“Haydari Nalan” toplumuzun tümü yaşantı yerlerden mahrumiyet bölgeleri olmasına rağmen imkanı olanlar, bir araya gelerek bir hoca bulmuş ona naşetlerini vererek çocuklarını okutmuşlar. Gezdiğim Tunceli coğrafyasında en fazla Mazgirt köyleri, Hozat köyleri, Pertek köyleri ve Ovacık köylerinde rastladım. Tabi gitmediğim köyler de var. Bunlar, resmi devlet okullarına gitmemekle beraber kendi köylerinde güzel tahsil yapmışlar.
Mesela Ovacık’ın Şahverdi köyünde gördüğüm birkaç kişi. Haydar Ağa, kardeşi ki bunlar Kalan aşiretindenler. Ve oradan ilginçtir Baytar Nuri’nin bir hanımı da gördüm. Yaşıyordu.
İkincisi merkeze bağlı Çiçekli Nahiyesi. Çok güzel okumuş insanları vardı.
Üçüncüsü Pertek’in Ulupınar başta olmak üzere Elmakaşı ve Baskivan köylerinde güzel okumuş insanlar vardı. Daha da var. Ben bunların hepsini yazacak imkan ve olanağa sahip değilim.
Ancak içlerinde zirve yapan birkaç kişiyle tanıştım. Ve emekleri unutulmuş olan o ulu zatları, yaşatmak istedim. Ne kadar faydalı olacağımı bilmiyorum. Ama benim gayem bir ambar buğdayda bir avuç mustıradır. İşte cemalini gördüğüm, ilmine hayran olduğum, bir mürşidi kamil. Ali Güler Dede.
Mahlası Ali Haydar.
Haydari Nalan. Yani ağlayan, inleyen Haydar. Kısaca ulaşabildiğim kadarıyla özgeçmişi de şöyledir:
Bunlar aslen Tunceli ili Hozat ilçesi Bargini (Karabakır) Köyü kökenlidirler. Ağuçan Hazretlerinin evlatlarındandır. Onların anlatımına göre üç yüzyıl benim görüşüme göreyse yüz elli veya iki yüz sene evveli köylerinden göçerek Sivas’ın Hafik İlçesi’nin Yalıncak Köyü’ne yerleşmişler. Bunların babası Seyit Mahmut yerleşmiş. Seyit Mahmud’un Mehmet Ali, Mustafa ve İsmail üç oğlu Seyit İsmail’in Sey Aziz, Sey Güzel, Seyit Mahmut ile Seyit Mustafa. Seyit Aziz’in oğlu Ali Güler Dede. Seyit Aziz, 1915 yılında Cemal Efendi ile beraber Rus’a karşı savaşa katıldı. Ve Koçgiri isyanından dolayı Sivas’ta içeri atılan zattır. İşte, Ali Dede o dönemde okula gitmiş, güzel tahsil yapmış bir mürşidi kamil idi. 1953 veya 54 yıllarında bizim köyü ziyaretlerinde gördüm. İlmine hayran oldum. Kendisi bir natıkı Kuran idi. Engin ruhlu, ilmine sadık, gerçek bir mürşidi kamil olarak gördüm. O zaman ben daha askere gitmemiştim. Askerden geldikten sonra beş on sefer bir araya geldik. Ama o göktü. Ben yerdim. O yağdırıyordu ben ise naçizane toplamaya çalışıyordum. Fakat hepsini toplamam mümkün olmuyordu. Hem de benim dar torbama sığmıyordu. Yağdığı zaman sel olup akıyordu. O selin önünde ancak deryalar duruyordu. Ben de kenarından köşesinden gagalayarak ondan istifade etmek istiyordum.
Bir nebze de olsa isteğime kavuştuğumu düşünüyorum. Ali Dede, 1890 yılları civarında doğmuş, ilk evliliğini Çamşıhı denilen Sivas’ın bir bölgesinde olan bir ailenin kızı Zarife ana ile yapmış bu hanımı vefat edince kendi köylerinde bir hanımla evlilik yapmış. Birinci hanımından üç çocuğu Güzel Dede ile Zeynep ve Zekiye Hanım olmuş. İkinci hanımından ise; Abdulvahap, Gevher, Gülşen, Rukiye, Ali Haydar, Kazım ve Songül çocukları olmuş. Kendisi son zamanlarda gelip Elazığ’ın Şahinkaya Köyü’ne yerleşti. 1977 yılında vefat etti. Getirip Bargini’de ceddi Ağuçan’ın yanında defnedildi. Allah rahmet eylesin.
