Biz Alevlerin ilminde neden bu kadar beyit, şiir, deme, mersiye, duazde vardır? Muhterem okurlar hakikaten bakıyorum yukarıda saydığım şeylerin en çoğu biz Alevilerin belleğinde mekan tutmuştur. Orada üremiş, çoğalmış. Çünkü eskiden beri Anadolu Alevilerinin yaşadığı yerler, köyler, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerdir.
O yüzden halkın okuryazar oranı çok çok az olmakla beraber kalem, kağıt, defter gibi malzemeleri temin etmek de olanaksızdı. Onun için her şeyi yukarıda yazdığım olanaklarla anlatmış; bunun ebedi kalması yani geriden gelen nesle aktarılmasına ve unutulmamasının yolu da müzik ile anlatılmıştır. Çünkü müziğe uydurulan o güzel nağmeler belleklerde tatlı bir avazla anlatıldı veya icra edildiği zaman dinleyici üzerinde güzel bir etki yapar. Alıcı ve dinleyicisi yani müşterisi çok ve aktarıla aktarıla da tarihe mal olur.
Bu yukarıda yazdığım servetin sahipleri ise; asla hayali bir şey icat etmemişler. Vukua gelen bir olayın acısıyla veya aşkıyla veya hüznüyle veya inancıyla ilham alıp yazmışlardır. Misal, “Çarşambayı sel aldı” türküsünü yazan kişi, gidip Çarşamba Köprüsü üzerinde oturup onu yazmamış. Mutlaka Çarşambayı sel basmış bu uğurda birçok felaket olmuş ki o türkü yazılmış. Veya “Kızılırmak aldın allı gelini” diyen adam hayali bir şey yazmamış. Bir felaket üzerine yazmış. İşte bunlar da şiirleştirilerek topluma sunulmuş. Toplum da bunu türküsüyle aktara aktara bugüne gelmiş.
Hani şu bizim zamanlarda bir okul marşı vardı, “kağıt kalem kitap defter, bunlar bizi adam eder” denilirdi.
İşte o kağıt, kalem, kitap, defterin bulunmadığı veya çok nadir bulunduğu anda bu beyit, deme, mersiye, duazalar bizim Alevi toplumunu adam etmiş.
Yalnız bunları dinlemek çok güzeldir ama asıl güzellik bunu dinlemekten fazla bu manaları çözmeden bir eseri yazılış sebebini veya ortamını ve o günkü koşulları bilirsen o eser eski tabirle bir Hint Kumaşı kadar değerlidir.
Onu bilemezsen saman pazarında mücevher satmaya benzer.
Bakın, bir gerçek misal ben bir şairin birkaç şiirini sebepleriyle beraber yazacağım. Ona göre fark sizin analizinizdedir.
Aşık Sıtkı Pervane yani “Sıtkı Baba” bu aşık, Adana Yeniceli, bir kişidir. Mesleği askerdir. 1915’lerde Erzincan’da görevlidir. Ruslarla savaşmak için devlet tarafından Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı’nın postnişi Feyzullah Efendi görevlendirilir. Feyzullah Efendinin askeri bilgisi yüzünden emrine asker kişiler verilir. Feyzullah Efendi, Erzincan’a gelince orada görevli olan yüzbaşı rütbesindeki Sıtkı da Feyzullah Efendi’ye tabi edilir. Feyzullah Efendi Hacı Bektaş’tan hareket edince İç Anadolu’daki bütün Alevi, Bektaşiler de harekete katılır. Erzincan’da Feyzullah Efendinin emrine verilen Yüzbaşı Sıtkı, Feyzullah Efendiyi görüp biraz beraber kalınca gerek onun cemaline gerekse de ilim ve irfanına hayran kalır. Ve ona hitaben ilk eserini yazar.
Beyit şöyledir:
Siyah perçemlerin gonca yüzlerin,
Garip bülbül gibi zar eyler beni
Hilal ebruların ahu gözlerin
Tığı sevda ile pareler beni
Sevda ile aşkın ile ahuzar oldum
Kalmadı tahammülüm bir karar oldum
Cemalin görünce sevdakar oldum
Korkarım ki bu dert yaralar beni
Kaşların bismillah yüzün beytullah
Seni öz nurundan yaratmış Allah
Ben seni sevdim terk etmek billah
Fazlı tek hançerle vuralar beni
“Sıtkıyım aşığam terkin etmezem
Gayri güzellere gönül katmazam
Dövseler kovsalar asla gitmezem
Meğer ferman gele süreler beni.
Şimdi televizyonlardan bu eseri okunur. Okunur ya bir ya iki kıta okunur. Öyle de bir ahenk verilmiş ki sanki yazar bir kadına aşık olmuş onun aşkıyla yazmış. İşte dava burada. Metanın da değeri buradadır.
Feyzullah Efendi kafilesiyle Erzurum’a kadar gider. Sıtkı Erzincan’da kalır. Sıtkı, bir istihbarat alıyor. Feyzullah Efendi’ye suikast yapılacak. Hemen orada şu şifreli eserini yazıp Feyzullah Efendi’ye ulaştırıyor.
