurum mu belirliyor” “Tabi ki yasal olarak bizim hakkımız. Biz belirlemeliyiz. Elemanın yeterliliklerini belirleyen, her türlü araştırmasını soruşturmasını yapan, elemanların, şirketimize katılmasını, sıralamaya göre düzenleme yapan biziz. Buna rağmen, kurumlarında talebi oluyor. Şunu, gönder” diye. “Onların isteklerini yapınca da, öncelik hakkı olan elemanlarımızın hakkı yenilmiş olunuyor” diye yasal olarak yapılması gerekeni anlattı.
İşsizliğin kol gezdiği bu günün koşullarda, birinin işini elinden almak, deyim yerindeyse ekmeğini elinden almak, bir insana verilmiş en ağır ceza olmalıdır.
Buna tanık olduk.