Şimdi Ali Dede’yi bana Ali Dede yapan neyidir ona geleceğiz. Ali Dede büyük bir mürşidddi. Gittiği bütün toplumlarda Alevi olsun Sünni olsun fark etmez saygı gören, ayaklarının önünde kurban kesilen bir mürşidi kamildi. Ancak dikkatimi çeken hiç mi hiç gururlandığını, bencillik yaptığını görmedim. Ben ilk yıllarımda bunu çözememiştim. Son zamanlarda biz de biraz kamilleşip analizlerimizi genişletince yeni yeni farkına vardım. Onu ancak kaleminden çözebildim.
70-80’e yakın beyit yazmış ne çare ki hepsi kayboldu gitti. Yalnız elimizde kalan parça buçuk birkaç beyiti beni onun dünyasına götürdü. Ali Dede, hafif demleniyordu. O demlendiği sırada çeşme olup akıyordu. Ali Dede cismi, eti kemiği, bu dünyanın malı idi. Gerçek yaşadığı dünya buralar değildi. Onun için beyitlerinde Haydari Nalan olarak kullanmıştır. Yani ağlayan, inleyen yas içinde olan Haydar. Yazdıkları beyitleri, hiçbiri sebepsiz değil. Geçmiş bir olayın yazılı kanıtı olarak bize intikal etmiş. Misal, kendisi bizzat anlattı:
Henüz Pazarcık’ın Antep’e bağlı olduğu yıllarda Pazarcık köylerine dedeliğe gittim. Gece cemde, bizi ihbar ettiler. Cem basıldı. Biz yakalandık. Pazarcık’a oradan da Antep’e götürdüler. Çok eziyet ettiler. Dizlerimden kan akıyordu. Savcının kapısına gidince kelepçeleri ellerimizden çözdüler. Yüzbaşı evraklarımızı getirirken kalemi defteri çektim şunu yazmaya başladım:
Bir dilekçe sanki. Ama kime. Okursanız anlarsınız.
Zümrei mervana olduk giriftar
Arzuhalım sana Muhammed Mehdi
Destegir ol bize Haydarı kerar
Arzuhalım sana Muhammed Mehdi
Bir taraftan gülik hendamın soldu
Naleğı hicrimle asuman doğdu
Gittik şanı şeref payimal oldu
Arzuhalım sana Muhammed Mehdi
İman gayretidir çektiğim cefaı
Mekke i kerbela oldu bu gaza
En sadık dostumdan görmedim vefa
Arzuhalım sana Muhammed Mehdi
Bilmem kusur mu yoksa tecrübe
Namı nişanımız girdi türaba
Bütün efkanımı koyma sebebe
Arzuhalım sana Muhammed Mehdi
Haydari razı ol eyleme isyan
Takdiri yezdandır gafletten uyan
Nicesi bu yolda bekledi zindan
Arzuhalım sana Muhammed Mehdi
Orada tutuklanıp cezaevine atılıyor. Cezaevinde şöyle bir şey yazıyor. Ne yazık ki tamamı şu anda aklıma gelmiyor. Ama kalan kadarıyla yazayım.
Mevlam kesennayı icat ettikte
Kafiliye gamda kervan benimdir
Kimse ah çekmesin efsanelikte
Mafuzi de akifi serman benimdir
İdrakime sığmaz firaği cami
Bu alem şer etmez derdimi hitami
Beşer yerde melek gökte mudani
Rahmete mahçuri isyan benimdir.
Vasfi vasf etmek adayı kebir
Zümfükama karşı olunmaz tedbir
Haydari der sığındım sana Allah’ı kebir
Bugün de köşe i zindan benimdir.
Ulu pirim dünya işleri iyiydi ama
Onu ona ulaştıran Allah iyi felek idi
Hiçbirisiyle barış değildi.
Yine bir beyitinde bakın feleğe ne diyor:
Galiba Asuman oldu efkarım
Erbabı cefayı buldun mu felek
Her zaman ağlarım hundur ciğerim
Nanımdan lezzeti aldın mı felek
Yaratmaktan kastın neydi ya rabbi
Yegane dert için miydi sebebi
Faniler karışmış çeşmimin abı
Hicran deryasına daldın mı felek
Turna idim gökyüzünde katardım
Bülbül idim gülşenimde öterdim
Sümbül gibi has bahçemde biterdim
Sam vurup dalımı kırdın mı felek
Arzu i emelde zindan yatağım
Sürgünem dostlardan gurbet otağım
Herkesten ziyade derdim firağım
Bugün de muradına erdin mi felek
Aldın genç yaşımı esen yel gibi
Yırttın değirmenimi taşkın sel gibi
Dost da bana düşman olmuş el gibi
Daha yapmadığın kaldı mı felek
Ne yaman talihime şiddetli estin
Kırdın kanatlarımı çaremi kestin
Acep Haydari miydi samimi dostum
Tebrikler bayramını yaptın mı felek.
