Bir insanlık suçundan ekonomik yarar beklentisine girmek, en büyük insanlık ayıplarından biridir.
Yaşandığı tarihten itibaren etkileri ile Dersimlilerin gündeminden düşmeyen 1938 travması, son dönemlerde çeşitli nedenlerle ara ara Türkiye’nin gündemine getirilmektedir. Bu süreçte özür meselesinden, taleplere kadar birçok konuda farklı kişi ve kurumlar düşüncelerini dile getirdiler. Düşünce açıklamaları ve çözüme katkı sunma girişimleri, takdirle karşılanmakla beraber, sağlıklı bir tartışma sürecinden geçmemiş ve ortaklaşmamış fikirlerin de Dersim halkının son sözü olarak lanse edilmesi etik bir yaklaşım olamaz. Dersim için dile getirilen talepler, olayın ve faillerin tespitine ve sorumluluğun kabulüne yönelik olmalıdır. Dersim’de 1937-38 yıllarında ne yaşanmıştır? Yaşananların, sorumluları kim veya kimlerdir? Yıllarca hazırlıkları yapılan ve raporlar ile planlanan operasyonda, Devletin amacı ve rolü nedir? Bu açıdan esas ve öncelikli olarak, meydana gelen soykırım suçunun sorumluları ve insanlık suçunun tespiti gerekmektedir. Sorun, tazminatlar ile aklanılabilecek bir mesele değildir. Özellikle son günlerde 1938 için tazminat talepleri sıkça dillendirilmeye başlanmıştır. Bu amaçla bir tazminat komisyonu kurulmasını talep edenler de bulunmaktadır. CHP’li Kamer Genç’te tazminat ödenmesi için Meclise kanun teklifi vermiştir.
Tazminat talebi çok hassas bir mesele olup bu konuda iyi niyetli talepte bulunanların ortaya çıkabilecek sonuçları çok ciddi irdelemesi gerekmektedir. Bu süreci fırsata ve ekonomik ranta dönüştürme amacı taşıyanlarda bulunmaktadır. Tazminat hiçbir zaman Dersim halkının talebi olmamalıdır. Bu açıdan halkın; kan parasına sevk edilmesi, kurulabilecek muhtemel zarar tespit komisyonlarında, para kuyruklarına yönlendirilmesi, katliamda öldürülenlerin kemiklerini sızlatacaktır. Halkı ekonomik beklentilere sevk edenler ve rant hesabı yapanlar, sebebiyet verecekleri, tarihi ayıbın hesabını vermeye hazır olmalıdırlar. Dersim 1938 için tazminat talep ederek, bu amaçla zarar tespit komisyonu beklentisine girenlerin, yaşanan acıların telafisini, kan parasına havale ettiklerini de bilmeleri gerekmektedir. Yaşanan travma ve acıları yaratanları, aklama fırsatı yaratılmamalıdır.
Bilindiği gibi yakın tarihimizde de çok acılı süreçlerden geçtik. Dersimde özellikle 90’lı yıllarda yoğun hak ihlalleri yaşandı. Yaşanan ihlaller neticesinde iç hukukta çözüm bulamayan birçok vatandaşımız, köy yakma ve boşaltma ile faili meçhul cinayetler, kayıplar, işkence ve benzeri nedenlerden dolayı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurular yaptılar. Devlet özellikle köy boşaltma türünden toplu başvuruların önünü kesmek amacıyla, göstermelik bir iç hukuk yolu üreterek, dönemi aklamak için, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında, bir kanun çıkardı. Bu yasaya göre de Zarar Tespit Komisyonları kuruldu. Bu komisyonlarca, 1987 yılından itibaren meydana gelen ölüm olayları dahil, tüm zararların karşılanacağı taahhüt edildi. Yasa kapsamında yapılan başvuruların birçoğunda, başvurucuların yasadışı örgütlerle ilişkili olduğu veyahut çeşitli yasadışı örgütsel faaliyetlerden dolayı yargılanıp ceza aldıkları gerekçesiyle talepleri reddedildi. Oysa bu şahısların yargılanmaları, köylerinin boşaltıldığı, işkencelere ve hak ihlallerine maruz kaldıkları gerçeğini ortadan kaldıramaz. Yine tapulama çalışmalarının yapılmadığı köylerde, tapuları olmayan hak sahiplerine bin bir zorluk çıkarılarak belge eksikliği ileri sürülerek talepleri reddedildi. Örneğin; hiç elektrik hizmeti gitmeyen bir köyde elektrik faturaları sunulamadığı gerekçesiyle başvuruları kabul edilmedi. Aynı köylerden yapılan başvurular arasında dahi eşitçe davranılmayarak, bazı başvurular kabul edilirken bir kısmı ise keyfi uygulamalar ile reddedildi. Çok düşük bedellerle adil tatmin ilkesinden uzak sadece Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden, Türkiye aleyhine çıkabilecek mahkûmiyet kararlarını engelleme niyeti taşıyan ve bir dönemi tüm yasal boyutuyla kapatma saikiyle hareket edildi. Çünkü yasa uyarınca tazminat bedeli alanların artık ulusal ve uluslararası başka bir yargı yoluna başvurmayacaklarına dair kendilerinden taahhütnameler alındı. Bu amaçla hazırlanan Sulh nameler imzalandı. İmzalanan sulh nameler AİHM’ne başvuruların önünde engel teşkil etmektedir. Bu belgeleri imzalayan kişiler, yargısal anlamda hak aramayacağını kendi iradesi ile kabullenmektedir. Bu nedenle 1938 için de tazminat komisyonu talebinde bulunanların önceki uygulamalardaki gibi muhtemel komisyonlardan da, benzer belgelerin başvuruculara imzalatılacağını bilmelidirler. Sonuç itibari ile çıkarılan 5233 sayılı yasa ile ne köy boşaltmaların, kayıpların, orman yangınlarının, faili meçhullerin, işkencelerin hesabı sorulabilmiş, ne de sorumluluğu olan herhangi bir kişiye ceza verilebilmiştir. Ödenen sembolik paralar ile yaşanan hak ihlalleri, maruz kalanların yanına kâr kalmıştır.