Feyzullah Efendi bunu alınca Erzurum’dan geri dönüyor.
Beyiti de şöyle:
Ayrılık hasreti kar etti cana
Seher yeli sevdiğimden bir haber
Selamımı tebliğin kutbi cihana
Seher yeli sevdiğimden bir haber
Garip bir bülbül gibi giyinmişim kareler
Ayrılık derdine nedir çareler
Merhem kabul etmez dılde yâreler
Seher yeri sultanımdan bir haber
Duman olmuş Erzurum’un dağları
Hazan olmuş Erzincan’ın bağları
Mürura göçmeden ömrüm çağları
Seher yeli sultanımdan bir haber
“Sıtkıyam kalmışam ıssız çöllerde
Böyle dert bulunmaz gayrı kullarda
Gönül intizardır gözüm yollarda
Seher yeli sultanımdan bir haber
Feyzullah Efendi geri Hacı Bektaş’a gelir. Sıtkı Baba istifa edip gelir. İlim dergahında hizmet yapar. Kaç yıl kaldığını bilmiyorum. Orada iken Feyzullah Efendinin kızı yada bacısı bir gün muhabbet meclisine girer. Herkes orada. “Sıtkı diyor, şu anda benim üzerime bir eser yazabilir misin?” Sıtkı Baba alır araç gerecini hemen şunu yazar:
Gene seyre çıkmış hublar sultanı
Teşrif etmiş bezmi alaya bakın
Şevk ile münevver kılmış cihanı
Alnında nücumu zehraya bakın
Menai velfecri okur gözleri
Kaf ha ayın şad nurdan yüzleri
Aklımı yağmaya verir sözleri
Aklımdan devreden sevdaya bakın.
Sanki gökten yere indi bir melek
Bezmi asitana girdi gelerek
Bir elimden meza sundu gülerek
Bir elimden mey-i sehpaya bakın
Gelmemiş cihana böyle mehpare
Bir bakışta aklımı aldı ne çare
Bu sevil Sıtkı’yı düşürdü zara
Şol yüzü gül gibi hemraha bakın.
Sıtkı Baba bir ara Feyzullah Efendi’den izin alarak dergahtan ayrılıyor. Merzifon’a yerleşir ve orada vefat eder. Dergahtan ayrılırken Feyzullah Efendi’den şu beyitle izin istiyor:
Fevzi nazar himmet eyle sultanım
Gezeyim bir zaman gurbet elleri
Gene bülbül gibi arttı figanım
Siz hoşçakalınız gönlümün gülleri
Gidersem bu ilden selvi revanım
Çıkartma gönlünden kaşı kemanım
Dosta himmet eyle kutmu devranım
Aşayım gideyim yüce belleri.
Senden ayrılmayı istemem amma
Ne çare takdiri Hazreti Mevla
Eğer ayrılırsam ey saçı leyla
Koy bekleyen mecnun gibi çölleri
Gene felek beni gurbete saldı
Derdu hasret firgat gönlümü aldı
Günler tamam oldu çileler doldu
Akar durmaz gözyaşımın selleri.
Nasıl ayrılalım letafetinden
Gönül usanmadı muhabbetinden
Bu sefil Sıtkı’nın inayetinden
Estikçe sual et seher yelleri.
Her kelimesi bir ilim nuru olup insanın beynine kazınan, her anını bir gözyaşı pınarı olarak yaşlar akıtan Sıtkı Baba’ya Allah’tan rahmet dilerken, onun beyitlerini, misal göstererek anlama ve anlamanın ne kadar farklı olduğunu anlatmaya çalıştım. Sıtkı Baba, edebiyatımıza çok sermaye bırakmış. Son olarak şu beyiti ile defterini kapatıyorum.
Hakikatin ilminde bir nokta gördüm
Ümmür Kuran o noktada gizlidir
Hecesini buldum zarfını okudum
Sırrı süphan o noktada gizlidir.
Aslı bir noktadır tahtı sarayda
Tecelli gösterir her bir eşyada
Ali el esmadır babı kibriyada
Ruhi revan o noktada gizlidir.
Ol noktadan zuhur oldu adalet
Adalete eren bulur selamet
Ondan zuhur etti rahi hidayet
Ruhi revan o noktada gizlidir.
Ol noktanın ismine Fatima dediler
Yeri göğü ondan mevcut gördüler
Ol nokta rayi hakka erdiler
Kelmi mekan o noktada gizlidir.
Sıdkıyem hatm ettim cim ile dali
Bu esrara ermeyen bilmez bu hali
Madeni Muhammed’dir gevheri Ali
Arşı rahman bu noktada gizildir.
Ben defteri kapattım diyorum bunlar hakkın birer kutsal kitabıdır. Bunların defteri kapanmaz. Aşk olsun okuyan ehli irfana…
ŞIH DELİLİ BERĞECAN EVLATLARINDAN SEYİT HÜSEYİN ERDOĞAN