Ve gene bir beyitinde kendisini bize anlatmak için şunu yazıyor:
Çıkmışım sahra başına
Seyrana hacet kalmadı
İçmişim ecel şarabını
Lokmana hacet kalmadı
Men erafna sırrını koyup
Kalpte pünyan eyledim
İlmi ledün mektebini
İrfana hacet kalmadı
Gördüğüm aynel yakındır
Sevdiğim kanbel yakındır
Her zaman ah ile efkar
Hicrana hacet kalmadı
Herkesin hurucu birden
İkrara isyan eylemiş
Kalbinde vesves oluptur
Şeytana hacet kalmadı
Haydariyiz sülbü Zeynel abadan icadız
Çekeriz kahrı deccalı
Zindana hacet kalmadı
Ve yine o büyük mürşit, bir beyitinde şöyle yazıyor:
Dinleyin giriftari hakikat ehli
Sıtkı ilen ikrarı verene bakın
Hazreti mevlanın tahtı kelamı
Cebarin girdiği fırına bakın
Bu yolun binasını kurdu erenler
Serini bu yolda verdi erenler
İkrar verip sonra geri dönenler
İşte ol merdudi şeytana bakın.
Dil ile verdi ikrarı nicesi
Aşıklar elindedir aşkın badesi
Misali leyladır karın teası
Ol cemalullaha erene bakın.
Nadanların ahdı peymanı olmaz
Bin yıl hizmet etse esrara ermez
Dünya hep nur olsa zerresini görmez
Bir sırrı nihandir künhana bakın
Sevmişim o şahı dönmenem vallah
Sürülem davayı hesbeten billah
Hüseyini sevene her gün kerbela
Haydari der ol şahı hupana bakın.
Yine bir beyitinde bir okumuşa çatıyor.
Diyor ki,
Gel zahit çıkalım bu gümandan
Elestu bezminde ikrarımız vardır
Sakın çıkmayalım dinden imandan
Size yol gösterecek irfanımız vardır.
Neuzubillahi nin şekil inkar
Pasti ehlibeyt eylediniz ey zar
Çektiniz hüseyine tuğ ile hançer
Yanarsınız imanımız vardır.
Evladı hüseyini inkar ettiniz
Gidip hariçte birer yad tuttunuz
Sülaleyi tahire hile kattınız
Size gösterecek umranımız vardır.
Haydari der devrimiz döndü mervane
Bir arzuhal yazayım sahibi zamane
Evladı aliden gelsin biyane
Onun için her dem efendimiz vardır.
1938 olayları üzerine bir beyiti var. Fakat uzun olduğu için buraya alamıyorum. O beyitin bir kıtası şöyle:
Cim ile sin iki dal, vavla mevcudi refik
Mim ile nun kafı zarın hem de mahhubi sadık
Ğığı teyi fem edin ki sülbü imani takik
İki dal vavla on ikidir kerbelaya mutabık
Naletılın ehli iman oldi cihadı kebir
Ayeti hakla mukayyet biri gerbela ikincisi bu tedbir
Gene bir başka beyitinden bir dörtlük yazayım.
Nili Fırat gibi ceşmim sel olsa
Ferhat mecnun gibi dağlar yol olsa
Kurt yese vücudumu kaddım dal olsa
Ayrıca sızılar dostun yarası.
Bir başka beyitinden ikilik vereyim.
Çeşminin baranı misali derya
Coş edip selimi gönderem dosta
Gerbela ehlibeyt aşkıyla gece gündüz
Ağlayan inleyen haydari nalan büyük mürşit Ali Haydar Dede, bu dünyadan gelip geçen bir fani olarak 1977 bu dünyayı terk edip uğruna nalan olduğu sevdiklerine doğru revan oldu. Yeri nur, mekanı cennet, şefaatkanisi Hazreti Muhammed, yardımcısı On iki İmamlar olsun. Ruhu şad, duaları bizimle olsun. Allah’ı ısmarlardık pirim. Nur içinde yat.
SIH DELİLİ BERĞECAN EVLATLARINDAN HÜSEYİN ERDOĞAN DEDE