Yakın zamanda da Şırnak’ın Uludere ilçesinde Türk savaş uçaklarının sivil insanları bombalaması neticesinde 34 kişinin hayatını kaybettiği katliamda, Hükümet, sorumluların ortaya çıkarılması yerine, ailelere tazminat vererek olayı kapatma girişimlerinde bulundu. Ancak aileler tazminat taleplerini reddederek “İçimiz kan ağlarken, çocuklarımızın kan bedeli olan paraya dokunmayacağız ve maddi manevi tazminat tekliflerini kabul etmiyoruz” şeklinde cevap vererek, olayın açıklığa kavuşturulmasını ve faillerin bulunmasını talep ettiler. Yaşanan bir katliamın tazminat ile aklanma girişimlerine alet olunmayarak, örnek bir tavır sergilenmiştir.
Dünyada yaşanan soykırım ve insanlık suçları sonrası, devletlerin ve kişilerin sorumluluklarını kabulüyle birlikte, bazı mağdurların tazminat talepleri olmuştur. Tazminat aşaması öncelikle yaşanan suçun, suçlu tarafından tüm sonuçları ile kabullenilmesinden sonra gerçekleşmiştir. Ancak benzer uygulamalardaki bu tazminatlar da doğrudan şahıslara ve ölenlerin mirasçılarına verilmemiş, temsilci sıfatı taşıyan kurumlara ve mağdurların devletlerine ödenmiştir. Örneğin, Yahudi soykırımı sonrası Almanya tarafından İsrail devletine soykırım tazminatı ödenmiştir. Bunun yanı sıra ayrıca ilgili halkı temsilliyet yetkisine sahip Yahudi vakıflarına da tazminat ödemeleri yapılmıştır. Söz konusu bu vakıf ve kuruluşlar da, halkın yararına işler için bu bedelleri kullanarak; yeni vakıflar, dernekler, müze ve sığınma evleri ile muhtaç kişilere yardım ve destek kuruluşlarının kurulması ve yaşanan travmanın yarattığı tahribatların onarımı için çalışmalar yürütmüştür. Ayrıca, meydana gelen insanlık suçunun tarihi gerçeklerini aydınlatmaya yönelik akademik ve sanatsal çalışmalar da yapılmıştır. Tazminat bedellerinin bu türden amaçlara yönelik kullanılması halinde, katliam zenginlerinin yaratılması da önlenmiş olmaktadır. Bu şekliyle, bireysel zenginleşme ve rant elde etme girişimleri yerine, sorumluluğun ve suçun kabulünün sağlandığı bir suç tazminatı, mağdur olanların acısını dindirmeye ve ölenlerin anısına daha iyi hizmet etmektedir.
Tarih sahnesinin en büyük insanlık dramlarından biri olan 1938 soykırımının, tazminat taleplerine havale edilmesi, yaşanan insanlık suçunun para ile aklanma girişimlerine hizmet edecektir. Bu duruma vesile olanlar, ihanetlerinin yaratacağı sonuçları çok iyi düşünmelidirler. Dersim’de 1938’de on binlerce insanın, planlı programlı katledilmesi bir insanlık suçudur. Yaşanan vahşet, tüm boyutlarıyla açığa çıkarılmalı, failleri tüm çıplaklığıyla teşhir edilmelidir. Dersim’de yaşanan vahşetin ve tahribatlarının tespiti açısından devlet, tüm arşivlerini eksiksiz ve önkoşulsuz olarak kamuoyunun bilgisine sunmalı ve mezar yerleri, Dersim adının iadesi, kayıp kızların akıbetinin ve sürgün listelerinin açıklanması gibi konularda somut pratik adımları bir an önce atmalıdır.
Bir insanlık suçundan ekonomik yarar beklentisine girmek, en büyük insanlık ayıplarından biridir.
ÖZGÜR ULAŞ KAPLAN
ozgurmunzur@hotmail.com